GÜNCEL EGE YEREL YÖNETİMLER EKONOMİ POLİTİKA SPOR RÖPORTAJLAR YAZAR CAFE FOTO GALERİ VİDEO GALERİ
Ümit YALDIZ
YAZARLAR
20 Mayıs 2014 Salı

Asıl biz ölmüşüz arkadaş!

Facia, felaket, cinayet…  Adına ne derseniz deyin…
Soma’da 301 canın gidişi ruhlarımızda kalıcı, kocaman bir gedik açtı.
Birbirinden dramatik hikâyelere tanıklık ettik.
Devletin sedyesini kirletmemek için çizmesini çıkarmayı teklif eden yaralı madenci içimizi acıttı. Kömüre bulanmış yüzlerin arkasındaki altın yürekli Anadolu çocuklarını gösterdi giderek körleşen gözlerimize…
Arkadaşlarını kurtarmak için gidip dönmeyenleri, birlikte çıktıkları hayat yolculuğunda birlikte can veren ikizleri, babasını kurtarmak için girdiği madenden çıkamayan evladı, son nefesinde eline geçirdiği kâğıda çocuğuna hitaben ‘hakkını helal et’ yazarak avucunu sıkı sıkıya kapatan babaların hikâyeleriyle yüreklerimiz dağlandı.
İçten içe yandık…  
Sinir kızışması olduk.
Aklımıza onlarca soru işareti geldi.
Öfke nöbetlerine tutulduk.
Ve bir süre senaryoya maruz kaldık.
Siyasetin günü birlik telaşının arasında madencilerin cansız bedenlerine istatistikî bir rakam olarak bakan bakanları, başbakanları dinlerken utandığım(ız) anlar oldu.
Tek bir TOMA fiyatına 4-5 ‘nefes odası, yaşam odası’ yapılabileceği gerçeğiyle kahrolduk.
10 TOMA’ya koskoca Soma’nın kurtulacağının acısını taşımaya çalıştık.
Türkiye’nin Afganistan ve Pakistan’la birlikte dünyada ‘madenlerde yaşam odası zorunluluğu’ getirmeyen 3 ülkeden biri olduğu utancını ne yazık ki yaşadık.
Acısıyla başa çıkmaya çalışan ve iki polis tarafından kollarından yakalanan bir Somalıya tekmelerle girişen, üstüne tekme attığı ayağına 7 günlük iş göremez raporu alan Yusuf Yerkel’le aynı atmosferde bulunmanın, aynı havayı teneffüs etmenin ağırlığını taşımaya çalıştık. Fırça atan, azarlayan, bağıran-çağıran gerektiğinde aba altından, gerektiğinde açık açık sopa gösteren bir Başbakanımız vardı düne kadar.
Soma’da ‘Gerektiğinde tokat atan’ bir başbakanla tanıştık.
Ama şükürler olsun devletimiz tüm gücüyle oradaydı!
Özellikle defin işlemlerinde çok iyiydik!
İddia ediyorum bu hususta elimize su döken ülke yoktur.
Zaten maden kazalarında ölen insan sayısında da kimse elimize su dökemiyor.
Yani kolay kolay kırılma ihtimali de yok bu rekorların!   
Madencilerin cansız bedenleri saatler içinde tek tek fotoğraflandı. Soğuk hava depoları boşaltıldı.
Yakınlarının teşhis etmesi için özel sistemler kuruldu.
Soma belediyesi bir günde 120 mezar kazarak rekor kırdı mesela.
Tabutların, cenazeler için imam temini gibi konularda çok iyi organize olduk.
Gururlandık.
Ayrıca polisimiz de göğsümüzü kabarttı.
Soma’yı protesto edenlere başta İzmir olmak üzere yurdun hiçbir noktasında geçit verilmedi. Özellikle Manisa polisinin de hakkını teslim etmek lazım.
Kuş uçurtmadılar yerin üzerinde…
Uzun lafın kısası…
Sinirsel açıdan ‘ağır bir dayanıklılık testinden geçtik’ diyebilirim.
Ve bu faciada bile ikiye bölünmeyi başardık. Meseleye günübirlik siyaset gözlüğüyle bakıp ‘Aman başbakanımız/hükümetimiz/cumhurbaşkanı adayımız zeval görmesin’ diyenlerle ‘Erdoğan’ın işi işte şimdi bitti’ diyenler arasına sıkıştık.
 
Türkiye’nin 1999 Marmara Depremi’nden sonra gördüğü en büyük faciaydı Soma…
Ve dünyanın son 30–40 yılda kaydettiği en büyük maden kazası…
Ama böylesine büyük bir facia bile bizi bir arada tutmayı başaramadı.
Birlikte üzülemedik eskisi gibi…
Birlikte kaldıramadık cenazeleri…
Birlikte yürüyemedik, birlikte saramadık yaraları…
Nedeni mi?
Tabi ki iktidar hırsı, koltuk kavgası…
İktidarını, koltuğunu koruma içgüdüsü, refleksi… Mağdur ya da mahkum yaratma çabası…
Gözleri kör, vicdanları sağır eden, kalpleri kömürleştiren bir hırs bu…
Hangi koltuk 301 çocuğu geri getirmeye yeter?
Hangi koltuk ocaklara düşen ateşi söndürür?
Çıkarılmayan yasalar, alınmayan önlemler, ihmaller, zaaflar, zafiyetler…
Kim verecek hesabını?
 Hangi dünyada sorulacak, görülecek bu hesaplar?
Hesap günü o yetimlerin elleri kimlerin yakasında olacak yahut?
Yoksa her trajedide olduğu gibi unutmaya dünden meyilli beyinlerimize teslim mi olacağız?
Birkaç yıldönümünde mum yakıp sonra söndürecek miyiz ışıkları?
Ve daha da önemli bir soru…
Soma’da bile birlikte ağlayamıyorsak…
Böylesine bir faciadan bile siyasi çıkar umuyorsak, planlıyorsak hatta…
Bu milletin yeniden birlikte ağlayabilmesi, aynı cenazede saf tutabilmesi yani acıyı paylaşabilmesi için nasıl bir trajediye daha şahit olması nasıl bir şok dalgasıyla sarsılması gerekiyor? Daha ne olması gerekiyor?
Böylesine bir acı bile yakamıyorsa yürekleri, sızlatamıyorsa vicdanları, siyaset maskelerinin altına işlemiyorsa kömürün karası, herkes kendi çıkar penceresinden değerlendiriyorsa olan biteni, ölenle ölünemiyorsa özetle…
Asıl biz ölmüşüz arkadaş…
Biz kalmışız yerin 2 kilometre dibinde…
Sadece ağlayanımız yok!