GÜNCEL EGE YEREL YÖNETİMLER EKONOMİ POLİTİKA SPOR RÖPORTAJLAR YAZAR CAFE FOTO GALERİ VİDEO GALERİ
Gönül Soyoğul
YAZARLAR
7 Şubat 2012 Salı

‘Bir market öyküsü’ne eklenenler…

Önce aşağıdaki satırları okuyalım; bana ait değil, Sabah Gazetesi Genel Yayın Yönetmeni Erdal Şafak’a ait.
Niye Erdal Abi’nin ‘Bir market Öyküsü’ öyküsü başlıklı yazısını alıntıladığımı, sonrasında belirteceğim.
*
“Kabul edin, "Tarihin bir sayfası daha çevrildi" gibi bir cümleyle karşılaştığınızda, sanki okuduğunuz romanın bir yaprağını daha devirmişsiniz gibi bir algı oluşuyor.
Oysa tarihin çevrilen o sayfasıyla birlikte nice hayatlar "Nisyan ile malul" insan belleğinin dipsiz uçurumlarına yuvarlanıyor, bir bilseniz...
 
"Tansaş" 1970'lerde, rahmetli İzmir Belediye Başkanı İhsan Alyanak'ın yoksul kesime ucuz et, sebze-meyve yedirmek, kışları kömürü piyasaya göre daha ucuza almalarını sağlamak için geliştirdiği bir "Tanzim Satış" formülüydü.
1980'lerde, kulakları çınlasın, İzmir'in ilk Büyükşehir Belediye Başkanı Burhan Özfatura'nın döneminde market zincirine dönüştürüldü.
1990'larda, onun da kulakları çınlasın, İzmir'in ikinci Büyükşehir Belediye Başkanı Yüksel Çakmur döneminde de Türkiye'nin değilse bile Ege'nin en prestijli süpermarketler zinciri haline geldi.
1990'lardaki başarının mimarı Çakmur'un Tansaş Genel Müdürlüğü'ne getirdiği rahmetli Ahmet Piriştina'ydı. Ama sosyal demokratların genlerindeki virüsün ortaya çıkması gecikmedi; Çakmur onu potansiyel bir siyasal rakip olarak görmeye başladı, sonunda da yollarını ayırdı.
Tansaş macerası ondan sonra farklı mecralara yöneldi... Konumuz o olmadığı için burada kesiyorum.
 
Benim çok arkadaşım ama çok az dostum var. Piriştina da bir elin parmaklarını geçmeyen o gruptandı.
Çakmur'la yolları ayrılıp Tansaş'tan uzaklaşınca, "Ahmet" dedim, "Edindiğin bu birikim ziyan olmamalı."
- Nasıl olacak?
- Tansaş gibi bir market zinciri niye kurmayasın ki?
- Hangi parayla?
 
İzmir'in para babalarını bir akşam Kültürpark'taki Tenis Kulüp'te verdiğim bir yemekte bir araya getirdim.
Projemi(zi) anlattım. "Bu, İzmir'in ilk çok ortaklı yatırım deneyi olacak" dedim üstüne basa basa.
Uzatmayayım; şöyle bir çözümde uzlaşma sağlandı: 100 kişi 100'er bin dolar koyacak, toplanacak 10 milyon dolarla bir hipermarket kurulacaktı. Sonra piyasadaki gelişmelere göre market zincirine dönüşme kararı alınırsa sermaye artırımına gidilecekti. Hatta belli bir aşamada halka arz kararı bile alındı.
 
Piriştina, ben ve bir hukuk müşaviri oturup ana sözleşmeyi hazırladık. Bazen Ahmet'in evinde, bazen Tenis Kulüp'te bir araya gelerek.
Şirketin adında biraz zorlandık, sonunda Ahmet, "Ağabey 'Kipa' fena isim değil" dedi.
- Ahmet, Yahudiler'in takkesi "Kippa" ile karıştırıp, "Siyonist sermaye İzmir'e sızdı" diye bizi taşa tutarlar.
- Ağabey, "Kitle Pazarlama"nın "Kipa"sı bu.
- O zaman "Ki-Pa" yazalım.
 
Neyse... Şirket kuruldu, 100 kişi 100'er bin dolar koydu. Hayır, ben ortak ol(a)madım. Çünkü değil 100 bin, bin dolarım bile yoktu.
Önce Bornova dışında muhteşem bir hipermarket inşa edildi. Onu İzmir'in diğer giriş-çıkış noktaları olan Balçova Çiğli'deki marketler izledi. Onları da Ege kentlerindeki marketler..
Arada "Kipa"nın bir bölümü halka arz edildi. Hisseleri İMKB'de çok prim yaptı. Ortaklardan sevgili Metin Akpınar borsada epey hisse toplayıp sermayedeki payını ciddi bir orana yükseltti.
Arada Ahmet Piriştina, İzmir Büyükşehir Belediye Başkanı seçildi ve etik kaygılarla şirketle ilişkisini kesti.
Ve birgün İngiltere'nin market zincirleri devi "Tesco", Kipa'nın kapısını çaldı. Verdiği teklif çok iyiydi. İlk sermayede 100'er bin dolar koyanlar 10'ar milyon dolara hisselerini devrettiler. Bir koyup 100 aldılar!
Hiçbirinden kuru bir teşekkür bile gelmedi; ne bana, ne Piriştina'ya.
 
