GÜNCEL EGE YEREL YÖNETİMLER EKONOMİ POLİTİKA SPOR RÖPORTAJLAR YAZAR CAFE FOTO GALERİ VİDEO GALERİ
Gönül Soyoğul
YAZARLAR
3 Temmuz 2013 Çarşamba

Dönüşüm…

Geçen hafta ‘Söz Meclisten İçeri’ye verdiğimiz bir programlık moladan istifade gittiğim Urla’da, 5 günlük tatilden bana kalan, “elinize su veren/yemek yapan/evi temizleyen bir yardımcınız yoksa; o tatil, tatil olmayıp zamanın bir apartman dairesi yerine bahçeli bir evde geçirilmesidir” düsturu oldu. Bir kez daha.
Aynı tarihlerde Urla’da bir koya misafir olan Başbakan’ımızla aynı havayı teneffüs etmenin dayanılmaz hazzı bir yana…
Kornasız, egzozsuz, hiç duymadığınız kuş cıvıltıları, şehirde göremediğiniz envai renkte kelebeklerin çiçeklerarası dansları arasında bir hamakta pineklemek, bahçe hortumunun ağaçları/çimleri serinlettiği gibi insanın içini yıkayan bir etkisi olduğunu da keşfetmek… Domatesin (niye 5 liraya fırladığını düşünmezseniz) zeytinyağı ve kekikle gerçekleştirdiği muhteşem uyuma her sabah şükrederek ekmekle ortak olmak…
‘Ne yazmalıyım’ yerine ‘ne pişirmeli/ne yemeli’ düşüncesiyle serin çarşaflarda uykuya geçmek…
Sabaha doğru ürpererek uyanıp pikeye sarınmak, o arada ‘sabah işe gitmek yok’ diye belli belirsiz bir sevinçle yeniden uykuya sarılmak da bir şey.
Basit bir hayatın basit gaileleriyle geçen 5 gün… Yine de iyi bir şey.
*
Hayatınızın rutin akışını 5 günlüğüne değiştirseniz de yaşadıklarınız ve yaşanmakta olanlar değişmiyor elbette. Ve elbette ‘aman be tatildeyim’ diye bir perde inmiyor ne gözlerinize, ne de beyninize/yüreğinize. Belki biraz miyoplaştırıyor, o kadar.
Lakin… İzmir’den 45 kilometre uzaklıkta, (gündemden hiç değilse saati saatine uzak olayım diye) bilerek seçtiğim internetsiz ortamda, gazeteleri yayılarak okuma çabam, asıl miyoplaşmanın yazılı basında olduğu gerçeğini kimbilir kaçıncı kez fena halde çakıveriyor kafama.
Medyayı son beş yıldır sadece internetten ve sadece istediklerimi/dikkatimi çekenleri seçerek izleyen biri olarak, üstelik meslekteki 30 yılın 25 yılını yazılı medyada geçirmiş biri olarak üzülerek yazıyorum ki… Kağıda basılı gazeteler feci halde sıkıcılar. Her gün satın aldığım 5 günlük gazeteye ayırdığım toplam saat, biri bile bulmadı bu yüzden. Ve o bir saatin içinde en fazla elimde kalan sayfalar, yerel ekler ve life haberlere yer veren bölümlerdi. 
 
Basının nereden gelip nereye gittiği, özellikle son 10 yılda AKP iktidarıyla nasıl ‘şahtan şahbaza’ dönüştüğü değil bugünkü yazı konum. Ama basının geldiği yere ‘tüy diken’ bir örnek olarak, siyasi bir yayın olmamasına rağmen NTV Tarih Dergisi’nin Doğuş Yayın Grubu tarafından kapatılış gerekçesinin ‘tarihi’ bir durak olduğunu söylemeden geçemeyeceğim.
“Yaşarken yazılan tarih” başlıklı Gezi özel sayısı nedeniyle 5 yıldır yayın hayatında olan başarılı/kar eden bir dergiyi kapatacak kadar iktidardan korkmuş/tırmış bir patron örneği içimdeki tiksinti duygusunu kabartırken…
‘Dibe vurmanın bazen hızla yukarıya çıkış olduğu’ umuduna/tezine tutunarak… NTV Tarih’i titizlikle yayına hazırlayıp matbaaya gönderen, akabinde derginin kapatıldığı haberiyle karşılaşıp istifasını veren genel yayın yönetmeni Gürsel Göncü’nün “Bu ülkenin yöneticileri her şeyi bu kadar siyaseten okumasaydı, bu kadar siyaset endeksli bir hayata zorlamasalardı bizleri, barış içinde ve çok daha normalize bir şekilde yaşardık. Reel siyasetin her şeyi domine etmesi, Türkiye’nin esas ihtiyacı olan kaliteli medya ve yayınları etkiliyor. Bu çok umut kırıcı” sözlerinin tersine, umudumu diri tutmaya çalışıyorum.
Siyasi olmayan bir derginin kapatılması her ne kadar umut kırıcı gibi görünse de niye umutlu olmamız gerektiği; yayımlanamayan Gezi özel sayısının ilk sayfasındaki yayın yönetmeni Göncü’nün ‘editörden’ isimli köşesinde yatıyor aslında.
Şöyle yazmış ‘Tarihe tanıklık etmek, gençlerden öğrenmek’ başlıklı yazısında Göncü:
 
