GÜNCEL EGE YEREL YÖNETİMLER EKONOMİ POLİTİKA SPOR RÖPORTAJLAR YAZAR CAFE FOTO GALERİ VİDEO GALERİ
Gönül Soyoğul
YAZARLAR
16 Ocak 2012 Pazartesi

Tutukluluk zor… Ya tutuklu anne olmak?

Sevgili Ümit, Ege TV’deki Söz Meclisten İçeri programında, Buca Cezaevi’nde tutuklu olan İZENERJİ Genel Müdürü Ali Sabuktay’ın yazdığı mektuptan söz ettiğinden (köşesinde de yayınladığından) beri…
Ali’nin yazdığı mektuptaki ironiyi, kendi iç dünyasına çekilerek ruhunu koruma gayretini, özgürlüğü elinden alınmış bir insanın, koşulları zorlayarak kendini yeniden biçimlendirmeye dönük çabalarını düşünüyorum…
Kalabalık koğuşta dış dünyadan kopmayı başararak kitaplara/kahramanlarına dalabilen, el yazısını yeniden keşfeden ve ekmek artıklarıyla güvercinleri/kuşları beslemekten mutlu olan Ali Sabuktay’ın bir ‘direnme günlüğü’ gibi okuduğum satırlarına bakıp…
Daha önce bana Bergama Cezaevi’nden yazan (sizlerle de paylaştığım) üç annenin, Serpil Keskin, Pınar Çalışkan ve Tülay Tümay’ın satırlarındaki farklılığın nedenleri üzerine geziniyorum zihnimin labirentlerinde.
Bir erkeğin tutukluluk hali ile bir annenin tutukluluğu arasında neden fark oluştuğunu…
Anneliğin, her durumda neden zor zanaat olduğunu… Zihin arşivimdeki bilgilerle anlamaya çalışıyorum…
*
Sorumluluğu, daha karnına düştüğü anda aldığın için devasa bir güç verirken, bir yanıyla da ‘aşil topuğu’dur kadının anne olması.
Hem en güçlü, hem en zayıf yer olan annelik, bu iki duygu arasındaki gelgitleridir ömrün. Bazen dağları devirirsin o duygu ile, bazen çöker kalırsın, canı içinde çuval misali kof bir bedene dönüşürsün.
Yaşanılan çaresizliği bazen güce dönüştürürsün, bazen de o çaresizliğin altında kalır, erirsin. Her halükarda öncelikle odaklandığın, işin/kariyerin, hatta annen/baban/kardeşlerin değildir de canının merkezi olan çocuktur, evladındır.
Bundandır sanırım, ‘Hem kariyer yaparım, hem çocuk’ diyen bir baba açıklaması duymayışımız. Doğal durumun dile getirilmeyişi…
*
Genlerimize yazılmış, kuşaktan kuşağa aktarılmış, etimizin çekirdeğine işlenmiş ‘annelik’; mahkumiyeti de erkeğinkinden farklı kılıyor işte.
Onun için, Bergama Cezaevi’nin kadınlarından gelen mektuplar isyan/acı/çaresizlik satırlarıyla örülü.
Tülay Tümay bu yüzden ‘zaten ayrılmış bir anne babanın zorluğunu yaşarken psikolojisi bozulan 16 yaşındaki genç kızımın yaşayacağı travmanın vebalini nasıl ödeyecekler’ diye soruyor.
Pınar Çalışkan, “Ne bilirkişi raporlarında ne de tespit edilen telefon görüşmelerinde ismim olmamasına rağmen tutuklu olarak buradayım. Bu, çok ağırıma gidiyor Gönül Hanım. Benim bir ailem ve iki çocuğum var. Onların durumu ne olacak? Çocuklarıma okulda ne diyecekler? Psikolojik sıkıntılarını kim çözecek? Ben çocuklarımı görmeden yaşayamam ki! Biri delikanlı, bu durum ergenliğini nasıl etkileyecek? Arkadaşları ona ne gözle bakacak? Öteki 1. sınıfta hiçbir şeyden haberi yok kuzumun, beni iş için gitti biliyor. Ben onları ortada yapayalnız bıraktım. Benim kızımın saçlarını kim tarayacak? Geceleri kim masal okuyacak? Oğluma annem diye kim sarılacak” diye isyan ediyor.
‘Daha kaç annenin yüreği kan ağlayacak? Kaç anne daha çocuklarının hasretiyle yanacak?” diye sesleniyor.
Sadece özgürlüklerinin değil, evlatlarının da ellerinden alınmış olduğu hissi, mektuplarının her bir satırına yansıyor.
*
Neler hissettiklerini/yaşadıklarını tüm benliğimle hisseden bir anne olarak,
En kısa sürede hakim karşısına çıkarılmalarını, suçlu/suçsuz ayırdının/adaletin bir an önce yerine getirilmesini istemek ve önce özgürlüklerine, sonra da evlatlarına/sevdiklerine kavuşmalarını dilemekten…
‘Görülmüş’ damgalı mektuplarını paylaşmaktan,
“Acınızı/isyanınızı anlıyoruz’ demekten başka…
Gelen yok elimizden yazık ki.