GÜNCEL EGE YEREL YÖNETİMLER EKONOMİ POLİTİKA SPOR RÖPORTAJLAR YAZAR CAFE FOTO GALERİ VİDEO GALERİ
Nedim ATİLLA
YAZARLAR
16 Ocak 2024 Salı

Büyük bir Atatürkçü’nün ardından

Dün yitirdiğimiz sevgili Hanri Benazüs ile kaç kez aynı salonda, bazen aynı masada olduk? Bilemiyorum. 2023’te iki kez dinledim kendisini. İlki Mart ayındaki İkinci Yüzyılın İktisat Kongresi’nde, ikincisi Uluslararası Rotary 2420. Bölge 10 Kasım Atatürk’ü anma etkinliğinde.

Hanri Bey’in “büyülü” bir konuşma tarzı vardı, dinleyenler anımsar… İlk cümleden itibaren “Atatürkçülük felsefesinin tutkunu” olduğunu hemen anlardınız. Büyük kaybımızı bugün Mart 2023’te AASSM’de yaptığı konuşmadan bazı notlarla anmak istiyorum. Hanri Benazüs’ün anısı önünde saygı ile eğiliyorum.

Konuşmanın Başlığı “1923 Türkiyesi ve Mustafa Kemal” İdi.

Hanri Bey konuşmasında “Mustafa Kemal'in ne ihtilalci bir görüntü vermek isteyen ne de yönetime isyan eden sıradan bir maceraperest olmadığının” önemli bir kişi olduğunun yinelemişti.

İkinci Yüzyılın İktisat Kongresi’nde yaptığı konuşmadan altını çizdiklerim şöyle:

Daha genç bir subay olan Mustafa Kemal durduk yerde bir macera peşinde koşan sıradan birisi değil, tam aksine hayalini kurduğu, yüreğinde şekillendirdiği bir “Yeniden Doğuşu” hayata geçirmeyi düşünen bir idealisti.  Mustafa Kemal'i bir 29 Ekim 1923 sürecine zorlayan ve hatta başka bir yol kalmadığı inancına sürükleyen nedenleri anlamadan bizim ne gerçek Mustafa Kemal'i ne de tarihimizin ve talihimizin bir dönüm noktası olan  Cumhuriyet gerçeğini anlamamız mümkün  olamaz.

Doğaldır ki, Mondros Mütarekesi, Osmanlı Devleti'nin, tarihte iz bırakacak, en büyük başarısızlıklarından biriydi. Ancak mütarekeyi izleyen o günlerde, memleketin hiçbir yöresinde, bir direniş fikri, daha oluşmaya başlamamıştır. Herkes, soğuk bir ölüm nefesinin duyulabileceği; “Bir bitişin, bir sona erişin, bir hiç oluşun” ezikliği altında idi.

Hepimiz 19 Mayıs'ı “Sonun Başlangıcı” olarak görsek de Cumhuriyet'i o günlere dek süre gelen yok oluş ortamını “Başlangıcın Sonu” olarak kabul etmek durumundayız. O'nun ve Cumhuriyetin önünde hazır bir model de yoktu. Yolunu düşünerek, arayarak, deneyerek açtı.

Şartlardan, gereksinimlerden, imkanlardan, tarihten yararlandı. Ama; Para yok. Kredi yok. Yetişmiş yeterli sayıda eleman, uzman, araç, gereç yok. Üstüne üstlük Osmanlı'dan borca batık bir miras kalmış. Ama o günlerin altın kuşağında sadece iki şey vardı: Akıl ve yurtseverlik. Bu iki güçle yola çıktılar. Mucizeler yarattılar. Peki, her şeyi başarabildiler mi? Bana kalırsa 15 yıla sağabilecek her şeyi fazlasıyla başardılar. Eksik kalanlarını tamamlamak sonraki bizim kuşaklara düşerdi.

Peki. Biz sonraki kuşaklar görevlerimizi yapabildik mi? Bunu her türlü duygusallığa, partizanlığa kapılmadan dürüstçe sorgulamamız gerekmez mi?. Cumhuriyet kurulurken ülke gerçekten de harap ve virane, halk sefil ve perişan değil miydi?

Tek suçlu savaşlar mıydı? Yüzyıllardır akıl ve bilim ihmal edilmemiş miydi? Bağnazlık büyüyüp cehalet yaygınlaşmamış mıydı? Saltanat baskıcılığı, Türk halkını ve özellikle Anadolu'yu savsaklayıp boşlamamış mıydı?

Gerçek şu ki: 29 Ekim 1923 tarihinde Cumhuriyet kurulurken bu topraklar hala işgal altındaydı; “Yokluğun, yoksulluğun ve cehaletin işgaliydi bu.”

Evet 1923 yılının Devlet arşivlerine girip şöyle bir göz attığımızda şunları gözlemlemekteyiz: Ulusal Kurtuluş Savaşı sırasında düşman, 830 köyü tümüyle, 930 köyü kısmen yakmıştı. Yanan bina sayısı 114 bin 408, hasar gören bina sayısı 11 bin 404'tü. Yunanistan'dan gelen göçmen sayısı 400 bini geçmişti, göçmenlere ordunun yiyecek stoklarından yardım ediliyordu.

***

13 milyon insandan 3 milyonu trahomluydu. Nüfusun yüzde 14'ü sıtmalı, yüzde 9'u frengiliydi. Bebek ölüm oranı yüzde 65'ten fazlaydı. Telefon, motor, makine, otomobil yok denecek kadar azdı. Elektrik sadece İstanbul ve İzmir gibi bazı büyük kentlerde vardı. O da yabancıların elindeydi. Kapitülasyonlar ve Duyunu Umumiye ile iliklerimize kadar sömürülüyorduk.

