GÜNCEL EGE YEREL YÖNETİMLER EKONOMİ POLİTİKA SPOR RÖPORTAJLAR YAZAR CAFE FOTO GALERİ VİDEO GALERİ
Gönül Soyoğul
YAZARLAR
6 Şubat 2014 Perşembe

‘Bebek İzmir’ üzerinden İzmir…

‘Türkiye’den sıkıldığım zaman İzmir’e giderim ben’ diye yazmıştı sevgili Yılmaz bir yazısında…
İzmir’de yaşayıp, üzerine Türkiye’nin karabasan gündemi çökenler ne yapacak?
Kendimce buldum bir formül, ben de İzmir’e gittim!
Aslında… İstesek de kaçamadığımız, zorunlu olarak dinlediğimiz/duyduğumuz seslerden, maruz kaldığımız artık öğürtü veren yolsuzluk/rüşvet haberlerinden/görüntülerinden, hem hırsız hem terbiyesizlerin seslerinin döküldüğü kayıtlardan, tapelerden, onların yorumcularından kaçtım. Dahası, İzmir Doğal Yaşam Parkı’na sığındım…
 
Pırıl pırıl gökyüzü… Güneş. Gölgeler hafiften ısırsa da şahane, “üşümüş bebek elleri gibi serin’ bir hava. Zaten etraf da bebek/çocuk çığlıklarıyla yüklü.
Çığlık çığlığa konuşan siyasetçiler… Çığlık çığlığa öldürülen oğullarının katillerine ‘yüzüme bak’ diye bağıran kederden yaşlanmış anneler, ablalar, babalar… Uzak diyarlarda, unutulmuş bir mezrada zatürreeden ölmüş 3 yaşındaki bebesini şehir merkezine sırtında çuvalla taşıyan baba da yok burada. Babalarının sırtlarında, bebek arabalarında, anne kucaklarında/ellerinde, ‘bebek İzmir’i’ görmek için gelmiş, ‘barınağından çıkmadı, onu göremedim’ diye ağlayan el bebe, gül bebeler… Kilometrelerce uzayan araç kuyruğuna girmeyi göze alıp çocuklarını İzmir’le tanıştırmaya, onun doğum gününe ortak etmeye getiren anneler, babalar, dedeler, nineler var.
 
İyi geleceğini umuyordum ama...
Onların neşeli gürültülerine, şaşırtan sevinçlerine, meraklı enerjilerine kısacık, bir kapı aralığından da olsa bakmanın nasıl iyi geldiğine… Kendim de şaşa kaldım.

