GÜNCEL EGE YEREL YÖNETİMLER EKONOMİ POLİTİKA SPOR RÖPORTAJLAR YAZAR CAFE FOTO GALERİ VİDEO GALERİ
Gönül Soyoğul
YAZARLAR
20 Nisan 2012 Cuma

''Rüya proje''nin ardında yatan anlayış...

"Türkiye’de bugün iki tür belediyecilik yarışıyor. Bir tür belediyecilik şu:

Başbakan oranın projelerini ilan ediyor, 'şunu yapacağız' diyor. Yani, tepeden merkezi iktidarın getirdiği projelerle yapılan belediyecilik var. Halbuki burada benim yaklaşımım, dünyada da kent planlamasına yaklaşım, katılımcı süreçlerle olması. Orada yaşayanların müşterek ihtiyaçlarını demokratik süreçler ile karşılamalıdır kentin yönetimi. Tepeden birinin ihsanı gibi bir şey değildir. Buradan doğması gerekir. Onun için öyle bir süreç başladı burada. Bu sürecin ilk adımı Kültür ve Sanat Çalıştayı oldu. Bu Kültür ve Sanat Çalıştayı’na İzmir’i seven, dışarıdan gelen bu konuyla ilgililer, İzmir’in fikir önderleri, düşünenleri herkes katıldı ve orada İzmir için bir vizyon gelişti. Aslında bütün öykü o vizyonla başlıyor."

(...) İzmirli belediyeciliği diye bir farklı belediyecilik kültürü oluşturmaya çalışıyoruz. Yani bu bugün bu parti olur, öteki gün farklı bir parti olur... Kimsenin görmezlikten gelemeyeceği farklı bir belediyecilik; halkın taleplerine duyarlı olan, siyasi olarak satışların yapıldığı değil katılımcı fikirlerin yaşama geçtiği bir belediyecilik türü. Bu yaklaşım, burada yaşayanların onurlarına sahip çıkmaktır. Onurlu yaşam hakkının parçasıdır. Yani ben bir siyasetçinin benim yaşadığım kente bir proje önermesini, onurlu yaşam hakkıma karşı bir pozisyon olarak görüyorum. Niye İzmir’de yaşayan biri olarak benim projelerim kamu alanında hayata geçmiyor?Soru bu. Onurlu yaşam hakkı demek, bu."

Kent filozofu Prof. Dr. İlhan Tekeli, yaklaşık iki ay önce yaptığımız görüşmede böyle diyordu.
Niye bu cümlelerle başlangıç yaptığıma gelince...
İzmir Büyükşehir Belediyesi tarafından "İzmirlilerin Denizle İlişkisini Güçlendirmekte Uygulanacak Tasarım Statejisi Planı" adıyla yürütülen, "İzmir Kıyılarının Tasarımı" diye kısaltılabilecek çalışma, ilk kez tüm detaylarıyla İzmir basınına tanıtılırken,
Ete kemiğe bürünmüş 40 kilometrelik sahilin yeni görüntüleri herkes gibi beni de mest etse de, projenin lideri olan İlhan Hoca'nın gerek daha önce, gerekse projenin tanıtımı sırasında vurgulamaya çalıştığı 'farklı belediyecilik'; beni, en az proje kadar ilgilendiriyor da ondan...

