GÜNCEL EGE YEREL YÖNETİMLER EKONOMİ POLİTİKA SPOR RÖPORTAJLAR YAZAR CAFE FOTO GALERİ VİDEO GALERİ
İhsan Özbelge ÖZDURAN
YAZARLAR
17 Şubat 2022 Perşembe

Yeniden… Bir diriliş hikayesi yazılabilir mi?

17 Şubat - 4 Mart 1923 tarihleri arasında düzenlenen İzmir İktisat Kongresinin 99. yılını geride bırakırken… 

Kurtuluş savaşının sona ermesinin üzerinden henüz beş ay gibi kısa bir süre geçmesine rağmen… 

Bir ülkenin diriliş hikayesinin yazılmaya başlandığı tarihtir, İzmir İktisat Kongresi.

Lozan Barış görüşmelerinin devam edegeldiği, vatan sınırları ile ilgili kaderin tayin edilerek…

T.C Devletinin egemenliğinin tüm dünyada resmen tanındığı günlerde…

Yanıp yıkılan, harap olan İzmir’den başlamak sureti ile…

Tüm yurdun yaralarını sarmak üzere yokluk ve yoksulluğa karşı başlatılan ekonomik savaş ile ilgili olarak…

Şöyle diyordu ulu önder M. Kemâl Atatürk:

“Siyasi, askeri zaferler ne kadar büyük olursa olsun, ekonomik zaferlerle taçlandırılmazlarsa kazanılacak başarılar yaşayamaz ve sürekli olamaz.”

Toplantılara katılan tüccar, sanayici, işçi ve çiftçi sınıfı temsilcilikleri ile…

Bin yüz otuz beş delege ile alınan kararlarda…

Lozan antlaşması ile kaldırılması kesinleşen kapitülasyonların ardından…

Yer altı ve yer üstü kaynaklarımızın milli üretim adına işletilmesi…

Mutlak surette yerli malı üretimimizin arttırılarak ihracata yönelinmesi…

Bu hususta özel teşebbüslere teşvik ve kredi verilmesi… 

Devlet bankalarının kurulması, milli sanayiinin gelişmesi…

Hasseten… Tarım ve hayvancılığa gereken önemin verilmesi…

Türk ailelerinin çocuklarını iktisadi misaka (ekonomi andına) göre yetiştirmesi… 

Gibi bir çok konuda…

Tarımsal, sınai ve ekonomik kalkınma hamleleri başlatılıyordu büyük bir hızla.

***

Aradan geçen üç yıl gibi kısa bir sürede… Bir çivi üretiminin dahi olmadığı bir ülkede…

1926 yılında büyük Önder Atatürk’ün yerli mallarını dünyaya tanıtmak için denizlere açılan Karadeniz vapuru ile…

Yerli üretim ile yerli mallarının egemen olduğu Türk İktisadi devrimini tüm dünyaya ilan ederek…

Türk milletinin umutların ne kadar taze ve genç olduğunu tüm dünyaya haykırıyorlardı…

***

Günümüzde çokça duyduğumuz… 

‘Tasarruf tedbirleri kapsamında’ cümlesinin içinden çekip aldığım tasarruf kelimesi tahlil edildiğinde…

Tasarruf kelimesinin lügatlardaki karşılığı…

Bir şeyi dilediği biçimde kullanma yetkisi…

Ya da… Parayı / tüketilecek herhangi bir şeyi dikkatli kullanma idareli harcama…

Şeklinde bir açıklama çıkar karşımıza…

Tasarruflu olmak deyimini ise…

Elde edilen gelirin tamamının harcanmayarak, geleceğe bırakılan kısmıdır…

Diyerek izah eder lügatlar…

Günümüzde yaşanan, halkın belini büken, umutlarını tüketen hayat pahalılığını…

Ödenemeyen elektrik faturaları ile karanlıkta kalan ve ısınamayan evleri, 

Ucuz ekmek kuyruğunda ekmek alabilmek için sıra bekleyen anne babaları…

Doğalgaz ve benzin fiyatları ile, yanamayan ocakları ve kaynayamayan tencereleri…

Ve aç karnına uykuya yatırılan çocukları… 

Tasarruf kelimesi ile bir arada telakki etmek…

Ve… Bu zor hayatları tasarruf tedbirleri kapsamında mütalaa etmek abesle iştigâldir…

Artmadan yetmezmiş derler ya… İşte o hesap…

Gelirlerin artmadığı ve bir türlü yetmediği yaşadığımız bu zor zamanlarda…

Ülkem insanının yaşantısını daha da zorlaştıran tasarruf tedbirlerinden söz etmek ise büyük bir acımasızlıktır…

