GÜNCEL EGE YEREL YÖNETİMLER EKONOMİ POLİTİKA SPOR RÖPORTAJLAR YAZAR CAFE FOTO GALERİ VİDEO GALERİ
Ümit YALDIZ
YAZARLAR
12 Mayıs 2014 Pazartesi

O kapışmanın kaybedeni!

Efendim Metin Feyzioğlu mu haklı Başbakan Erdoğan mı?
İkisi de haksız… İkisi de yanlış…
İki yanlıştan bir doğru çıkmaz.
Adınız Cumhurbaşkanı adayına yahut ana muhalefet partisinin potansiyel genel başkan adayına çıkmışken bulduğunuz bir kürsü fırsatını hor kullanarak, davetli olduğunuz bir toplantıda ev sabinin 3 katı konuşma yapamazsınız.
Ne diyor Sayın Başbakan: İnsanda biraz nezaket olacak?
Başbakan haklı!
Özellikle nezaketle ilgili sözünde…
Ama aynı başbakanın ‘nezaket’ kelimesini ‘aynaya bakarak’ da söylemesinde fayda var.
Hatta defalarca tekrar etmesinde…
Sanıyorum nezaket denildiğinde siyasi arenada akla gelecek son isim değilse de sonlara yakın bir isimdir Sayın Erdoğan…
En basitinden Danıştay toplantısındaki çıkışında nezaketin N’sini bulan beri gelsin.
Efendim nasıl konuşur? Nasıl eleştirir? Van meselesine nasıl girer? Hangi cür’etle…
Karşınızda ‘pısırık başbakan yok’ diyor Afyon’da… ‘Geçti o günler’ diyor.
Erdoğan’ın halet-i ruhiyesini anlamak için hekim olmaya gerek yok. “Karşınızda acıların çocuğu yok... Geçti o günler” dese de acılarını dindiremediğinin itirafı aslında o sözler. Türk filmlerinde özellikle Küçük Emrahlı filmlerin akılda kalan repliklerinden biriydi: ‘Bir zamanlar fakir ama gururlu bir genç vardı.’
İşte Erdoğan’ın oynadığı yahut canlandırdığı profil ona yakın…
‘Muhtar bile olamazsın’ diyenler… Hor görenler, itenler…
Ötekileştirenler, yok sayanlar… İkinci sınıf vatandaş muamelesi yapanlar, ezenler…
Bir zamanlar tüm bunları sineye çekerek bugünlere gelen Erdoğan, bulabildiği her fırsatta geçmişin acılarını kusuyor. Bunu yaparken de bir zamanlar kendisiyle aynı kaderi yaşayan kitle ile özdeşlik kurmayı başarıyor.
Fakir ama gururlu… Dindar ama mağdur…
Sorun şu ki, bir mağduriyeti giderirken ortaya konan dil, üslup ve yol haritası yeni mağduriyetlere zemin hazırlıyor. Mağdurlar mazlumlara dönüşebiliyor.
Görünen o ki, Erdoğan’ın bu üslubunu, yoğurt yiyişini onaylayanların sayısı hiç de yabana atılacak oranda değil. Halen, her şeye rağmen yüzde 45’leri bulabiliyorsa yapılacak tek şey vardır. Saygı duymak! Milli iradeye saygı duymak…
Demek ki Türk halkının önemli bölümü bu dili, bu profili istiyor. Yahut Erdoğan onca handikabına karşın böylesine önemli bir kitleyi etrafında tutmayı başarıyor.

Meseleye Erdoğan’ın başarısı kadar muhalefetin başarısızlığı perspektifinden de bakmak lazım tabi ki... MHP’nin durumu ortada…
CHP’nin durumu MHP’den de beter…
Her seçimden sonra faturayı kadrosuna kesen ve 4 yılda 6 MYK değiştiren bir genel başkan… Peki, Kılıçdaroğlu gitsin de kim gelsin?
Gelsin denilen isimlerden biriydi Prof. Metin Feyzioğlu.
Ev sahibinin 20 dakika konuştuğu toplantıda 1 saat konuşarak zılgıtı yedi. Söylediklerinin hepsi doğru olsa ne yazar. Türkiye’nin durumunu 10 dakikada özetleyip reçeteyi Erdoğan’ın önüne koyamadıktan sonra... Eğer Feyzioğlu o konuşmayı 10-15 dakikada kesip ülkenin hali pürmelalini tüm çıplaklığıyla masanın üzerine koyabilseydi, Erdoğan’ın zılgıtı karşısında en basit ifadeye daha fazla taraftar bulurdu.
Danıştay Başkanı kesin giderdi. Ama belki de Cumhurbaşkanı Gül hatta Genel Kurmay Başkanı Başbakan’ın peşinden salondan ayrılmazdı. Kim bilir?
Ne dersiniz?
Gül demişken…
Feyzioğlu-Erdoğan kapışmasının kaybedeni Sayın Gül’dür.
Sakinleştiremediği Başbakan'ın arkasından salonu terk ederek son 2 yıldır biriktirdiği puanların hepsini sıfırlamıştır.
Gül’e bir çuval inciri berbat ettiren o salonu terk etmesi değildir, Erdoğan’la birlikte terk etmesidir. Ya erken gitmeli ya geç çıkmalıydı. Tabi ki kişisel yolculuğu, özgül ağırlığı açısından… Böyle yaparak birkaç gün önce ‘onlar birbirinin rakibi değil mütemmim cüz’üdür’ diyen Hüseyin Çelik’i teyit etmiştir.

Yani tamamlayıcısı…
Danıştay toplantısında olan budur.
Erdoğan bağırıp çağırmış… Gül de onunla birlikte tepkiye ortak olarak Sayın Başbakanı tamamlamıştır.