Erkeklerin yüzde 7'si, kadınların binde 3'ü; toplam nüfusun ancak yüzde 3'ü, 4'ü okuma-yazma biliyordu. Kısacası Atatürk, Harf Devrimi'ni yapmadan önce de toplumun yüzde 90'ından fazlası anasının, babasının, dedesinin mezar taşını okuyamıyordu!

Tarikatlar ve cemaatler hayata yön veriyordu. Hukuk, yargı, anayasa, takvim, saat, ölçüler, hatta kılık kıyafet çağa uymuyordu. Kadının adı hiç yoktu. Kadın her bakımdan üçüncü sınıftı. Okuyan ve çalışan kadın sayısı iki elin on parmağını geçmezdi.

Yerli halk köylü, çiftçi, asker olmaya zorlanmıştı. Barış zamanlarında vergi yükü altında ezilen halk, savaş zamanlarında cepheden cepheye sürülmüştü.

Peki, Atatürk Cumhuriyeti ne yaptı?

Daha Ulusal Kurtuluş Savaşı devam ederken “Egemenlik kayıtsız şartsız milletindir” diyerek “saltanat putu”nu yıktı. Tekkeler, zaviyeler, medreseler, eski saat, ölçü, tartı, takvim, hukuk gibi çağa ve hayata uymayan kurumları kaldırdı.

Akla ve bilime önem verdi. Din ve dünya işlerini ayırdı. Yeni harfleri kabul ederek okuma yazmayı kolaylaştırdı. Millet Mektepleri,  Halkevleri,  Halkodaları, Köy Eğitmen Okulları, daha sonra Köy Enstitüleri ile  eğitim-öğretim seferberliği başlattı. Üniversite reformu yaptı. Okuyan öğrenci sayısını yüzde 600'den fazla arttırdı. Ekonomiyi millileştirdi.  Osmanlı borçlarını ödedi.

Ülkenin dört bir yanında 50'ye yakın fabrika kurdu. Madenleri çıkarıp işledi. Bankalar kurdu. Ülkeyi demir ağlarla ördü: 15 yılda -büyük bir bölümü Ankara'nın doğusuna olmak üzere- 4.000 kilometre'ye yakın demiryolu yaptı.

Köylüye toprak, tohum ve tarım araç gereçleri dağıttı. Köylüyü ezen vergileri kaldırdı. Doktor sayısını 10 yılda 244'ten 1925'e çıkardı. Anadolu'da numune hastaneleri, dispanserler, doğum evleri, süt damlaları, ana kucakları kurarak hastalıkların kökünü kazıdı.

Kadınlara sosyal ve siyasal haklar tanıdı. Cumhuriyet; emperyalizm, saray-sultan, geri kalmışlık, bağnazlık, cehalet prangalarını kırıp halkı özgürleştirdi.  Yüzyıllardır merkezden çevreye itilen, dışlanan bu toprağın insanını devletin asıl sahibi yaptı.

Demem o ki; Cumhuriyet ile aslında yüzlerce yıllık prangaları kırıp, yoktan bir ülke kurmuştu.

***

Siz yine de bir sorun kendinize; Nasıl kuruldu bu memleket? Nasıl oluştu bu millet?

Unutmayalım ki, şimdi biz dünyaya O'nun mavi gözleriyle bakıyoruz.

Şöyle tarihin tozlu sayfalarına bir göz atın, hangi lider kaldı, halkının bu kadar sevgisini taşıyan? Yalnız O'nun adı kaldı bu günlerde sadece. Atatürk'ü anlamak göz boyamak değil, her birimizin Mustafa Kemal olabilmesidir. O'nun gösterdiği yöne hep birlikte bakabilmektir. Çağdaşlık, uygarlık yolunda ilerlemektir. Barış ve refah içinde yaşamaktır. Atatürk'ü anlamak bir varoluş kavgasının adıdır.

Bu kavga yoksulluğa, gericiliğe, cehalete, tutsaklığa, dönekliğe karşı yapılan kavgadır. Atatürk'ü anlamak dünü bilmek, bu günü yaşayabilmek, yarını görebilmektir. Bana göre, Cumhuriyet; bağımsızlık ve özgürlük bayrağını elimizde sağlam ve yüksek tutmak ve onu her zaman, her şeye karşı korumaktır.

***

Mustafa Kemal Atatürk bu... Ne olur evladı olmayan bu yetimin, duygularını herkese anlatın. Anlatın ki, o yetimin, evlatlarımıza bıraktığı hediyenin kıymetini anlasın evlatlarımız. Cumhuriyet, çocuklara anlatıldığı gibi, folklorik bir müsamere coşkusundan ibaret değil çünkü... Anlatın ki, kökeninde barınan derin hüznü herkes kavrasın. İ

Kısacık ömründe bir insanın başına ne felaket gelebilirse hepsi gelmiş. Bunu anlatın... Direnen, teslim olmayan ruhu anlatın. Korkmayalım engellerden.  Korkmayalım yalnız kalmaktan. Korkmayalım işimizi kaybetmekten. Korkmayalım parasız kalmaktan. Korkmayın onu hazmedemeyenlerden.  Korkmayın doğrulardan. Yürek dediğimiz, sadece organ değil... Artık bunu iyice anlayın ve anlatın!!!