GÜNCEL EGE YEREL YÖNETİMLER EKONOMİ POLİTİKA SPOR RÖPORTAJLAR YAZAR CAFE FOTO GALERİ VİDEO GALERİ
Gönül Soyoğul
YAZARLAR
23 Eylül 2013 Pazartesi

Batsın böyle derbi!

Pazar günü evdeki tüm aktiviteler/rutin işler/gidilecek yerler vs. her şey, 19’daki derbiye endeksliydi. Normalde 20’ye doğru yenilen yemek saati bile erkene çekildi, bulaşıklar makineye girdi, maça on kala koltuklarda yerler alındı.
Cemal Bey çilingir sofrasında, ana-kız çayla demlenmedeyiz. (Ki maçın ilerleyen saatlerinde derbi ile çayın hiç de iyi gitmediğini, kalp çarpıntısını/adrenalini bastırmada hırsla yenilen çekirdeğin bile yetersiz kaldığını bizzat test edip onaylıyorum)
Nadiren (bazı derbi ve bazı milli maçlarda) televizyon karşısına gönüllü oturan ben, bu kez Beşiktaş fanatiği kocadan bile heyecanlıyım.
Çünkü oğlum da İstanbul’da, Atatürk Olimpiyat Stadı’nda Doğu tribünlerinde…
Daha önce de birkaç kez derbi için İstanbul’a gitmeye meyletmiş, hem onun engelleri, hem de benim ‘üstün engellemelerim’ sayesinde siftah yapamamıştı.
Bu kez hem o kararlıydı, hem de ben rahattım.
Öyle ya, derbiydi ama Galatasaray seyircisi yasak nedeniyle yoktu, dolayısıyla statta sıfır gerginlik, ‘kendin çal kendin oyna’ durumu vardı, müthiş bir şölen yaşanacaktı, hepsi aynı taraftar grubundan olsa olsa şenlik çıkardı. O halde çocuk gidebilirdi! Üstelik yanında bir otobüs dolusu arkadaşı da vardı.
 
Eşim, maçın daha ilk anlarından itibaren hakem hatalarına ve Galatasaraylı futbolcuların davranışlarına odaklanmış, bir yandan da bana (kimbilir kaçıncı kez) faul ve ofsayt hakkında bilgiler verirken, odaklandığım tek konu, Beşiktaş’ın galibiyetiydi.
Tek istediğim zira; bir oyun izlemek, ekran başında gerilimi şahane bir sevinçle noktalamak, -anne bencilliğiyle- İstanbullara gitmiş oğlumun ve arkadaşlarının da mutlu/şen şakrak dönmesiydi…
Ama keyiften kabusa geçmek, uzun sürmedi.
Almeida’nın golüyle sevinç çığlıkları attığımız ilk yarı, sonrasında Galatasaray’ın iki golüyle uğradığım hayal kırıklığı bir yana… Son dakikalarda yaşadığım kalp çarpıntısını ve korkuyu/paniği anlatmam mümkün değil.
Ne olduğunu anlayamadan tribünlerin sahaya inmesiyle… Özel güvenlik, sahaya giren çevik kuvvet, kalkıp inen coplar, havada uçuşan sandalyeler eşliğinde çığlık atıyorum bu kez.
Eşim, hala Fırat Aydınus’un herkesi çıldırttığını anlatmaya çalışıyor; bense ‘oğlum orada, bana ne hakemden’ diye bağırıyorum.
80 bin kişi… Ya facia yaşanırsa, ya polis biber gazına abanırsa, astımı var, ya nefes alamazsa!
Yerimde duramıyorum, oturamıyorum, ne yapacağımı bilemiyorum, ilk golden sonra mesajlaşıp şakıdığımız oğluma telefonla ulaşamıyorum.
Neyse ki açıyor telefonu, stadın gürültüsünden söylediklerimi anlamıyor ama ben onu duyuyorum: Merak etme, onlar sadece bir grup, biz yerimizde oturuyoruz, korkma, ne işimiz var bizim orada anne, için rahat olsun…
 
Gece 3’e kadar, Twitter’ın başında ne olup bittiğini anlamaya çalışıyorum.
Daha ne olup bittiği netleşmeden sağduyulu/soğukkanlı konuşan Hakan Şükür’ün ‘sahaya atlayanların, olay çıkaranların Beşiktaş taraftarı olduğunu sanmıyorum’ yorumuyla paralel tweetler… Çarşı… Gezi’nin intikamı… Provokasyon… Çarşı’ya karşı kurulan 1453, sahadaki 4 savcı… biletsiz girmiş 10 bine yakın güruh… Kırılan gişeler… 67 gözaltı…
Gözüm kararıyor…
Sabah 5’e doğru, oğlumdan gelen “İki saat sonra İzmir’deyiz” mesajından sonra uykuya dalabiliyorum.
Sabah babasıyla konuşmalarını duyuyorum hayal meyal. ‘O grup sürekli hır çıkardı zaten tribünlerde... Çarşı’yla alakaları yok. Sahaya inenler onlar ve çatışmadan kaçışan insanlardı.’
 
Güvenli olacağını düşündüğümüz hiçbir şeyin aslında güvenli olmayabileceğini, planlayıcıların neler planladığından haberdar olmadığımız sürece, her an her yerde kaos yaşanabileceğini ve tam ortasında kalınabileceğini, hayatı sadece kendin için izole etmenin hiçbir anlamı olmadığını, ancak ülke güvenli olduğu sürece güvende olunabileceğini, hayatlarımızın nasıl pamuk ipliğine asılı olduğunu bir kez daha; dün benim için çok uzun geçen gecede bir kez daha anlıyorum. Evlat sahibi olmanın nasıl, hem ödül hem ceza anlamına gelebildiğini de…
 
İster ‘1453 Kartalları’, ister ‘Deplasman Kartalları’ grubu olsun; Gezi’nin yıldızı Çarşı’yı gönül tahtından indirmek için tezgahlanmış/kurgulanmış olaylarla kendi tahtlarını garantiye almaya… Dökülen yıldızlarını toplamaya çalışan her kimseyse… Hepsine lanet okuyorum.