Çünkü tasarruf… Mevcut birikimin har vurulup harman savrulmamasıdır…

Tasarruf… Çocuklukta ; harçlığından arta kalanların atıldığı kumbaradır…

Tasarruf… Gençlikte; aylık gelirinin bir kısmının bir kıyıya konması ile yuva kurmak hayalidir…

Tasarruf… Orta yaşta; ev almak, araba almak, çocuk evlendirmek ya da rahat  etmektir

Tasarruf… Yaşlılıkta kefen parasıdır… İhtiyat akçesi denilen kara gün parasıdır…

Devlet idaresinde ise… Tasarruf…

Dış güçlerin oyunlarına gelmemek için, yapılan bütün harcamalarda ihtiyatlı davranma halidir…

Kısacası… Ele güne muhtaç olmamak demektir.

İzmir İktisat kongresinin yapıldığı yıllarda topluma aşılanan iktisat şuuruna dönecek olursak…

Belli ki hayat…

Yeniden ayağa kalkmaya çalışan bu millete mecburi ders olarak koymuştu iktisat dersini…

Köylerin köy gibi olduğu, tarımın ülke ekonomisinin bel kemiği olduğu o yıllar…

Bereketli Anadolu toprakların sundukları ile bolluğun hakim olduğu…

Tahıl ambarlarının bir ülkeyi doyuracak kadar dolu olduğu yıllar…

Ve…İthal tarım ürünlerine tenezzül etmeyecek kadar kendi kendine yetebilen bir ülke…

Üst üste yaşanan savaşların yaşattığı o zorlu deneyim ile…

Her aile bir iktisat vekili yaratmıştı kendi içinde.

Bizim evin iktisat vekili babaannemdi…

İktisata verdiği önemle, torunlarına güvenli bir gelecek bırakabileceğinden umutluydu…

Gözlerine bakınca anlaşılırdı umutluluğu… Işıl Işıl parlardı gözleri…

Kaşıyla gözüyle işaret ettiklerinden anlardık verdiği direktifleri…

Anlamamazlıktan geldiğimizde de yükseltirdi sesini…

“İşinizin olmadığı yerde kapatın şavkları, nakış mı işliyorsunuz? … 

Akıtmayın suları boşa… Deniz olsa biter, dere olsa kurur…

Tabii umurunuz mu sizin… Yırtılan hacı Bekir’in yakası…”

Bu hacı Bekir de kimdi, nerede yaşardı çok merak ederdim… 

“Siz yokluk kıtlık görmemişsiniz de… Yerde alıp gökte yiyorsunuz… 

Kaç tane harp yaşadık biz… Mal mülk de bir işe yaramıyor memlekette para olmayınca… 

Lâzıma bakmayın elzeme bakın…

Yırtma defterinin sayfalarını… Sabunu sabunluğun içine koy erimesin..

Laflarım işinize gelmedi değil mi? 

Varken yok gibi yaşamayı öğrenirseniz yokken var gibi rahat edersiniz…

Başımıza neler gelecek bilmiyoruz… Zengini fakiri yok bu işin…

İdareli gidin, idareli… İdare eden, müdana etmez…

Hep al hep al olur mu canım… Bir de mor demeyi öğrenin hele…”

Aman babaanne… Hep aynı, hep aynı şeyleri söylüyorsun… 

Biz ne dersek diyelim… O, iktisattan asla taviz vermez, aynı uygulamalarla hep bildiğini söylerdi…

Elbiselerin etekleri bir sonraki sene giyilsin diye fazlaca kıvrılır..

Geçen senelerin kazağı sökülür, yıkanır, çile olur… Çileler, yeni baştan yumak… 

Sonra bir daha bir daha örülür… Ya sako olur ya da yelek… 

Kıyafetler mutlaka iki gruba ayırırdı… (*)Harcı alemlik ve de (**)Yabanlık…

“Telefin sonu tufandır… Aza kanaat etmeyen çoğu hiç bulamaz… İsraf haram…” 

Aman babaanne…Öbür dünyaya mı götürcen!.. 

