GÜNCEL EGE YEREL YÖNETİMLER EKONOMİ POLİTİKA SPOR RÖPORTAJLAR YAZAR CAFE FOTO GALERİ VİDEO GALERİ
Gönül Soyoğul
YAZARLAR
5 Ekim 2012 Cuma

Asla!

“…Gazetelerde garip bir savaşkanlık var.
Eğer yazılanlara bakarsanız, gidiyoruz, yeniyoruz, geliyoruz.
Osmanlı döneminde Girit için böyle savaş naralarının atıldığı bir dönemde Babıâli’nin önünde “savaş yanlısı” bir gösteri yapılmış.
Sadrazam, “göstericilerin hepsini askere alın” emrini vermiş.
Emri duyan kalabalık bir anda kayboluvermiş.
Böyle bir emir de şimdi çıksa, “önce gazeteciler gidecek savaşa” dense, ertesi gün o gazeteleri görmek isterim.
Savaşa gitmeyecek olanın, savaşa gidecekler adına ateşli nutuklar atmasını her zaman ahlaksızca buldum, her zaman da ahlaksızca bulurum.
Savaşlara hep savaşlarda ölmeyecek olanlar karar verir.
Savaşta ölmeyeceğine emin olan insanlar da el çırparlar.
“Savaş, savaş” diye bağıranları tutup sormak isterim, “sen savaşa gidecek misin”, “hayır” derse, “ne bağırıyorsun öyleyse” diye sormak isterim.
Ölecek sen değilsen, başkasının ölüme gitmesini nasıl böyle sevinçle isteyebiliyorsun?
Türkiye’nin ordusunun sizin sandığınız kadar güçlü, Suriye ordusunun sizin sandığınız kadar güçsüz olmayabileceğini hiç mi aklınıza getirmiyorsunuz?
Bir Türkiye-Suriye savaşının bölgede nelere yol açabileceğini hiç hesap ettiniz mi?
Bu savaşın bir “mezhepler savaşı” olarak algılanması hâlinde bunun içeride ve dışarıda ne tür sonuçlar verebileceğini hiç düşündünüz mü?
Böyle bir savaşta Türkiye’nin komşuları Rusya, İran, Irak’ın tutumlarının ne olacağını aklınızdan geçirdiniz mi?
Sanırım bizim gazetecilerin pek düşünmediklerini dünya düşünüyor” diye yazmış bugün Ahmet Altan.
Dün savaş çığırtkanlığı manşetleriyle çıkan gazeteleri gördüğümde, kimi yazarları okuduğumda hissettiklerim tam da buydu.
‘Savaş’ çığlıkları atanlara avazım çıktığı kadar ‘sen mi savaşacaksın? Senin evladın mı savaşacak. Git o zaman savaş, evladını at bakalım ateşin ortasına atabilirsen!’ diye bağırdı içim.
 
Bugün Türkiye Kadın Girişimciler Derneği Toplantısı'nda konuşan Egemen Bağış’ın sözleri de içimdeki sıkıntıyı katbekat artırdı.
KAGİDER üyesi bir kadının “Tezkereden başka formül bulunamaz mı? Biz savaş istemiyoruz" şeklindeki sorusuna, “Savaş konusundaki hassasiyetinizi saygıyla karşılıyorum. Ama şunu bilin ki Türkiye Cumhuriyetinin yöneticileri Cumhurbaşkanı, Meclis Başkanı, Başbakanı, bakanları, milletvekilleri, iktidarı, muhalefeti en az sizin kadar bu yükü üzerlerinde hissediyorlar. Bundan şüpheniz olmasın. Bu kolay bir karar değil ama zor olan kararları da birilerinin istişare etmesi gerekir" cevabını veren Bağış’ın; ‘tüylerimi diken diken eden’ sözleri gelmiş ardından.
"Biz bin yılı aşkın devlet geleneği olan ülkeyiz. O geleneğin içinde bizim her türlü senaryoya hazırlıklı olmamız gerekir. Türkiye eğer savaşmaya çok meraklı bir ülke olsaydı uçağı düşürüldüğünde onu bahane eder ve Suriye'yi yerle bir ederdi. Bugün Türkiye'nin askeri gücü Suriye'yi birkaç saat içerisinde yok edecek noktadadır çok şükür. Ama bizim Suriye halkıyla bir sorunumuz yok. Bizim komşularımızla dostlarımızla hiçbir ülkenin halkıyla bir sorunumuz yok."
 
Suriye’nin elinde kimyasal silah olduğunu sağır sultan bilirken Egemen Bağış’ın bilmemesi düşünülemez.
Diyelim ki Bağış’ın ifadesiyle Suriye’yi birkaç saat içinde yok ettik, kimyasal silahlar ne olacak? Amerikan senaryolarına göre kimyasal silah El Kaide’nin, Türkiye senaryolarına göre ise PKK’nın eline geçebilir.
Kabuslardan kabus beğenmek bu olsa gerek.
Savaşa girmenin an meselesi, çıkmanın, hele hele Ortadoğu gibi bin yıldır kan ve gözyaşı üreten bir coğrafyadan çıkmanın ne kadar zor (belki de imkansız) olduğunu herkes bilirken…
‘Gideriz, bir iki saatte yener çıkarız’ demek, hayalden de, ‘bekara karı boşamak kolay’dan da öte bir şey..
Savaş ölüm, acı demektir… Savaş kan, gözyaşı, yoksulluk, yokluk, felaket; Yaşadığımız en kötü günleri bile arar hale gelmek demektir.
Savaş, bir ülkeye yapılabilecek en büyük kötülük demektir.
Umarım, Egemen Bağış’ın ‘elinin kiri’ gibi baktığı ‘Suriye’ye girer çıkarız’ lafı, sadece laf olsun, düşmanlarımıza korku salsın diye söylenmiş bir laftır.
Umarım Ankara, elindeki sınırsız tezkere yetkisini kullanmaya kalkışmaz.
 
Bir sözüm de meslektaşlarıma…
Bizim olmayan bir savaşın içine çekilmenin hepimizin felaketi olacağını görmemek için gözlerimizin kör, yüreklerimizin sağır olması lazım.
Eli kalem tutan, konuşacak mikrofon bulan gazetecilerin barış diline her zamankinden daha çok ihtiyacımız var.
Savaş istemek, bunun üzerine yazı yazmak, politikacı taşlamaya asla benzemez.
‘Barıştan yana olmaktan başka seçeneğimiz yok’ demekten asla taviz vermeyin. ‘Savaşa asla’ demekten vazgeçmeyin.
Allahaşkına; ‘savaşa, kendiniz/evladınız gidecekmiş gibi’ düşünerek konuşun ve yazın.
Düşüncesi bile ne kadar acı veriyor görün.