GÜNCEL EGE YEREL YÖNETİMLER EKONOMİ POLİTİKA SPOR RÖPORTAJLAR YAZAR CAFE FOTO GALERİ VİDEO GALERİ
Gönül Soyoğul
YAZARLAR
7 Ocak 2012 Cumartesi

'Ben bile bu iktidar kadar kötü olamadım'

Yağmur misali, sıra sıra gözaltılar/tutuklamalar oldu önce.
Hazırlanamayan, uzadıkça uzayan iddianameleri beklerken, bir kısım medyaya servis edilen suçlamaları okuyup bilgilenebildik(!) sonra.
Şimdilerde de cezalarını peşin peşin yatmış tutukluların/şüphelilerin mahkemelerinden, medyada ‘sınırlı satır’da yer bulan savunmaları okuyoruz.
Ya da kendi adıma, ‘hepsini okumaya çalışıyorum’ mu demeliydim yoksa?
 
Önceki gün, ‘tahliye umudu’ bir kez daha bir sonraki duruşmaya kalan Ahmet Şık’ın ‘ben gazeteciyim’ diye başlayan savunmasını da arayıp tarayıp bulup okudum mesela. İçim burkularak.
‘Meslek ahlakını önemseyen ve gerçeğin peşindeki bir gazeteci olduğum için ben buradayım’ diyen meslektaşım, savunmasının bir yerinde şöyle diyordu:
“Bugün adaletten, hukuktan yoksun, sahte ve düzmece belgelerle yürüyen politik bir yargılama nedeniyle buradayım.
Hiç istemediğim halde bana yönelik iddialara ve iddianameye cevap vereceğim. 10 aydan uzun zamandır tutuklu kalmamın sebebi olsalar da iddiaları ciddiye almam mümkün değildir. Ama cevap vereceğim, çünkü bu süreçte bana destek olan arkadaşlarıma, gazeteci meslektaşlarıma ve kamuoyuna karşı bir sorumluluğum var. Bu sorumluluk gazeteci sorumluluğudur. Aynı zamanda Roland Barthes’i anarak “susmak değil, söylemek mecburiyetinin olduğu” günlerden geçtiğimizin farkında olan birisi olarak konuşacağım.
(…) Aylar önce tutuklandığım mahkemede de gazetecinin ‘görmeyenin gözü, duymayanın kulağı, konuşamayanın sesi olması’ gerektiğini dile getirmiştim. Bu prensipten hiç ayrılmadım. Bu nedenle yargısız infazlarda öldürülenler için “çatışmada ölü ele geçirilen teröristler” demedim. İşkence mağdurlarını görmezden gelmezlik etmedim. Gözaltında kaybedilenlerin “örgüt kamplarına gittiği” yalanına ortak olmadım. Üniforma giyip askeri helikopterlerle yakılıp yıkılan köylere gidip “bölücülerin hain saldırısı” diye yazmadım. Meçhul denen faillerin devletin tetikçisi olduğu gerçeğini de gizlemedim. Devletin kanla doldurduğu havuzda kulaç atıp kendime gazeteci de demedim. Tanık olduklarımı demokrasi havarisi kılığına girmiş kimileri gibi bugün değil yaşandığı dönemde yazdım. Söyledim.
Askerlerden ya da polislerden gelen andıçları, yani önüne her konanı yazan bir gazeteci hiç olmadım. Sırtımı iktidarlara, üniformalı ya da kravatlı güç odaklarına da dayamadım. Anlayacağınız ne iktidar sözcüsü, ne polis muhbiri, ne de Mehmetçik gazeteci oldum. Sadece gerçeği doğru olarak aktarmaya çalıştım. Tutuklanana kadar da öyle yapıyordum. Tam da bu yüzden gazetecilik mesleğimi nasıl yaptığımı bu mahkeme salonunda anlatmak zorunda bırakıldım.”
*
Gazetecilerin ‘gerçek gazetecilik’ yapmakta bu kadar zorlandıkları/bu kadar baskı altında oldukları bir başka dönem olmuş muydu diye düşünüyorum bir süredir, sık sık…
Aklıma gelen, sadece 12 Eylül dönemi. Askeri darbe yılları. Ki, o yılların sonlarına doğru henüz bir çaylak olarak başladığım meslekte, Kenan Evren’in Çeşmealtı taraflarındaki yazlığının satılığa çıkarıldığını ‘bir gazete ilanından’ yola çıkarak haber yapmış, o haber yüzünden Yazıişleri/Haber müdürleri ve bendeniz, Narlıdere’de kara gözlüklü (evet, gün ışığında kapkara güneş gözlüğü takmış) bir komutan tarafından sorgulanmıştık. ‘Kenan Evren’in evini satılığa çıkardığı haberini vererek evi teröristlere hedef göstermek’ gibi kötü maksatlı bir amacımız olmadığı sorgu sonucu anlaşılınca da kulağımız çekilerek gönderilmiştik. (Benzetme değil, gerçekten de o kara gözlüklü komutan bizi uğurlarken, şahsımın kulağımı ‘bir daha böyle haberler yapma’ nasihatıyla babacanca(!) çekmişti…)
Kitapçı rafları, o dönemde teröristlere yardım/yataklık ve de vatana ihanet suçlamalarıyla yargılanmış/tutuklanmış/işkence görmüş gazetecilerin anılarıyla dolu cilt cilt.… O günlerde çaylak bir gazeteci olarak şimdi gülümseyerek hatırladığım bu küçük/sevimsiz olay ne ki? Ama düşünün ki, ‘satılık ev’ haberinin bile başa bela olabildiğini…
 
