GÜNCEL EGE YEREL YÖNETİMLER EKONOMİ POLİTİKA SPOR RÖPORTAJLAR YAZAR CAFE FOTO GALERİ VİDEO GALERİ
Gönül Soyoğul
YAZARLAR
14 Ağustos 2012 Salı

“Birkaç Mehmet” ha…

Günceli yazmayı bir süre askıya alsa da insan, temelinde uzun bir gazetecilik geçmişi olunca, ‘memleket hali’ üzerine ta çocukluktan itibaren ‘ne olacak’ demeyi hiç aksatmamışsa, güncelden hiç ama hiç kopamıyor. Birkaç saatlik ya da birkaç günlük kaçışlar olsa da yüreğinin/kafanın bir yanı hep ‘ne olacak bu memleketin hali’yle endişeleniyor, üzülüyor, korkuyor, çoğu kez de kahroluyor.
En çok da ölüm haberleri geldiğinde…
Televizyonlarda bayraklara sarılı genç cenazeleri, onlarla birlikte ölen anneleri/babaları/eşleri/çocukları izlediğinde…
Ailesinin dönüş yolu için gönderdiği 50 lirayı, bayramda iki çocuğuna kıyafet almak için saklayan ama bayramı bile göremeden kara toprağa düşen bir gencin son sözlerini duyduğunda…
‘Yaşıyor’ olmaktan hicap duyuyorsun.
Dünyaya el sallayıp kaybolan bu fidanlara mı, evladını toprağa veren anne/babalara mı yanacağını bilemiyorsun.
Çünkü biliyorsun ki genç ölüm en acısıdır.
Ve biliyorsun ki, bir anne/baba için, ‘çocuğundan bir gün/bir saat bile fazla yaşamaktan’ daha büyük bir felaket yok. Olamaz da.
 
 
Annelerin babaların yaşayan ölülere dönüştüğünü, yasın her geçen gün arttığını izleyerek kederlendiğimiz bu topraklarda,
Neden bunların yaşandığını, gençlerimizi niçin yaşatamadığımızı, ölümlerinde suçumuz olup olmadığımızı sorgulamayı geçtim… Hiç değilse saygı bekliyorsun.
İsimleri ne olursa olsun, hafızalara ‘Mehmetçik’ olarak kayda geçen bu fidanlara ve onları büyütebilmek için milyonlarca kez fedakarlık yapan, umut biriktiren yoksul anne babalarına karşı. Hiç değilse saygı…
 
Hüseyin Çelik’in iki yıl önce ESİAD’ın konuğu olarak geldiği İzmir’de, kenti ‘bakımsız, burnu akmış kir pas içindeki bir çocuğa’ benzetmesini tartışabiliriz…
Bunun bir gaf mı yoksa gerçeğin en saf hali mi olup olmadığı üzerine yorumlar yapabiliriz…
Katılabilir ya da örnek gösterdiği ‘Konya ve Kayseri gibi olmaktansa kir pas içinde gezmeyi yeğleyebileceğimizi’ söyleyebiliriz.
AKP Sözcüsü bu zat-ı muhtereme güler geçer veya öfkelenebiliriz.
Bunların hepsini yaptık zaten.
Kimimiz güldük geçtik, kimimiz kızdık söylendik.
Konuştuk, tartıştık ve hatta unuttuk.
Ama son söylediklerini unutmak…
İki yıl değil, yirmi iki yıl geçse, mümkün değil.
Çünkü bu sözler, ‘Çelik için şehit, sayıdan ibaretmiş’ dedirtiyor.
Bir çocuğun ölümünün anne baba için neler ifade ettiğini anlayamayan bir nobranlıkla sarf ettiği ‘PKK birkaç Mehmet’i şehit etti diye Meclis’i toplayamayız’ sözünün izahı yok.
İki çocuk sahibi, evlatları sağ bir anne olarak kalbimi dağlayan bu sözlerin, çocuklarını toprağa vermiş, onların şehit olduğu inancına sarılarak ayakta kalmaya çalışan ailelerini nasıl yakıp kavurduğunu düşünemiyorum bile.
 
Öylesine dehşet verici ki bu sözler... Hüseyin Çelik’in bu sözlerinin yanlış anlaşılmış olabileceği gibi bir ihtimali dahi getirmiştim aklıma. Bırakın bir siyasetçiyi, bir insanın böyle konuşabileceğine inanmak istememiştim çünkü.
Nitekim bugün, “Ben ‘PKK birkaç Mehmedi şehit etti diye Meclis’i toplayamayız’ diye bir ifade kullanmadım. Orada asla bir küçümseme ifadesi yoktur. Bu çarpıtmayı yapanların şereften ve ahlaktan nasibi yoktur” açıklamasını okuyunca, ‘iyi ki acele edip yazmamışım’ dedim kendime.
Ama sonra….
Habertürk.com’da haberin video kaydını izledim. Bir daha izledim, bir daha, bir daha…
Sağından solundan neresinden bakarsan bak, dinlersen dinle; Hüseyin Çelik ‘birkaç Mehmet’i şehit etti diye’ diye konuşuyor.
Heyhat!
O sözleri söylemekle kalmıyor;, üstüne, gözümüze baka baka bir de yalan söylüyor.
 “Özür dilenmesi gereken birşey olduğu zaman özür dilemek bir erdemdir. Ben özür dilenecek şeyler söylemedim. Bu sözde bir yanlışlık bulmadığım gibi bunda ısrarlıyım.
Bana şehitlik dersi vermeye kalkanların alnını karışlarım. Biz şehitliğin gaziliğin ne olduğunu biliriz. Beni istifaya, özüre davet edenler var. Ben gönülden yaralı olan şehit ailelerini incitecek birşey söylesem, kendi kendimi affetmen. Dil sürçmesi de olabilir o zaman da bin kere özür dilerim. Benim böyle bir durumum yok. Ben söylediğim sözü bilen bir insanım. Şehitler üzerinden günlük polemik yapmak en basit kelimeyle ahlaksızlıktır.” açıklamasını da yapabiliyor.
‘Dil tutulması’ yaşamadığını anlatırken, aslında ‘akıl ve vicdan tutulması’ yaşadığını itiraf ediyor yazık ki.
 
Hüseyin Çelik’e bu sözlerin özrü olmadığını, üstelik sesli ve görüntülü bir kayıt bulunduğunu, kalan tek erdeminse, istifa edip köşesine çekilmek olacağını anlatacak…
Değil görmek, adının bile duyulmak istenmediğini söyleyip, onun adına ‘siyaseten’ değil; samimiyetle/yürekten özür dileyecek şuurlu/vicdanlı isimler çıkacak mı AKP içinden bakalım.
Sessizlik dahi,
Çelik’in suçuna/nobranlığına ortak olmak,
Katlanılmazı, daha da katlanılmaz hale getirmek demektir.
Böyle biline…
 
 
ZORUNLU BİR NOT: Uzun süredir yazmıyorum. Ardı ardına sağlıkla ilgili sıkıntılar nedeniyle yaptığım ‘zorunlu izin’,, uzun bir ayrılık oldu, biliyorum. Bu zorunlu iznin bir süre daha devam edeceğini, ancak Eylül’den itibaren düzenli yazı ve röportajların (ve elbet Ege TV’de Söz Meclisten İçeri’nin) yeniden başlayacağını duyurayım ki; altında ‘sağlık’ dışında başkaca bir neden aranmasın. Bu vesileyle, herkese/hepimize İYİ BAYRAMLAR…