GÜNCEL EGE YEREL YÖNETİMLER EKONOMİ POLİTİKA SPOR RÖPORTAJLAR YAZAR CAFE FOTO GALERİ VİDEO GALERİ
Ümit YALDIZ
YAZARLAR
21 Temmuz 2016 Perşembe

İçten ve tarihi bir özür…

15 Temmuz’un fotoğrafı netleşiyor. Cemaat denilen karanlık yapının 40 yıllık devleti ele geçirme planını kanlı bir darbeyle hayata geçirmeye çalıştığı o gece, ülkece ne denli büyük bir felaketin eşiğinden döndüğümüzü artık daha iyi anlıyoruz. Benim dünyamda birçok şey anlamını yitirdi.
Yahut birçok kavramın anlamı değişti, içi boşaldı.
Mesela… Bundan böyle ‘15 yıllık AK Parti iktidarı’ ifadesini kullanırken bile zorlanacağımı düşünüyorum. Meğerse bizim iktidarda zannettiğimiz parti bir yanılsamadan, görüntüden ibaretmiş.
Dahası bizim iktidar hatta muktedir sandığımız Erdoğan bile iktidarının ilk 13 yılında o karanlık yapı tarafından yazılan senaryonun kendisine düşen repliklerini okumaktan başka bir şey yapmıyormuş.
Yani davul başkasında tokmak başkasındaymış.
Baksanıza son bir haftada ortaya çıkan fotoğrafa…
17-25 Aralık operasyonlarından beri süren tasfiyeler son bir haftada biraz daha hız kazandı.
70 bine yakın üst düzey devlet yöneticisi açığa alındı. Bir kısmı tutuklandı bir kısmı hala gözaltında…
Ne cemaatmiş ama…
Devletin tüm organlarını adeta istila etmişler. Öyle görünüyor ki, ilk 20 yılda ince ince başlayan sızıntılar son 15 yılda ardına kadar açılan kapılar nedeniyle bir baskına dönüşmüş ve devlet gırtlağına kadar cemaate batmış.
*
İşte tam bu noktada hükümetin eski ve yeni üyelerinin yapması gerekenler var. Darbe gecesi televizyonlara çıkıp suç bastırır gibi bağırmalarını geçiyorum.
Derhal ve acilen Türk kamuoyundan tarihi bir özür dilenmelidir.
Başta Abdullah Gül, Bülent Arınç ve Beşir Atalay olmak üzere tüm iktidar mensuplarını kast ediyorum. Ankara’yı parsel parsel sunan Melih Gökçek’ten ‘Ne istediler de vermedik’ diyen Erdoğan’a kadar hepsini…
Bu canavarı bu milletin başına musallat ettiğiniz için… 
2002’den sonra cemaat yapısının hormonlu büyümesinde oynadıkları rol için…
Ve cemaatin bu süreçte adım adım planladığı karanlık planlarının bir parçası oldukları için…
Cemaat polislerinin, hâkimlerinin, savcılarının masum insanlara yaşattığı acılar için…
Onuruyla, şerefiyle oynandığı için hayatına son veren subaylar, Silivri zindanlarında hayatını kaybedenler ve aylarca mahkûm yolu gözleyen, büyük acılar çeken analar, eşler, çocuklar için…
Saflıkla açıklanmayacak derecede içine düştükleri gaflet ve delalet için…
*
Ve medya tabi ki! 15 Temmuz’a giden yolu açmak için özel kurulmuş Taraf ve diğer cemaat medyasıyla omuz omuza attıkları manşetler için…
Dokuz sütunda idam ettikleri Atatürkçü subaylar, muhalif gazeteciler, dernek başkanları için…
Türkan Saylanlar için…
*
Bu özür dilenmedikçe bu defter kapanmaz.

