GÜNCEL EGE YEREL YÖNETİMLER EKONOMİ POLİTİKA SPOR RÖPORTAJLAR YAZAR CAFE FOTO GALERİ VİDEO GALERİ
İhsan Özbelge ÖZDURAN
YAZARLAR
8 Nisan 2022 Cuma

Geçmiş zaman olur ki hayali cihan değer…

Yazı başlığı yaptığım bu güzel sözü ne zaman duysam…
Yitirdiklerimi nemli gözlerle anımsar, geçmiş güzel günleri bir gülümseme ile selamlarım.
“Bu dünyanın cefası çok, kimi aç gezer kimi tok…” deyişinin günden güne daha bir derinden hissedildiği…
Azın yetmediği, çoğun artmadığı bu zor zamanlardan geçerken…
“Nerede o eski ramazanlar?” dedirten, türlü çeşit sıkıntı içinde bir ramazan ayına daha eriştik.
“Gençler hayalleri ile yaşlılar hatıraları ile yaşarmış”, derler…
Geçmiş zamanların bolluğu, bereketi bir masal gibi anlatılır oldu ne yazık ki günümüzde… 
***
Tarım ve hayvancılığın ülke ekonomisine yön verdiği…
Kendi kendine yeten bir ülke olduğumuz zamanlarda…
Soğuk ve kısa kış günlerine denk gelirdi çocukluğumun ramazanları…
Akşam karanlığı erken çökerdi şehrin üstüne, sabahları da bir o kadar aydınlık olurdu..
Yalvar yakar, o da yarım gün oruç tutmama izin verirlerdi evdekiler…
Adına da “tekne orucu” derlerdi nedense…
Ya da, para ile satın alırlardı orucumu günün tam ortasında…
Sahura kalkmanın heyecanını yaşayarak oruçlu olduğumu zannettiğim o zamanlarda…
Podyemin cebindeki kuru üzüm ve leblebilere her dokunuşunda elim…
Çocuk nefsime gem vururdu… Oruçlu olacağıma dair kendime söz verişim.
Okul çeşmesinden uzak köşelerde oynardım oyunlarımı…
Belli mi olur? Melekler aldatıverir de su içiveririm diye…
Okuldan eve dönüş saatlerinde minarelerin mahyaları yanardı bir bir…
Kadifekale’den, tüm şehre yayılan top sesinin ardından…
Elini kulağına dayamış müezzinlerin minarenin şerefesinde döne döne okuduğu akşam ezanı…
Ve… İftar saatinde, ellerindeki dolum taşım filelerle hızlı adımlarla evlerine doğru yürüyen insanlar..
Sokak aralarında başlarındaki tablayı dengede tutmaya çalışarak, avurtlarını şişirerek “iftarlık pideler” diye bağıran satıcılar…
Elindeki çıngırdağı sallayarak geldiğini haber veren, dükkanı omuzundaki değnek olan yoğurtçular…
Rengarenk, envai çeşit sebzelerin üzerine sarkan, şıkır şıkır ampüllerin aydınlattığı manav tezgahları…
Her biri ayrı güzellikte… Adeta insanların birbirine aşıladığı yaşam aşısı gibiydi…
Büyük bir sevinçle, bi’koşu dönüverince sokağın köşesinden…
Ayak parmaklarımın ucunda yükselip de yetişmeye çalışarak …
İçim kıpr kıpır asılırdım, kadın eli şeklindeki kapının  tokmağına…
İçerden gelen telaşlı konuşmalara kulak kabartırdım üzerimdekileri çıkartmaya çalışırken.
“Ellerini yıka” olurdu, nedense  annemin ilk sözü… Hoşgeldinden önce...
Kimler vardı bu akşam iftara misafir, ya da neler var bu akşam yemekte acaba?
Babaannemi, kucağında taşıdığı kuru yufkalarla kilerden çıkarken gördüysem eğer…
Kirde kebap ya da mangalda döndüre döndüre pişirilen börek vardır diye geçirirdim içimden…
Hani o… Ramazan için yazdan hazırlanan üst üste dizilerek muhafaza edilen yufkalar…
Eski İzmir lezzetlerinden…
Islatılarak yumuşatılan yufkaların aralarına döşenen kıymalı harç ile hazırlanan kirde kebabı…
Sahura da yanında üzüm hoşafının yarenlik ettiği francala denilen ekmek dolması…
Radyodan yayılan ney taksiminin uhrevi havasında…
Mis gibi yemek kokularının sardığı, gürül gürül yanan sobanın ısıttığı kış odamızda…
Üzerinde çeşitli iftariyeliklerle hazırlanmış iftar soframız…
Masada tanıdığım ya da tanımadığım bir kaç misafir… 
Allah kabul etsin dilekleri ile bozulan oruçlar… Namaz kılacaklara açılan seccadeler…
Yapılan muhabbetler arasında… Yemek üzerine içilen şerbetler, şuruplar…
En sevdiğim bol tarçınlı sıcacık somata şerbeti…
Sonra… Yaşça büyük komşu çocuklarının oynattığı Hacivat Karagöz seyretmek için izin alma heyecanı…

Komşu evin üst katına çıkan merdivenlerin her bir basamağına bir tiyatro düzeninde sevinç içinde sıralanışımız…
Evin büyükannesinin bembeyaz namaz örtüsünün bir margarin kasasına çivilenmesi ile tasarlanan perde…
“Yar bana bir eğlence…” diyen, Hacivat - Karagöz nidaları arasında ortalığı çınlatan o masum gülüşlerimiz…
Günlerce dilimize dolanan “ham hum şaralop” sözleri ile gülüşerek uykuya dalışlarım
Gecenin karanlığını yaran uzaktan uzağa duyulan davul sesinin…
Gittikçe yaklaşan gümbürtüsü ile birlikte…
Davulcuyu seyretmek, söylediği manilerini dinlemek için yatağımdan fırlayıp pencereye koşuşum...
Evlerin bir bir yanan ışıklarını ateş böceklerini seyreder gibi seyredişim…
Birbirine karışan…
Mutfaktan gelen sahur hazırlıklarının sesi ile gittikçe uzaklaşan davulun sesi..
Başımı tekrar yastığa koyuşumla ağırlaşıveren göz kapaklarım…
Ve… Daldığım uykumun içinde devam edegelen o gölge oyunu…
Ne diyordu gölge oyununa başlarken Hacivat?
“Yıktın perdeyi eyledin viran… Varayım sahibine haber vereyim heman”
Ve bitirirken ekliyordu Karagöz… “Sürçü lisan ettik ise affola…” 
Zihnime yerleşen, dilime dolanan “ham hum şarolop” sözleri ile…
Yepyeni bir güne açardım gözlerimi…

***

O gün bu gündür… Aynı nakaratı dinleye dinleye geçiverdi zaman…
Uçup giden yılların ardından… Sahip olduğumuz değerlerimiz de kayıplarımız pek çok…
Dileğim o dur ki… Yitip giden zamanda kalsın tüm yitirdiklerimiz…
Bundan böyle, uyanmaya dair olsun tüm niyetlerimiz…
Bu kutsal ayın hatırlattıkları ile… Uyanışlarımız aydınlık yarınlara olsun…
Hayırlı ramazanlar…