 
Onca insanın kentin kimi yerlerine, otobüslere asılan afişlerle buluştuğuna, milyonlarca fenomeni olan Yılmaz’ın ‘hadi çocuklarınızı bebişin 3. doğum gününe götürmeye’ çağrısıyla hareketlendiğine katılsam da…
‘Bir filin, orada 50 bin insanı buluşturmasında başka bir neden de olmalı’ diyordu zihnim.
Dört yıl önce İzmir röportajları serisinde konuştuğum Dinç Bilgin’in ‘Kürtlerden korkan bir İzmir düşünemiyorum’ sözünün başka bir versiyonu… ‘AK Parti’den korkan, hatta ödü patlayan bir İzmir…’ Olabilir mi?
Korkudan ıslık çalan, -görünürde- çocuklarını eğlendirmek amaçlı da olsa birbirine sokulmaya, güçlerinin en azından AK Parti’yi İzmir’e sokmamaya yeteceğini test etmeye gelmiş gibi geldi bana o insanlar.
Çocukça bulabilir, hatta ileri gidip saçmalama hakkımı kullanmış olabileceğim de söylenebilir, ikisine de eyvallah... Ama sadece hissettiğim değil bu. Günlerdir, haftalardır, seçim sathına girildiğinden bu yana İzmir’in sokaklarında, otobüslerinde, pazaryerlerinde izlediğim, gözlediğim, konuştuğum insanlardan bana geçen çıkarımlar bu. Ki o korkuyu ayan beyan ifade edenler de var, gözleriyle, tavırlarıyla hissettirenler de…
Sanki içimden geçenleri anlamış gibi… İzmir için bir araya gelen binlerce İzmirliye, Aziz Kocaoğlu’na gösterilen ilgiye/sevgiye/fotoğraf çektirme/dokunma yarışına bakıp ‘Bu İzmir, eli kırılsa AK Partiye oy vermez’ diyor genç meslektaşlar…
İzmir’in, barınağından çıkıp yaş günü meyvelerini yemesini bekleyen, barınağın çevresini adeta etten duvar gibi çevirmiş binlerce insanı izlerken laflıyoruz biz de.
İzmir’in 30 ilçesini Binali Yıldırım’la gezip, sizin gazetelerde/tv’lerde gördüğünüz ‘en yakışıklı, en dingin, en gülümseyen’ hallerini fotoğraflamış gençlerden biri, aslında bu sonuca kendisi de şaşmış/çok hayret etmiş ifadesiyle “İnanılmaz bir şey Gönül Abla” diyor; “Partililerin arasında var ama sokaklarda, caddelerde Binali Yıldırım yok. Bir Allahın kulu da balkona çıksın, el sallasın, alkışlasın… Yok!”
En çok şaşırdığını da en sona saklıyor hayretkâr arkadaşım.
“Hani kahvelere giriyorlar ya, işte orada ben bile yıkılıyorum. Bizim halkımızın büyüğe, devlet erkanına sevmese bile saygısı, hürmeti vardır, ayağa kalkar. Okey oynayan bile tahtasının başına dikilir, misafir oturana kadar bekler değil mi? Öyle değil işte, kafalarını sallayıp okeye devam ediyorlar…”
Binali Bey’in partililere konuşurken yükselen sesinin, dikleşen omuzlarının sokaklarda dolaşırken nasıl olduğunu tariflerken, onun söylediklerini sürekli kafasıyla onaylayan bir diğer genç meslektaşım araya giriyor, “Her yerde protesto var. Kimi laf atıyor, kimi ayakkabı kutusunu sallıyor, kimi önüne çıkıp ‘söyle Ankara’ya az götürsünler ki emeklilere biraz para versinler’ diyor. Birini yazsak, beşini yazmıyoruz. Bakmayın görüntülerine, konuştuklarına, moralleri bozuk hepsinin…”
 
Sadece ‘yolsuzluk, havuz gazetelerin havuzunun nasıl dolduğu, fezlekeler, örgüt liderliği’ sorularıyla muhatap olmamak için değil sokaklardaki seçim çalışmalarını medyaya kapatmalarının nedeni… Gençlerin şahitlik ettiği, yazmasalar bile ilgisizliği, protestoları an be an zihinlerine kaydetmelerinin tanıklığını da istemiyor olmalı Binali Bey.
Ne kadar mütevazı olsa da Bakanlığın görkemine, alkışına, debdebesine alıştıktan sonra, adeta sıfırdan başlamış gibi, kendini anlatmak… Zor iş.
Artık sadece istediği görüntü ve konuşmalarla izlenmesine karar vermesi, kendince kendini koruma altına alması… Kendince haklı. Neyse…
 
İzmir’in doğum gününden, İzmir’in seçimlerine, tercihine; nereden nereye geldim…
İzmir’e gelmekle Türkiye’den kaçılmıyor işte… Son durak İzmir. Belki de onun için çok korkuyor İzmir. İstanbul’dan, Ankara’dan daha çok korkuyor. Onun için koluma yapışan, Aziz Bey’in her etkinliğine katıldığını söyleyen teyze “Garanti ama bu seçimler, İzmir’i onlara kaptırmayacağız ama değil mi?’ diye gözlerimin içine bakıyor korkuyla. Benden ‘garanti’ sözü bekliyor. Ne tuzu kuru, ne endişeli modern. Korkuyor, onu sakinleştirmemi ‘AK Parti’nin İzmir’de şansı hiç yok, merak etme sen’ dememi bekliyor. İzmir’den ötesi yok diye öylesine korkuyor ki… Korkusu içimi buruyor.
 
İzdihamdan, kalabalıktan, etten duvarla izlenen İzmir’i, iştahla meyveleri yiyişini göremedim. Gördüğüm İzmir’i yazdım. Affola…