İster yoksul, ister fakir. İster dışarlıklı olalım, ister yerli; hepimizin bir şekilde denizli ilişkisi var bu kentte. Bazen seyrederek, bazen üzerinde gidip gelerek/seyahat ederek, bazen de kıyısında bir çay/bir simit/bir boyoz yiyerek, ya da rakılama/balıklama yaparak...
Ve her birimizin Körfez'in çevresiyle, Mavişehir'den İnciraltı'na kadar uzanan sahille ilgili ihtiyaçları, düşünceleri, hayalleri var.
Kimimiz bu gerdanlığın tüm çevresini bisikletiyle kat etmek, kimimiz mini bir trenle gezinmek, kimimiz ışık/su oyunlarını izlemek, kimimiz yüzlerce teknenin panayır alanına çevirdiği bir Körfez görmek istiyor.
Yapış yapış İzmir sıcağında biraz nefes almak, imbatla serinlemek için indiği sahillerde, gönlünü/ruhunu dinlendirecek her neyse, onu da bulmayı arzuluyor.
İşte bugün, Adnan Saygun'da anlatılan/gösterilen, hepimizin heyecanla dinlediği/izlediği hayallerimizin dile gelişiydi ve hepsinden önemlisi, bunlar, bu kentte yaşayanlara sorularak, onların ne istediklerine değer verilerek projelendirilmişti. İlhan Hoca'nın ifadesiyle, "rantı azdırıcı değil, yaşam kalitesini artırıcı" bir proje hazırlanmaya gayret edilmişti.
"Biz yaptık oldu" denmiyor, tam tersine sorarak, ihtiyaçlardan yola çıkarak hazırlanıyor ve tekrar soruluyor; 'Ne dersiniz, olmuş mu' deniliyordu...
Aylardır çoğu gönüllülük esasına dayalı bir çalışmayla, 100'den fazla insanın 'bir komün' gibi çalışıp hazırladığı, İzmirlinin yaşamına dokunacak, ona yeniden hayat verecek, yaşam kalitesini artıracak bu proje, tam da İzmir'e yakışır şekilde sunuluyordu...
'Demokrasinin beşiği kent' söyleminin ete kemiğe bürünmesi değil de nedir bu?
Bir tarafa ister 'Sulukule'yi, ister 'Taksim projesi'ni koyun, diğer tarafa da 'İzmir Kıyılarının Tasarımı'nı...
Birinde 'dayatmayı, insan yaşamına dibine kadar müdahaleyi, hiçe saymayı, tepeden inmeciliği' görürsünüz; diğerinde 'insanı odak alan' bir inceliği/naifliği... Kentin gerçek sahibi yaşayanların mutluluğunun esas alınışını... İnsan onuruna sahip çıkılışını...
Bu anlayışa sahip çıkan, 3-5 mimarla anlaşıp bir sahil bandı düzenlemesi çizdirip 'işte bunu yapacağız' demek yerine... Türkiye'nin ve İzmir'in değerli mimarlarını, şehir plancılarını, kent tasarımcılarını biraraya getirip kentlinin beklentilerinin/isteklerinin önemsendiği zahmetli/uzun/emek isteyen bir çalışmayı seçen Aziz Başkan'ı, canı gönülden kutluyorum. Öncelikle,bu nedenden...
Basın mensupları, meslek odaları, sivil toplum kuruluşları başta olmak üzere kentin bütün dinamikleri ile paylaşılacak, bu noktada yapılacak eleştirilerle/itirazlarla değişikliklere uğrayabilecek bu proje için (şimdilik) söyleyebileceğim bir diğer nokta da... Şu.
O sunumda olup da projeden etkilenmeyen yoktu.
Ama akıllardaki ortak endişe de 'merkezi hükümetin ne yapıp edip yapılmak istenenlere nasıl kulp bulup nasıl çelme takabileceği'ydi ki...
Bu endişenin ya da bu algının karşılığını, ancak ilerleyen günlerde yaşayarak göreceğiz.
Bakalım Hükümet, İzmir'i şıkır şıkır gösterecek bu Kıyı Projesine destek mi verecek, köstek mi olacak?
Bu soruya verilecek cevap, iktidarın 'Önemli olan İzmir'in kalkınması, güzelleşmesidir, kim yaparsa yapsın, yeter ki yapsın' söylemlerinin sahici olup olmadığının, 'İzmirliyi cezalandırmak' gibi bir gaye güdülüp güdülmediğinin de testi olacaktır.
Umarım bu bakış, sadece ve sadece kötümser bir önyargıdır.

Hem projenin hayata geçirilmesine,
Hem de merkezi yönetimin 'İzmir'de yaşayanlar da bizim insanımızdır' yaklaşımına, manen ve madden öylesine ihtiyacımız var ki...