Niye hatırladım bugün bunu?
Darbenin başındaki, binlerce gencin/insanın ölümünden/idamından/faili meçhul cinayetlerden/işkencelerinden/yakılan kitaplardan/köylerden, sürüm sürüm süründürülen aydınlarından sorumlu o kişi, hala serbest.
Darbe amaçlı terör örgütü kurmak girişiminde bulunduğu iddia edilen eski Genelkurmay Başkanı ise tutuklu.
Uluslar arası basın örgütlerinin de endişeyle izleyip raporlarla dile getirdikleri gibi, hapisteki (terörist/çete üyesi) gazetecilerin sayısı artmakta.
Darbe dönemlerindeki DGM’lerin yerini almış Özel Yetkili Mahkemelere göre, herkes her an terörist ya da bir çetenin mensubu olma potansiyeli taşıyor.
Eşkıyaların hüküm sürdüğü günlerde söylenmiş ‘korku dağları bekler’ lafı, dağ/ova demeden tüm memleket sathına yayılmış durumda.
Ben korku diyorum, Yusuf Çetin ise kötülük…
Tıpkı Erol Taş gibi, Türk sinemasının ‘kötü adam’ kontenjanından olan 40 yıllık sinema emekçisi Yusuf Çetin’in, dün bir kısım medyada yer bulan sözleri, acı gülümsetiyor insanı.
400’e yakın filmde ağırlıklı olarak ‘kötü’ karakterleri canlandıran Çetin, AKP iktidarı ile arasındaki farkı şöyle tanımlıyor o söyleşide:
“Ben kötü karakterini iyi oynadığımı, her zaman iyi bir oyuncu olduğumu düşünüyorum. Ancak bugünkü iktidarla kıyaslandığında, onları çok daha başarılı buluyorum ama bir farkla; onlar rol yapmıyor. Onlar Uludere’de katliama neden oldular. İnsanlar öldü. Ben küçük küçük rollerle kötü karakterler oynayıp kötülükleri anlatırken, onlar ülkenin her yanına koca bir kötülük saldılar.”
*
‘Kış daha başlamadı bile ama ben uzun bir yaz tatiline çıkmak istiyorum’ diye yazıyordu Senem Altan Vatan’daki köşesinde.
“Dinlenmek için değil daha ziyade unutmak için.
Bütün bu yaşananları, savaş ihtimallerini, 35 parçalanmış bedeni, siyaset rezaletlerini, devlet örgütünün acizliğini, dövülen gençleri, hapse atılan öğrencileri, başbakanı, onu savunanları, ona içi boş bir öfkeyle saldıranları, korkanları, korkmayı aydın olmak zannedenleri... Unutmak için uzun bir tatile çıkmak istiyorum.
Size de olmuyor mu bu?
Hayattan kaçmak için yorganın altına saklanmak gibi...
Rezaletlerden, acılardan, saçmalıklardan saklanmak için kaçmak istiyorum.”
 
Benimse, tatile gidesim bile yok!
Yorganın altına giresim, uyuyasım ve gözlerimi açtığımda, kendimi/ülkemi/kentimi, ‘normal’ bir hayatı yaşarken bulasım var..
Bütün olanı/biteni seyrediyor olmaktan, kendimi; hayatı bir mahcubiyet gibi yaşıyor hissetmekten yorgunum dostlar.

Umutsuz değil ama feci yorgun…