GÜNCEL EGE YEREL YÖNETİMLER EKONOMİ POLİTİKA SPOR RÖPORTAJLAR YAZAR CAFE FOTO GALERİ VİDEO GALERİ
Gönül Soyoğul
YAZARLAR
26 Temmuz 2013 Cuma

Sokak boksunda bir hamileler eksikti!

Fena halde bilenmiş, başbakan Erdoğan’ın itinayla uzattığı tuğlalarla aramızdaki duvarı her geçen gün daha yükseklere taşır durumdayız.
Öyle yüksek desibel ki bu öfke, birbirimizin sözlerini bile duymuyoruz, ağzını açanı, açtığına pişman etmeden bırakmıyoruz. Çullanıyoruz üstüne, kum torbası muamelesiyle girişiyoruz da girişiyoruz.
Gezi Parkı olayları sırasında yazdığı yazılarla dikkat çeken, (muhtemelen bu dikkatten ötürü dikkati çekilen) ve bugün gazetesinden/köşecilikten ayrıldığını duyuran Yeni Şafak yazarı Murat Menteş’in, gidişatını hızlandıran röportajda, Ayşe Arman’a da söylediği gibi “Türkiye’de insanlar el sıkışırken bile göz teması kurmuyor artık. Birbirimize karşı, mağara adamının kazma dişli dağ kaplanı hakkındaki düşünceleriyle doluyuz. Herkes ‘öteki’ni gavur, yobaz, hain, sapık, yalancı, hilekar zannediyor.”
Deli saçması bir zihniyetin kurduğu cümleden yola çıkıp o cümleyi karşımızda hısım gördüğümüz kim varsa ona mal edip ayaklanıyoruz.
‘Saçmalama hakkını kullanmış’ diyerek ya da ‘tüh Allah sana tependen baksın’ kalayıyla geçip gidebileceğimiz sözcükler etrafında (Muhammet Ali’yi anarak) kelebek gibi dans edip, arı gibi sokuyoruz.
Aslında ringdeki boksörler gibi bile değiliz.
Durumdan en az benim kadar rahatsız/tedirgin bir dostun ifadesiyle, sonunda taraflardan birinin kural dışı yere serilmesiyle sonuçlanması kaçınılmaz ‘sokak boksu’ yapıyoruz.
Çünkü bu dövüşün kuralı yok.
Belaltı vurmak, enseye vurmak, avuç içiyle vurmak, 360 derece dönerek saldırmak serbest. Ortada hakem var gibi görünse de belaltıya ihtar vermek bir yana, neredeyse ‘vur vur inlesin, yüzde 50 dinlesin’ diye haykırıyor. Üstelik bunu ‘orucunu açtıktan’ sonra, ‘birbirimizi daha iyi anlamak/sevmek/barışmak/yakınlaşmak için vesile olması gereken’ kutsal bir ayda devam ettiriyor.
En munis en sinirleri alınmış, ruhun bedenle nefsi öğrendiği bir ayda böyleysek….
Sinirlerin, adrenalinin tavan yaptığı, tansiyonun fırladığı seçim aylarında ne yapacağız?
Bu kadar gerilmiş halde üç seçimi nasıl kazasız belasız atlatacağız?
Ekonominin tehlike veren sinyalleri birer ikişer patlarsa, ekonomiyi ayakta tutan sıcak para buhar olup uçarsa, iflaslar batıklar ip gibi memleket sathına yayılırsa ya? Ne yapacağız?
Uluslar arası arenada büyük güç kazanan Kürtler de topyekün devreye girdiğinde birikmiş/sıkışmış düşmanlıkların çarpışması halini, bu halde nasıl önleyeceğiz?  
 
‘Durun, siz aslında kardeşsiniz’ repliğinin bile gülümsetemediği çok sıcak, bunaltıcı günlerden geçiyoruz.
Ve bu ‘kurşun gibi’ havayı dağıtmaya muktedir tek nefes, Başbakan Erdoğan.
Sıktığı yumruğu açsa, tokalaşmak için uzatsa; herkesten karşılık bulmasa bile o eli sıkacak en az bir yüzde 25 var ama…
O, anlaşılmaz bir şekilde yumruğunu sıktıkça sıkmaya devam ediyor. Elindeki yüzde 50’yi kemikleştirmek için, toplumu var gücüyle geriyor. Hırçınlık sularında kulaç atıyor. Şefkatten, merhametten, hoşgörüden giderek uzaklaşıyor, onunla birlikte herkesi uzaklaştırıyor. Safları onarılamaz biçimde derinleştirip ayrıştırıyor.
Son örnekte de görüldüğü gibi… Sokak dövüşüne hamileler de çekiliyor, delinin birinin kuyuya attığı ‘hamile kadınlar sokaklarda dolaşmasın’ taşı, hareler yarata yarata büyüyor, o taşı çıkarmak birinin bile aklına gelmediği ya da çıkarmaya çalışan da kuyulara itildiği gibi, herkes gönüllü ipsiz, dipsiz kuyulara dalıyor.
 
Gazetecilik yapmanın dayanılmaz ağırlığı altında, ‘tarafını seç’ nidaları arasında, ‘misyon gazeteciliğine’ zorlanmanın isyanı içerisinde çalışmak da ayrı bir sıkıntı…  “Ya benimsin ya kara toprağın!” repliğinin seçim yaklaştıkça, adaylar netleştikçe daha yükseleceği de ufuktaki kaçınılmaz bir başka dert.
 
Bu yazıyı da böyle bir dertleşme haline verin, değerli bölünmüş okur…