“Hem cesur hem bilgeydiler. Hem bir, hem birliktiler. Hem birbirlerinden farklı hem ortaktılar. Hem tek başına hem kalabalıktılar. Böyle olduklarını bilmiyorduk. Belki onlar da kendilerini böyle bilmiyorlardı. Çadırlarının yakılmasından iki gün önce onları Gezi Parkı’nda gördüğümde, “ne kadar kendi halinde” çocuklar demiştim. Bu çocukların Türkiye tarihindeki en geniş kapsamlı kendiliğinden hareketi başlatacaklarını hiç düşünmemiştim. Siyasi partilerden en marjinal örgüte, medyasından polisine, belediyesinden yargısına, sendikasından iş dünyasına neredeyse bütün kurum-kuruluşları sallayacak bir etki yaratabilecekleri kimin aklına gelirdi?
 
Bunlar sonuçta “üç-beş çapulcu” değildi ama, biz çoğu yetişkinin de yıllardır tekrarladığımız “okumaz etmez, kültürsüz, bilgisiz, bilinçsiz, Türkçesiz, geçmişinden habersiz, yol-yordam bilmez, bencil, apolitik, vs.” gençler değiller miydi?
 
Değillermiş. Bunu hem her şeyden önce kendilerine kanıtladılar, hem de cümle aleme gösterdiler. Onların direnişini bırakın anlamayı, algılamakta zorlandık. Onların mizahı karşısında komik durumlara düştük. Onların iletişimi karşısında postacı bile olamadık.
 
Görüşü, ideolojisi ne olursa olsun, hadiseleri siyaseten yorumlamaya, daha doğrusu kendi bildiği siyaset üzerinden açıklamaya çalışan her kurum, kuruluş, kişi; bu gençlerin ortaya koyduğu “ortaya karışık” talepler ve sokak manzumesi karşısında, son kullanma tarihi geçmiş kaldı. İlerici, solcu, liberal, ulusalcı kesimlerin kimi sözcüleri, eylemlerin motoru gençler üzerinden bir devrim romantizmi devşirirken; muhafazakar, sağcı, Müslüman kimliğin öne çıkan aktörleri, uluslararası bir komplonun piyonları olarak nitelediği gençleri aşağıladı. “Büyük Oyun”da, son sıraya ulaşan piyonun vezire terfi edebileceğini göremedi.
 
NTV Tarih dergisi, çıktığı günden bu yana ilk kez bir sayısını tamamen özel bir konuya ayırıyor. Bu özel sayı, bu “fevkalade nüsha”, sabit sayfaları ile birlikte Gezi Parkı eylemlerine, onun hatırlattığı ve gündeme taşıdığı tarihteki diğer hadiselere, kavramlara, tartışmalara, analiz ve yorumlara ayrıldı. Amacımız, “yaşarken yazılan tarih”i yaşandığı dönemde yansıtmak ve geleceğe kalacak tarihî malzemeye bir katkı sağlamak.
 
NTV Tarih olarak bu sayımızı, hadiselerde yaşamını yitirenlere, onların ailelerine, yaralanıp sakat kalanlara, acı çekenlere ve asabı bozulan herkese adıyoruz.
Barış, huzur, kardeşlik içinde, farklılıkların zenginliğiyle yaşayalım.”
 
*
Bazen karamsarlık rüzgarına kapılsam da,
Bazen başımı alıp çok uzaklara gitme isteğim kabarsa da,
Bazen nedenli/nedensiz hüzünlerde kaybolsam da…
“Barış, huzur, kardeşlik içinde farklılıkların zenginliğiyle yaşayacağımız bir Türkiye” umudu, ‘Gezi’yi yaratan gençlerle birlikte kendini yeniledi ve çoğalttı bende.
5 günlük Urla ev tatilinin tortusu, özetle bu.
“Bastığın yerin iki ayağının kapladığından daha büyük olamayacağını anlamak ne büyük bir mutluluktur” diyen (bugün 130. doğum gününde andığımız) bir Franz Kafka’ya dönüş(e)meyeceğini bilsek de…Urla’da dinlenen Başbakan’ımız da kendini yenileyerek, hiç değilse asabını tuzlu deniz rüzgarlarında yıkayıp rahatlamış döner Ankara’ya umarım. Kendisi için ve memleket hayrına…