GÜNCEL EGE YEREL YÖNETİMLER EKONOMİ POLİTİKA SPOR RÖPORTAJLAR YAZAR CAFE FOTO GALERİ VİDEO GALERİ
İhsan Özbelge ÖZDURAN
YAZARLAR
28 Ocak 2022 Cuma

Vitrindeki (*) agrandisman fotoğraf...

Ne çok ağlamıştım o gün okula gidebilmek için… 

Çok yağmur yağıyor diyordu annem, ortalık zifiri karanlık… 

Baban alır gelir karneni diyordu babaannem, otur oturduğun yerde… 

Bekler beni diyordum… Bekler beni arkadaşlarım… 

Mahallenin çocukları bir bir köşeyi dönmüşlerdi çoktan… 

Acele edersem, yetişirim ben onlara dedim… 

Hızla giyindim, kaptım çantamı, fırladım evden… 

İstesem de adımlarımı sıklaştıramıyor, yetişemiyordum bir türlü peşlerinden… 

Tilkilik çarşısını geçtim, dönertaş köşesinden dönüp de yokuşun başına gelmiştim ki… 

Hava kapkara kararmış, göz gözü görmez olmuştu…

Büyük bir gürültüyle gökyüzünü yırtan şimşekler aydınlatıyordu her tarafı… 

Altınordu Kulübünün önünden aşağıya doğru inen sel suları ile adeta sağlı sollu bir dere olmuştu Osmanzade yokuşu… 

O yaşımın duyguları ile… Kim bilir belki de bana öyle geliyordu… 

Ne ileri gidebiliyorum ne geri… Olduğum yerde çakılıp kalmıştım… 

Evlerin soba borularından çıkan linyit kokusu ile yağmur kokusu birbirine karışmış, ortalıkta kimsecikler yoktu…

Herkes içerlere girmiş, sokaklarda in cin top oynuyordu… 

Simsiyah döşeme taşları pırıl pırıl parlayan yokuş, gözümün önünde gittikçe dikleşiyordu…  

Sırılsıklam olmuştum… Büyük teyzem Mükerrem hanımın demir kapısının önüne gelmiştim…

Kadın eli şeklindeki kapı tokmağını hızlı hızlı vurdum üst üste…

“Bir lahza” diyen sesini bekledim, büyük bir umutla… Evde kimsecikler yoktu besbelli…

Rüzgârın şiddetine minik şemsiyem karşı koyamamış, yepyeni botlarımın şekli kaçmış, kapüşonumdan dışarı çıkan örgü saçlarımdaki kurdelalar boynunu bükmüştü…

Yağmurun şiddeti biraz hafifleyince sol kaldırımdan hızlı adımlarla ilerledim…

Foto Park’ın poz poz resimlerle dolu vitrininin önüne gelmiştim…  

Her gün okula giderken vitrinin camına yapışıp seyre daldığım o agrandisman fotoğrafla buluşmuştum yine…  

Benden birkaç yaş büyük bir kız çocuğuydu… 

Merakla bakan iri kara gözleri, her an bir şeyler anlatacakmış gibi yarı açık dudakları, iki elini yanağının altına koymuş hali ile… 

Her halinden belliydi… Düşünüyordu, düşüncelerinden aktaracak çok şeyi vardı…

O kız çocuğu, o gün yarenlik etmişti bana… 

“Korkma diyordu…Durma… Bastığın yere dikkat et ve yavaş yavaş ilerle…”

Saçak altı takip ederek ilerlemeye başladım …

Gittikçe dikleşiyor sandığım yokuş birden düze çıkmıştı… 

Bana saatler gibi gelen o yalnızlığım, beş on dakikalık bir zaman dilimiydi belki de… 

Okula vardığımda, içimdeki korkunun yerini büyük bir güven duygusu almıştı… 

Sobanın başında üstünü başını kurutmaya çalışan arkadaşlarımın yanına sokuldum yavaşça…

Öğretmenim; kucağında karnelerimiz, sıraların arasında dolaşarak öğütler veriyordu…

Yağmur hızını keserek hafiflemiş, hava biraz açmıştı…Öğleden sonrayı beklemeden dağıldık okuldan…

Elimde karnemle, yokuştan aşağı koşa koşa eve dönüyordum büyük bir sevinçle…

Fotoğrafçının vitrininin önünde durdum yine… Bana cesaret veren o kara gözlere minnetle baktım… 

Zoru umursamayan, umut dolu gözlerle bakıyordu bana… 

İlkokul bittikten sonraki yıllarda pek yolum düşmedi oralara… 

Unutamadığım bu anımın içine sarıp sarmalayıp saklamıştım, benden az büyük o kız çocuğunu… 

Güneş kendini her sakladığında, ortalık zifiri karanlığa her döndüğünde, her dumanlı havada yadıma düştü o agrandisman fotoğraf…

***

Yıllar akıp giderken…

Sezen Aksu parçaları ile tanışmış, son çıkan plaklarını takip eder olmuştuk…

Dillerden düşmeyen şarkılarının heyecanı ile bitmişti okul yıllarım…

Evlilik hazırlıkları içindeydim… 

Nikah muameleleri için fotoğraf çektirmek üzere Alsancak’ta Foto Özcan’a gittim…  

Şimdi Lotus Çiçekçiliğin olduğu yerdeki, iki basamakla inilen fotoğraf stüdyosundan içeri girdiğimde…

Yine o agrandisman fotoğraf karşıladı beni… 

O güneşsiz, o kapkara, o yağmurlu günde bana yol gösteren… 

O kız çocuğunun o kapkara gözleri ile göz göze gelivermiştim yine… 

“Ama bu kız çocuğu Sezen Aksu”  diye bağırdım büyük bir şaşkınlıkla… 

“Ta kendisi” dedi… Fotoğrafhanenin sahibi, kral lakaplı Selahattin abi… “Sezen Aksu…”

Kaç yıl geçti aradan diye mırıldandım…

On yıl aradan sonra biz bir agrandisman fotoğraftaki bakışlarda buluşmuştuk yine… 

Ve bu seferki buluşmamızda ete kemiğe bürünen kimliği ile tanışmıştım onunla…

Çocukluğum, gençliğim, orta yaşım ve bugünlerim… 

Kaleme aldığı her bir satırı ile… Dile dökemediğim duygularım… 

Buğulu sesi ile… Fısıltı ile söyleyemediklerim, yüksek sesle haykıramadıklarım…

Gönül gözü ile göremediklerim ve hatta bugünkü aklımla bile sezemediklerim…

O günlerden bu günlere dek Türk müzik dünyasına dört yüzden fazla şiir ve beste kazandırmış… 

Sezen Aksu… Kalplerdeki minik serçe…

Son kaleme aldığı, elliden fazla dile çevrilen Avcı şiiri ile… Yine yapmıştı yapacağını…

“Sazım var, sözüm var benim… Ben derken ben herkesim” diyerek…

Yine söyleyivermişti söyleyeceğini…

Alt yazısı Sezen Aksu sözleri ile okunacak olan… Bu agrandisman Türkiye fotoğrafı…

Bu yaşlı dünyanın vitrinindeki yerini alıvermişti çoktan…

Notalardan dudaklara, dudaklardan kalplere dökülmesi dileği ile.

*Agrandisman: Fotoğrafçılıkta bir fotoğrafın büyütülmüş şekli…