GÜNCEL EGE YEREL YÖNETİMLER EKONOMİ POLİTİKA SPOR RÖPORTAJLAR YAZAR CAFE FOTO GALERİ VİDEO GALERİ
Ümit YALDIZ
YAZARLAR
15 Temmuz 2016 Cuma

Normalleşme…

Başbakan Yıldırım’ın “Artık acil servislere kız bakmaya gidiliyor” çıkışı sıcak yaz günlerinde soğuk bir Amerikan esprisi gibi geldi doğrusu. Böyle bir çıkışın sosyal medyanın diline düşmesini anlarım tabi ki…
Türkiye gibi normalliği unutan bir ülkede siyasetçinin espriyle karışık konuşmasını da garipsememiz gayet normal çünkü. Bilhassa günlük/anlık malzeme sıkıntısı çekilen sosyal medya alanlarında... 
Lakin siyasetçilerin ve de anlı şanlı STK’ların işi gücü bırakıp basit bir espriyi ciddiye alarak yaptıkları eylemleri, açıklamaları “Acil servise kız bakmaya gidiliyor” esprisinden daha fazla garipsediğimi söylemeliyim.
Dedik ya burası Türkiye! Normalliği unutan, normalliğin unutulduğu, unutturulduğu bir ülke…
Varsa yoksa kavga, iç çekişme…
Varsa yoksa gerginlik, kutuplaşma…
İşte o yüzden Başbakan Binali Yıldırım’ın bir süredir yaptığı ‘normalleşme’ çıkışlarını yürekten destekliyor ve de alkışlıyorum.
Hatta Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın başta Rusya olmak üzere İsrail, Mısır gibi ülkelerle normalleşme adına attığı adımları…
-Efendim dün öyle dedin, bugün böyle söylüyorsun.
Ne yani…
Dünkü yanlışa devam mı etseydin? Arzu edilen bu mudur?
Erdoğan’ı tutarsızlıkla, çarkçılıkla itham edenler dün izlediği politikayı da onaylamıyordu. İsrail krizini ayrı tutsak bile Rusya ile Mısır ile kavganın yanlışlığını haykıran kesime bugün atılan normalleşme adımlarını eleştirmek yakışmıyor.
Hal böyle olunca da en azından tutarsızlık noktasında onların da Erdoğan’dan farkı kalmıyor.
Bana gelince;
24 Haziran’da kaleme aldığım ‘asıl gündem’ başlıklı yazıyı şöyle noktalamıştım.
“Bu satırların yazarı korkuyor.
Sadece korkularını, kaygılarını dile getirmekten korkmuyor. Bilakis uyarıyor. Basra sermayesiyle üstesinden gelinemeyecek krizlerin kapıda olduğunu söylüyor.
Ve tarihe not düşüyor.
Normalleşme… İçeride ve de dışarıda!
Yurtta barış, dünyada barış.
Hem de hemen!”

*
9 Haziran tarihli “Barlas haklı galiba” başlıklı yazıya da Avusturyalı yazar Stefan Zweig’in "Birisi barışı başlatmalı, tıpkı savaşı başlattığı gibi" sözlüyle koymuştuk noktayı.
Makarayı geriye doğru sayarsak son dönemde barıştan, huzurdan başka ne istedik, isteyebildik ki!
Kutuplaşma ikliminden beslenen, kandan, gözyaşından siyasi/ticari rant umanlar dışında, ülkemizin normalleşmesini, komşularındaki yangının sönmesini kim istemedi, kim dilemedi ki!
Bakmayın siz Suriyelilere vatandaşlık, TOKİ’den ev meselesine isyan ettiğimize…
İsyanımız yoksulluğumuzdandır.
İsyanımız mülteciler üzerinden yapılan siyaset hesaplarınadır.
Ama her birimiz biliyoruz ki onlar buraya turistik bir tatil için gelmedi. Biliyoruz ki onlar amansız, anlamsız ve de acımasız bir savaşın mağdurlarıdır.
Onların da aradıkları tek şey barış… Hatta bizden fazla aradıkları…
-Efendim savaştan kaçmışlar vs…
Savaş dediğin belirli bir düşmana karşı yapılır. Bildiğimiz kadarıyla Suriye herhangi bir yabancı devletin işgaline uğramadı. Sivil halkın devlet tarafından katledilmesine de savaş denmez. Dense dense katliam denir. Sebep her ne olursa olsun.

Kendi adıma söyleyeyim.
Hükümetin Suriye politikasını baştan sona yanlış bulanlardanım.
Ne idüğü belirsiz etnik/mezhepsel grupların silahlandırılmasından tutun da Özgür Suriye Ordusu operasyonlarına kadar… Sonuçta ecdadının mezarını taşıma acizliğinden başlayarak Emevi camiinde Cuma namazı kılma hayali suya düşen, dostum Esad’dan ‘katil Eset’e giden sürecin yanlışlığı ayrıdır, devlet zulmünden kaçanlara sahip çıkmak ayrı…
Türkiye daha 80-90 yıl önce aynı sınırları paylaştığı Suriyelilere Marslı muamelesi yapamazdı. Kucak açmak zorundaydı ve de açtı. İnsani, vicdani bir sorumluluktan söz ediyorum.
Tabi ki vatandaşlık konusu ayrıdır.
Almanya’ya işçi olarak giden Türklerle savaştan kaçan Suriyeliler hukuken bir tutulamaz. Meselenin bir de siyasi boyutu vardır. Hâlihazırda 3 milyondan fazla oy demektir Suriyeliler. Kritik 2019 Cumhurbaşkanlığı yarışı öncesi 3 milyon fazladan oy…
Vatandaşlık değil belki ama ‘oturma izni, çalışma izni’ gibi düzenlemeler tabi ki yapılabilir. Bugün bir AB ülkesinin vatandaşıyla evlenip yerleşseniz bile vatandaşlığı hak etmeniz için başka bir sürü kıstas aranıyor. Belirli bir zaman oturma, çalışma vs… Türkiye AB ile yaptığı mülteci anlaşmasını kalıcı kılmak için yani Suriyelileri AB sınırından uzak tutmak için böyle bir hamle yapmışsa o ayrıca tartışılmalıdır.
Türk vatandaşlığa AB ülkelerine olan hücumu azaltabilir düşüncesinden söz ediyorum.

Meseleyi dağıtmadan toparlayalım.
Erdoğan’a karşı olabiliriz. Ama onun her yaptığına, her dediğine yanlış demek bizi daha büyük bir yanlışa götürür. Netice itibariyle Binali Yıldırım’ın “İçeride ve dışarıda dostlarımızı artırmak, düşmanlarımızı azaltmak” politikasına herkesin omuz atması gerektiğini düşünüyorum.
Kabul edemiyor musun hala…
Bozuk bir saatin bile günde iki kez doğruyu gösterdiğini düşün…
En azından normalleşme sürecine omuz at!
Çünkü ihtiyacımız olan kalıcı barış.
İçeride ve dışarıda…
Normalleşme…
Her alanda normalleşme…