GÜNCEL EGE YEREL YÖNETİMLER EKONOMİ POLİTİKA SPOR RÖPORTAJLAR YAZAR CAFE FOTO GALERİ VİDEO GALERİ
Ümit YALDIZ
YAZARLAR
20 Temmuz 2016 Çarşamba

‘İyi ki bu askerle savaşa girmemişiz’

15 Temmuz gecesi TRT spikeri darbe bildirisini okurken, yani belirli bir kesim tarafından darbenin yapıldığının kabul edildiği sırada sosyal medya hesaplarımdan iki satır yazı paylaştım.
En kötü demokrasi en iyi darbeden iyidir. Her türlü darbeye hayır!
Ve o saatten bu yana bu konuda tek bir satır yazamadım. Ve aslını isterseniz hala şoktayım. O gecenin detayları ortaya çıktıkça ne denli büyük bir uçurumun kenarından döndüğümüzü daha iyi anlıyorum.
Devlet içinde devlet kuran bir çetenin yahut cemaatin gözünü karartıp kendi ülkesinin meclisini bombalamaktan tutun da kendi polisini, sivil halkı katletmeye kadar işi götürebilmesini anlamakta hala zorlanıyorum.
-Efendim süreci bu noktaya getirenlerin hiç mi suçu yok?
Geçiniz.
Hiçbir gerekçe yukarıda saydığım eylemleri temize çıkarmaz.
Başbakana ateş etmek, cumhurbaşkanını katletmeye çalışmak… Milli iradenin tecelli merkezi meclise bomba yağdırmak… Sivil halka ateş emri vermek… Komutanları rehin almak vs…
Böyle bir çılgınlığı normal bir cuntanın yapmasına da imkân veremeyiz. Başka bir merkeze bağlı, başka bir komutana bağlı, başka bir merkezin/çetenin ya da cemaatin çıkarlarını her şeyin hatta canından, şerefinden/onurundan bile üstün tutan bir anlayışın eseridir bu olsa olsa…
Başka bir izahı yok çünkü…
Size onlarca komplo teorisi yazabilirim. Ama hiçbirinin anlamı yok.
Türkiye’nin Rusya ile fazla yaklaşmasından rahatsızlanan ABD’nin Fethullah Gülen eliyle bu darbeyi tetiklediğinden başlayarak, İran’a yönelik ambargosunun hükümet desteğiyle delinmesine kızan Beyaz Saray’ın Reza Zarrab operasyonunu derinleştirdiğine varana kadar.
Hatta darbeyi planlayanın bizzat Erdoğan ve hükümet olduğunu, yaşananların da bu çerçevede ustaca yazılmış bir tiyatrodan farksız olduğunu dillendirenler oldu sosyal medya ortamlarında.
Lakin kazın ayağı bana göre öyle değil. Hükümet ve Erdoğan’ın ölümün kıyısından döndüğü bir süreci yaşadık.
Kim ne derse desin.
-Efendim. Pek çok soru işareti var.
Neden gece yarısı değil de akşam saatinde yapılmış da neden önce boğaz köprüsü tutulmuş…
Neden TRT’ye 3-5 kişiyle girilmiş vs…

Milletçe böyle şeylere bayılıyoruz.
Bir futbol maçının ardından herkesin teknik direktöre dönüşmesi gibi…
Ben olsam onu oynatmazdım… Ben olsam şöyle yapardım vs…
Ya da ‘Ben başbakan olsam… Memleketi ben yönetsem…’ diye başlayan cümleler kurmaya…
“Bu darbeyi ben yapsam önce Türksat’a ardından her türlü iletişim aracı (telefon, internet, sosyal medya vs) koyar, sonra TRT’ye geçip bildiri okuturdum. Zaten darbeyi de akşamüstü değil gece yarısı yapardım” diyen çok kişiyle konuştum.
AK Parti ve Erdoğan’ın vazgeçemediği Genel Başkan Yardımcısı Şaban Dişli’nin kardeşinin cuntanın ileri gelenlerinden oluşu ve de Erdoğan’ın görev süresini iki kez uzattığı bir generalin işin merkezinde görünmesi kafaları ekstradan karıştırdı.
Soruşturma sürüyor.
İlerleyen safhada fotoğrafı daha net göreceğiz.
Önceki darbelerden katmerli olan Türk milleti, son girişimi tecrübeleri ışığında yorumlamaya çalıştı.
Ama unutulan, atlanılan önemli detaylar vardı.
Birincisi son darbenin üzerinden 36 yıl geçmiş olduğu…
İkincisi de bu darbeyi TSK’nın değil, cemaatin yapması…
*
Cemaat polislerinin ne denli fütursuz olduğunu, cemaat savcılarının, hâkimlerinin hangi saiklerle hareket ettiklerini son 7-8 yılda yeterince tecrübe etmiştik. Sahte deliler, sahte ve kirli tanıklar ve olmadık, akla hayale sığmadık senaryolarla TSK’nın onurlu subaylarını nasıl yok ettiklerini…
PKK’yı tanık TSK’yı sanık sandalyesine nasıl oturtabildiklerini…
Basılmamış bir kitabın yazarından, muhalif gazetecilere kadar hemen herkesi nasıl açtıkları kumpas çukuruna ittiklerini…
Kaç hayatı söndürdüklerini, kaç insanın onurunu, şerefini ayaklar altına alarak aylar hatta yıllarca hapislerde çürüttüklerini biliyorduk. Biz biliyorduk da birilerine anlatamıyorduk.
‘O davaların savcısıyım… Türkiye bağırsaklarını temizliyor. İyi ki bu askerle savaşa girmemişiz’ diyenlere anlatamıyorduk.
‘Ne istediler de vermedik’ diyenlere anlatamıyorduk.