Ve unutulmamalıdır ki, özür dilemek erdemdir. İnsanı küçültmez, büyütür.
*
Bir cumhurbaşkanı düşünün…
6 yaverinden 5’i tutuklanıyor.
Bir başbakan düşünün…
Yüzlerce personeli gözaltında…
Bir ülke düşünün…
Onlarca generali, valisi, yüzlerce hâkimi, savcısı, avukatı, müsteşarı, kaymakamı; binlerce polisi, öğretmeni paralel bir örgüt tarafından yönetiliyor.
Devlet içinde devlet kuruyor.
Bir asker düşünün…
Komutanının değil cemaat liderinin emriyle hareket ediyor. Ve cemaat liderinin emri gereği Genel Kurmay Başkanının boğazına kemerini dolayıp işkence ediyor. Yahut korumakla yükümlü olduğu komutanını an ve an dinleyip cemaatin merkezine bildiriyor.
Kim bilir onlar nereye bildiriyor.
-Efendim ABD Gülen’i vermekte nazlanıyormuş, koruyormuş.
Korur tabi ki! 
Muhtemelen ABD’nin bu süreçte istihbarat için en az masraf yaptığı ülkelerden biri Türkiye olmuştur.
CİA ajanına ne gerek var. Adamlar Cumhurbaşkanının dibinde, genelkurmay başkanının dibinde, başbakanın yanında… Devletin geri kalanını zaten onlar idare ediyor.
Türkiye’nin anlık MR’ını çekip anında Pensilvanya’ya raporluyorlar.
Amerika Gülen’i ne diye versin?
Neden korumasın? Siz olsanız böylesine önemli bir kaynağı harcar mısınız?
Hala Fuat Avni arıyor birileri?
Kaç Fuat Avni var acaba devletin kılcal damarlarında?
*
Ve enişte meselesi…
Patlayan her bombanın ardından istihbarat zafiyetine işaret ettik bu sütunlardan…
Uludere’de masum sivillerin katlinden başlayarak Reyhanlı’da 54 canı feda ettiğimiz, Ceylanpınarı, Cilvegözü, Suruç, Diyarbakır, Ankara Gar, Ankara Kızılay, İstanbul Sultanahmet, Taksim, Atatürk Havalimanı gibi son birkaç yılda 30’un üzerinde bombalı eyleme sahne yapılan canım ülkemde yüzlerce sivilin ölümünden öncelikle istihbaratın sorumlu olması gerektiğini ifade ettik.
Ve aleni bir şekilde istifaya davet ettik.
Ardından ‘kelle’ istedik…
Ama MİT’in başındaki zat istifayı sadece ‘AK Parti’den aday olmak için düşündüğü’ ve de Sayın Cumhurbaşkanının başbakanlığı döneminden itibaren ‘sırdaşım’ diyerek her defasında kendisini ateşten aldığı için bugünlere gelindi.
Ve darbe akşamı gelişmeler bu yüzden ilk olarak Fidan’dan değil de enişteden alındı. Darbeyi 16.00’da öğrenen Fidan, bağlı olduğu Başbakan Yıldırım’a da sırdaşı olduğu Erdoğan’a saatlerce hiçbir şey söylemedi. Yıldırım’ın konvoyuna Jandarma tarafından ateş açıldığı, Erdoğan’ın kaldığı otelin de SAT komandoları tarafından basıldığı göz önüne alınırsa, MİT ve Fidan ‘bu iki ismin can güvenliğini hiçe saydı’ diyebiliriz.
Ne diyelim! Yıllardır üstüne basa basa, altını çize çize söylediklerimiz, yazdıklarımız konusunda haklı çıkmanın keyfini bile süremiyoruz bugün.
Tek tesellimiz bu musibetten ders alınacağına dair emareler…
Her ne kadar olağanüstü günler bekliyorsa da bizi, karanlığın en fazla olduğu anın aydınlığa en yakın olduğu zaman olduğuna inanıyoruz. Ortak ve büyük bir tehdidi savuşturmuş olmanın mutluluğu tüm siyasal tabanları birleştirmiş gibi görünüyor. Kutuplaşma denilen illetinse son kullanma tarihi dolmuş gibi…