Bütün bunları Ekonomi Servisimiz'in bir haberi çağrıştırdı: "Tesco" artık adındaki "Kipa"yı silmek istiyormuş...
Evet, tarihin bir sayfası çevriliyor. Ama o çevrilen sayfada nice hayatlar, nice acılar, sevinçler, hüzünler, ölümler gizli; bir bilseniz...”
 
* * *
 
Erdal Abi’nin; Kipa’yı satın alan grubun artık kuruluş ismini değiştirme isteğinden yola çıkarak, geçmişte yaşananların birebir tanığı olarak yazdığı bu yazıyı, 22 Ocak tarihli Sabah’taki köşesinden aldım.
Niye bu yazıyı alıntılamaya gerek duyduğuma gelince…
Bilindiği gibi bir süredir, İzmir’in iş dünyasına İzmir’i irdelemeye/anlamaya yönelik sorular yöneltiyorum. Süresiz seri röportajlarımın son konuğu, Kavuklar Holding Yönetim Kurulu Başkanı Abdullah Kavuk’tu.
O uzun söyleşiyi sabırla okuyanlar hatırlayacaktır; Abdullah Bey, şöyle diyordu:
“Şimdi Malatya’ya gidersiniz, diyelim ki bir sivil toplum hareketi olacak. Şurasını ben yapayım der birisi, öteki orasını ben yapayım, beriki de ortası bana kalsın der. Ama İzmir’e gelirsin, kimse oralı olmaz. Bireysel ve bencil düşünüyor.
Mesela birkaç kişinin dışında, üniversiteye iş yapılacak, geçmişte üç beş aile bir şeyler yapmış böyle. Salih İşgören’den başka eğitime katkı koyan isim aklınıza geliyor mu?
(…) Elini taşın altına koyacak, vermesini de bilecek ki İzmir gelişsin. Bir şey olsun. Bizim Malatya’da, Malatya Gelişim Grubu diye bir şirketimiz var, oradaki yapılan işle ilgili babamın bir rüyasıydı, işte alışveriş merkezine, otele kentin ihtiyacı var diye… Bizi de zoraki götürdü oraya ortak etti. Şimdi bakıyorum. Bir tane okul yapıp devlete teslim etti, bir tane fakülte yaptı üniversiteye teslim etti, kar da aramıyorlar insanlar. İzmir’de böyle bir şey yapabilir misiniz? Kamu kaynağı ile kurulan KİPA’nın paralarını alıp ceplerine koymadılar mı hepsi? Götürsün dağıtsınlar bakalım, verebiliyorlar mı? Bak, buna dikkat et, kamu kaynağıyla! Kamunun yerini kullandılar, parayı aldılar, ben hatta sizin gazetecilerden birisine söyledim ‘methedip duruyordun, haydi yazsana bunu’ dedim. “Daha bir daha ‘grup kurduk, şunu yaptık’ deseler de bir daha asla lehlerine yazı yazmayacağım, destek olmayacağım” dedi bana o gazeteci arkadaş. Çünkü niye? Açık açık söylüyorum. KİPA satıldı, neyle kuruldu? Üniversitenin arazisiyle kuruldu. Kim faydalandı? 100 kişi faydalandı. Yapsınlar İzmir’e bir şey, ne yaptılar? Ne yaptılar? Gelsinler çıksınlar ortaya ‘şunu yaptık’ desinler! ‘Bağışladık, vakıf kurduk, parayı şuraya buraya verdik, üniversite kurduk’ desinler. İstanbul’da, Ankara’da kaç tane vakıf üniversitesi var, nerde İzmir’de?”
 
Ezcümle… ‘İzmir’in seçkin, kendini kentin sahibi görenleri, İzmir’e sahip çıkmadılar; doğdukları ve doydukları kente karşı sorumluluklarını yerine getirmediler’ diyordu Abdullah Kavuk kendi cümleleriyle ve KİPA da bunun en güzel örneklerinden biriydi.
Abdullah Bey’in bu sözlerine karşılık ‘ama o iş hiç de öyle değildi ya da siz eksik biliyorsunuz’ gibi bir bilgiye/tanıklığa sahip değilim.
Ama…
Rahmetli Piriştina’nın en yakınındaki kişi olarak o ortaklığı yaşayan, o günlerde Yeni Asır’ın Genel Yayın Yönetmeni olan Erdal Şafak’ın 15 gün önce Sabah’taki köşesinde yazdığı KİPA’nın kuruluş hikayesi de ortada… Abdullah Kavuk’un soruları da…
KİPA’yı kurarken verdikleri 1’in, satışla 100 katını kazananların; bu kazançlarının 99’ını kendilerine ayırıp, hiç değilse 1’ini olsun İzmir için harcadıklarını, bir çeşme/bir okul/bir hayrat yaptırdıklarını gördük mü sahiden?
 
Aslında söyleyecek/yazacak çok şey var ama…
Şimdilik, “Vermeden almak Allah’a mahsustur derler, galiba bir de İzmir’in işadamlarına…” demekle yetinelim.
Arif olan zaten anlayacaktır ama…
Sözüm, sadece hükümetten ve yerel idareden iş/hizmet isteyenlere;
Bu kent için çırpınan, kendi kazanırken ‘doyduğu yeri’ de unutmayan ‘bir avuç’ insana değil elbet. Bunu da belirtelim.