Gerçekten de doğruymuş.
Devlet bir günde 50 bir memuru görevden uzaklaştırdı.
Aralarında odacı yok…
En düşük rütbelisi bekçi…

Onlarca vali, hâkim, savcı, rektör, dekan, kaymakam, emniyet müdürü, müsteşar vs…
Onlarca general, amiral, albay, yarbay tutuklu...
Bu rakamların tek bir anlamı var benim için.
Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın cemaatle çatışma evresinde canlı yayında söylediği bir sözün teyidi.
‘Ne istediler de vermedik’ sözünün… 17-25 Aralık soruşturmasından bu yana 15-20 bin üst düzey kamu personeli emekliye sevk edildi.
Dün 50 bin belki yarın 100-150 bine çıkması olası rakamlar telaffuz ediliyor. Demek ki 15 yıllık iktidarları boyunca devlete neredeyse attıkları kadar memur almışlar.
Atılanların çok büyük bir bölümü bu dönemin ürünü… Ya da bu dönemde rütbelenmiş, makamlanmış kişiler. Bir cemaati bu denli palazlandırır, büyütürseniz...
Sırf Atatürkçü, Ulusalcı diye subaylarınızı ezdirir, adliye saraylarınızı, emniyetini bunlara emanet ederseniz… Bunların savcısını kendi makam aracınızı tahsis edip kendinizi kumpas davalarının savcısı ilan ederseniz…
Kusura bakmayın ama olacağı budur. Yani bu sonu AK Parti ve Erdoğan kendisi hazırlamıştır.
Ama ‘Kendi düşen ağlamaz’ demek bize yakışmaz böylesine bir süreçte.
Umarım olanlardan ders çıkarılmıştır. Böylesine acı bir tecrübenin belki de tek güzel yanı devletin büyük bir kanserli urdan kurtulması olacaktır.
Kişisel olarak bu süreçte atılan ve de atılacak adımları destekliyorum.
Meseleyi cadı avına dönüştürmeden yapılacak ince bir temizlik şarttır.
Emir kulu er ve erbaşların maruz kaldığını zulmün vicdanları kanattığını söyleyerek darbeci, cuntacı olduğu saptanan, devlet içinde devlet, ordu içinde ordu kuran, emri başkalarından alan, polisine, vatandaşına kurşun sıkmaktan imtina etmeyen rütbeli cuntacılara her türlü cezanın verilmesinde bence de sakınca yoktur.
Muhalefetin duruşu da takdire şayan olmuştur bu süreçte.
Sanıyorum bazı trol ve troliçeler daha önce attıkları twetlerden ar duymuşlardır. Özellikle darbeci CHP sloganı uzunca bir süre kullanım dışıdır en azından… Diğer taraftan Başbakan Binali Yıldırım’ın da bu süreçte iyi bir sınav verdiğini söylemeliyim. TSK’nın onurlu kesimini, Mehmetçikleri sahiplenmesinden başlayarak, muhalefeti de kucaklayan ‘normal’ adımları Yıldırım’ı toplumun farklı kesimlerinin gözünde siyaseten büyütmüştür.
Darbe girişimi öncesi kaleme aldığım tüm yazılarda normalleşme çağrıları yapmıştım. İçeride ve de dışarıda… Anormalliğin zirvesini yaşadık son birkaç gündür.
Ama normalleşme çağrısı yapmaya devam ediyorum.
Sular bulanmadan durulmaz derler…
En kısa sürede ‘normal bir Türkiye’ye uyanmak umuduyla…’
Sözlerimi görev süresi boyunca cemaatin hükümet içindeki en büyük hamilerinden biri olan ve sorumlu olduğu devlet dairelerine cemaatçilerle dolduran Bülent Arınç’ın bir dönem Atatürkçü askerler için söylediği o cümle ile noktalamak istiyorum.
İyi ki bu askerle (komutanlarla) savaşa falan girmemişiz…