O sırada sokaktan geçmekte olan…

Gevrekçi, elma şekerci ya da dondurmacının sesini duymaya görsün…

Öbür dünyaya götürmeyeceğini, anında verdiği uygulamalı cevapla bir güzel anlatırdı…

“Seslen derdi gitmesin satıcı… Sevinsin çocuklar…” 

Göğsünden çıkardığı mendile çıkılanmış paralarını avucunda sayarak…

Sokakta oynayan bütün çocuklara ya horoz şeker alırdı ya dondurma…

Eskiyen çarşafları, havluları kesip biçip, dikip de türlü şekillere sokarken bir taraftan…

Bir taraftan da…

Sandıktan çıkardığı hiç kullanılmamış çarşafları, havluları, kumaşları evlenecek kimsesiz kızlara yollardı…

Sana lazım olmayan başkasına elzemdir diyerek…

Benim için o yıllarda… Anlaşılması zor bir kadındı babaannem…

Onun; bir ekonomist, bir fütürist, bir sosyal denge uzmanı, bir düşünce insanı olduğunu 

Ve… Üretime dayalı ekonomi dersleri veren bir öğretmen olduğunu…

 Zamanla çok iyi anladım…  

O ve onun gibi ileriyi gören, tasarruf bilincini yaymayı kendine ilke edinmiş büyüklerimiz

Bana göre… Cumhuriyet dönemi sanayileşme sürecinde tesis edilmiş olan…

Özel sermayenin ve KiTlerin ilk ve önemli sermayedarları idi.

Onlar, her alanda uygulamalı bir nefs terbiyesi öğretisi ile…

Bugünün, yarını da olduğunu düşündürerek, iktisat  kavramını geliştiriyorlardı çocuk zihinlerimizde.

Önümüze çizdikleri lâzım ile elzem arasındaki ince çizgiyi yol haritası yaptığınızda

Tasarruf etmek bilinci ile tanış oluveriyordunuz…

Milli servetleri boşa harcayıp harcamamak… Sosyal dengeyi yaratmak ya da bozmak…

Hülasa… İsteklerin nefse galip gelmesine mani olmak…

Toplumun geliştirdiği bir bilinç düzeyi idi…

***

Bugün geldiğimiz noktada… Tasarruf mu dediniz?

Tasarruf… Mevcudu namevcut yapmamaktır!..

Tasarruf… Var olan bir kaynağı, geliri, malı, metayı muhafaza etmek ya da çoğaltmaktır

Tasarruf… Paranın yettiği zamanlarda mümkün olur ve artan değerlerle bir arada telaffuz edilir…

Eksilen değerlerle tasarruf bilincinden söz etmek ise  abesle iştigaldir…

Ona olsa olsa, darboğaza girmek, sıfırı tüketmek ya da kemerleri sıkmak  denir…

İktisat mı dediniz? İşte şimdi büyüklerimizin dediği yerdeyiz…

O hep çağıldayacak sandığımız dereler kurudu…

Memleketteki tüm membaların suyu çekildi…

Tasarruflarını öbür dünyaya götüremeyenlerin…

Çalışıp çabalayıp bizlere bıraktıkları  bu cennet vatanın…

Nasıl da tarumar edildiğinin ibretlik hikayesini hayretle okuyacak gelecek nesiller…

Çaresi yok… Onlar da tekrar bir diriliş hikayesi yazmak için alacaklar ellerine kalemi…

Geriye dönüp dönüp bakarak, geçmişten ders alarak yazacaklar kendi geleceklerini… 

Ata’mızın yüz yıl öncesinden söylemiş olduğu…

“ Zamanımız tamamen bir iktisat çağından başka bir şey değildir” 

Diyerek, iktisadi kalkınmanın önemine  büyük vurgu yapan sözleri…

Yine bu kurtuluş hikayesinin de önsözü olacak besbelli…

Başka yolu yok… Formüller belli… Gidiş yolu sarih ve şablon ortada…

Yeniden… Dışa bağımlı olmayan ve  kendi kendine yetebilen bir ülke olabilmek için…

Geri kalmış ülkeler sıralamasında yer almamak için…

Bir an önce… Tarımda, ilimde, bilimde, teknolojide, fende… Üretmek, üretmek, üretmek.

Cumhuriyet’in ilk yıllarının yarattığı o güçlü memleket sevdası şuurunu tekrar canlandırarak…

Bu vatanın yeniden diriliş hikayesini yazabilecek ilhamı bulabilmek dileği ile…

“Çalışmadan, yorulmadan ve üretmeden, rahat yaşamak isteyen toplumlar; evvela haysiyetlerini, sonra hürriyetlerini daha sonra da istiklâl ve istikballerini kaybetmeye mahkumdurlar.”          M.Kemâl Atatürk   

(*) Harcı alem: Herkesin alabileceği, herkesin kullanabileceği, her keseye uygun.

(**) Yabanlık: Bayram gibi önemli günlerde veya konukların yanına çıkarken giyilen yeni giysi.