GÜNCEL EGE YEREL YÖNETİMLER EKONOMİ POLİTİKA SPOR RÖPORTAJLAR YAZAR CAFE FOTO GALERİ VİDEO GALERİ
Gönül Soyoğul
YAZARLAR
18 Ocak 2012 Çarşamba

Bir züğürt tesellisi…

Bu sabah beni gülümseten köşe yazısı, Münir Koçaslan’dan geldi.
İzmir’den daral gelip hemen her gazetecinin aklının bir köşesinde az ya da çok yer bulmuş ‘Bizans’ta/ulusal medyada çalışmak’ fikrini, ‘orta yaş’a ulaştıktan sonra gerçekleştiren, büyük bir cesaretle tası tarağı toplayıp kapağı İstanbul’a atan sevgili Münir, İzmir medyasında tedrisat görmüş, lisans/lisansüstü eğitimi yerel medyada oldukça başarılı şekilde yapmış bir meslektaşımız olarak…
Aynı mesleki başarıyı orada da gösterme konusunda, hiç zorluk çekmedi haliyle.
Bu kısa tanıtımdan sonra, gelelim esas mevzuya…
TV 8 kuruluşu olan ‘farklıhaber8’in Genel Yayın Yönetmeni olarak, yıllar önce İzmir’den İstanbul’a göçmüş meslektaşlarımızın başarı zincirine bir halka daha ekleyen Münir’in her gün izlediğim köşesi, bugün “İzmirliler şükredin siz!” diye başlıyordu.
Merakım başlıkla kuvvetlenip okudukça, hınzır bir gülümsemeye dönüştü.
Şöyle diyordu:
“Çok değil, bundan 10 ay öncesi İzmir’den ekranlara bakıp, gazeteleri okuyup İstanbul’un kışlarını görüyordum.
10 ay sonra…
Yaşıyorum.
Ve bu şehri, öyle diz boyu falan değil…
Top topu 2-3 santimlik karın nasıl teslim aldığına şahit oluyorum…
İnanamıyorum.
Üstelik meteorolojinin bangır bangır uyarısına… Neredeyse dakikalık.. Hem de tam isabet tahminlere rağmen…
***
Akşam üzeri serpiştirdi…
Öyle tipi falan da yok.
İstanbul kilitlendi…
Yollar tıkandı. Trafik durdu.
Milyonlarca İstanbullu mahsur kaldı, otomobillerin içinde…
“Kardeşim, o zaman toplu ulaşım araçlarını kullansalardı” dediğinizi duyar gibiyim.
Merak etmeyin.
Zaten çoğu öyle yaptı.
Yine işe yaramadı…
Metrobüsler rampaları tırmanamadı. Pes etti.
Hatta otobüs seferleri iptal edildi.
Duraklar miting meydanına döndü…
Manzara bir felaket…
Slalom yapar gibi kayan otomobiller…
Kaza yapanlar…
Kontağını kapatıp bekleyenler...
Ya kameralardan internete düşen görüntüler… Akıl almaz.
Hele köprü… Hiç sormayın.
Taşıtlar mıhlanıp kaldı.
Köprünün güvenliği riske girince..
Araç girişine izin verilmedi.
Binlerce kişi Boğaziçi Köprüsü’nü yürüyerek geçti.
Eve ulaşmak saatler sürdü…
 
Büyükşehir Belediyesi'nin portalına baktım, "ne var, ne yok" diye...
"İstanbul kara hazır" yazıyor.
Ya bir de hazır olmasaymış!
 
***
Aslında İstanbul’un parmakla gösterilecek kadar şanslılarındanımdır...
Evim, işyerine bir kilometre mesafede…
Ama gidemedim.
Ve bir kez daha anladım ki…
Allah’ın lütfuymuşsun İzmir…
Seni çok özlüyorum.”
*
Hem İzmir’i çok sevip hem de İzmir’den yakınılmamış bir gün geçirmeyen vatan evlatlarından biri olarak, hoşuma gitti yazı. Moral oldu.
İster ‘züğürt tesellisi’ deyin, ister ‘kayıp eşeğini bulduğuna’ sevinen bir garibanın ruh hali…
Ne derseniz deyin ama İzmir, sahiden de yaşanacak kent.
Bakımsız/yer yer deşilmiş/sonra yeniden düzeltilmiş/sonra yeniden eşilmiş yollarına,
Eskimiş/köhnemiş yüzüne, fırsatlarının azlığına…
İşini/maaşını beğenmedin mi? Hop başka bir şirkete/farklı bir işe atlama imkanının neredeyse olmayışına…
Kültürel doygunluk seçeneklerinin azlığına ve daha bir dolu falana filana rağmen…
Sadece ikliminin bahşettiği imkanlarla bile yaşanmak için tercih edilecek bir yer.
Yerle gök birleşse, zaman zaman sular yolları Venedik kanallarına döndürse bile ‘işe/okula gidememişliği’ değil de ‘geç kalmışlığı’ vardır mesela İzmirlinin.
Ama günlerce yaygara ederiz.
Yarım saatlik mesafeyi bir saatte alırsak kıyameti koparırız.
Belediyeyi, trafikten sorumlu olanları, yerel/genel kim varsa her tür yöneticiyi topa tutarız. Böyleyiz.
Ve elbette, ‘ne yani, İstanbul böyle’ diye sesimizi kesip oturacak, halimize ‘aman buna da şükür’ diyecek, azla yetinmeye devam edecek değiliz.
Daha iyisini istemeye ve her koşulda memnuniyetsizliğimizi yazmaya/konuşmaya ‘tam gaz’ devam evvelallah…
Ama yine de…
Sevgili Münir’in yazısını okumak, belki de bu yüzden iyi geldi. Değişmeyen koşullarımıza rağmen, yine de ‘kolay’ bir kentte yaşadığımızı, sahip olduğumuz nimetleri hatırlattığı için…
 
Arada bir de olsa ‘ölümü görüp sıtmaya razı olmaya’ ihtiyacımız mı var, ne?