GÜNCEL EGE YEREL YÖNETİMLER EKONOMİ POLİTİKA SPOR RÖPORTAJLAR YAZAR CAFE FOTO GALERİ VİDEO GALERİ
Gönül Soyoğul
YAZARLAR
29 Ağustos 2013 Perşembe

Haddim değil ama içim şişti içim!

Gerçekliği sadece ‘tiranlar’ olan, sahte kurtarıcılar ve sahte ideolojilerle bir türlü huzur bulamayan, dönüşümlerini maalesef kendi iç dinamikleri yapamayan, iç sesleri emperyalizmin kuşatmasıyla boğulan Ortadoğu bataklığı hakkında kalem oynatmak? Amam haşa!
Haddimi aşmam.
Haddim; ‘Kim kimdir, kim kimin dostu ya da düşmanıdır, ittifaklar nasıl şekillenir/değişir, hangi mezhep kimi oyar/kimi boyar’ın an be an değiştiği bu çetrefilli ve acılı coğrafya hakkındaki son gelişmeleri takip etmeye çalışmak… Pek çoğumuz gibi derin bir endişeyle ‘gidişat nedir/ne değildir’i anlamak.
Ama söz konusu Ortadoğu’ysa eğer, bu da hiç kolay olmuyor.
Bazen anlıyorum veya anladığımı sanıyorum, sonra bir bakıyorum ki hoooop başa dönmüş, kendimi ‘filanca daha önce filancayla değil miydi, hoppalaaa’ derken bulmuşum.
Neyse ki yalnız da değilim bu konuda, Ortadoğu muammasında. Üstelik küresel manada.
Öyle olmasa Financial Times’ta yayınlandıktan sonra internet fenomenine dönüşür müydü şu okur mektubu:
 
“Bu nasıl iştir?
İran, Esad'ı destekliyor.
Körfez ülkeleri ise Esad'a karşı.
Esad, Müslüman Kardeşler'e karşı.
Müslüman Kardeşler ve Obama, General Sisi'ye karşı.
Ama Körfez ülkeleri Sisi'yi destekliyor. Dolayısıyla Müslüman Kardeşler'e karşılar.
İran, Hamas'ı destekliyor, Hamas da Müslüman Kardeşler'i.
Obama, Müslüman Kardeşler'i destekliyor ama Hamas ABD karşıtı!
Körfez Ülkeleri ABD yanlısı. Ama Türkiye ve Körfez ülkeleri Esad'a karşı ama Türkiye aynı zamanda Müslüman Kardeşler tarafında, General Sisi'ye karşı.
Ama General Sisi, Körfez ülkeleri tarafından destekleniyor.
Ortadoğu'ya hoşgeldiniz, iyi günler dileriz.''
 
Yetkin olmadığım konuda bilmem derim elbette ama…
Kimin elinin kimin cebinde olduğunun bilinmez hale dönüştüğü bu topraklara ‘barış ve demokrasi getireceğiz’ palavralarıyla ancak ölüm, kan, vahşet ve acı götürmüş kan emici emperyalist güçlerle işimiz olmadığını bilirim mesela.
Savaşa bodoslama hazır, ‘Haçlı ordusu’nun onbaşılığına soyunmuş AKP iktidarına ‘ne iştir bu iş’ diye sorabilirim mesela.
‘Sen bizim çocuklarımıza güvenip savaşa soyunuyorsan, bizim fikrimizi sordun mu’ diye kafa tutabilirim mesela.
‘Çok gönüllüysen git kendin savaş ya da oğullarını sür kan gölüne, bizi ve evlatlarımızı rahat bırak’ diyebilirim mesela.
‘Yeter artık, bıktık usandık kavgadan, içte/dışta savaş tamtamlarından/naralarından/korkmaktan ve de korkutulmaktan’ diye var gücümle haykırabilirim mesela.
Mesela da değil.
Soruyorum, kafa tutuyorum, bizi rahat bırak diyorum ve tüm gücümle haykırıyorum:
 
SAVAŞA HAYIRRRRRRRR! BİN KERE HAYIR!
 
 
ÇOCUKLARIMIZIN ÖLMESİNİ DEĞİL, YAŞAMASINI İSTİYORUZ!
 
* * *
(Kendimi; İzmir Büyükşehir Belediye Başkanlığı kulisleri, bol adaylı senaryoları yazmaya ve hatta Aziz Başkan’ın olası seçim senaryolarından biri olarak sınırlı sayıdaki insan arasında dolaşan bir alternatiften bahsetmeye odaklamıştım ki… Gazetelerdeki Ortadoğu manşetleri/haberleri/yorumları, üstüne bir de sosyal medyadan tufan halinde dökülen mesajlarla davul gibi gerildim. O şişkinlikle de elim klavyeye değer değmez bu satırlar dökülüverdi. Olası bir iç savaştan korkarken kapımıza dayanan bu savaştan, o topraklara dalarsak başımıza gelecek/gözümüze görüneceklerden ödüm patlıyor çünkü. Sağduyulu gelişmeler olur da korkum yatışırsa; yerele, bildiğimiz kendi sulara, yerel seçim nabzını tutmaya/aktarmaya döneriz elbet. Yeter ki şu savaş belasından uzaklaşalım.)