GÜNCEL EGE YEREL YÖNETİMLER EKONOMİ POLİTİKA SPOR RÖPORTAJLAR YAZAR CAFE FOTO GALERİ VİDEO GALERİ
Ümit YALDIZ
YAZARLAR
30 Ekim 2012 Salı

Yanlış çok doğru tek!

Cumhuriyetimizin 89. yıldönümünde yaşananlar kolay kolay unutulacak türden değil. Pek çok ilke sahne oldu 29 Ekim 2012 tarihi… Tarihe geçecek pek çok ilke...
En büyük ilk ‘bayraklarıyla bayram yürüyüşü’ yapmak isteyenlerin karşı karşıya kaldığı çirkin muameleydi. Bayramı kutlamaya çalışanların sille/tokat dövülmesi, biber gazına boğulmasıydı.
Cumhurbaşkanı Gül’ün ilk kez eşiyle tribüne çıkması ve köşkteki ilk eşli resepsiyon da tarihi önemi olan gelişmelerdendi tabi ki. 
Ulus’ta olanlar kimilerine göre ‘uyuyan devi’ uyandırdı.
Böyle düşünenlerin çoğu krizden siyasi beklenti umanlar. Başka bir değişle krizden nemalanmayı düşünenler. Ama baştan söyleyeyim hata ederler. 2007’deki ‘Cumhuriyet mitinglerinden’ beklenti içine girenlerin ‘sandıkta yaşadıkları hayal kırıklığı’ bu noktada unutulmamalıdır.
Hiç kuşku yok ki Ulus’ta yaşananlar Cumhuriyet tarihinin önemli ayıplarından biridir.
Yine bana göre hiç kuşku yok ki siyasi iktidar ‘geliyorum’ diye bas bas bağıran krizi yönetememiştir. Ve de bu krizin baş sorumlusu dün de altını çizdiğim gibi Kültür Turizm Bakanı Ertuğırul Günay dışında kimse tarafından doğru yorumlanmayan o garip genelge ve o genelgenin arkasında kapı gibi duranlardır.
Hüseyin Çelik’in hatta Başbakan Erdoğan’ın işaret buyurdukları gibi sorumlu CHP ya da Kılıçdaroğlu değildir.
İllegal örgütler (!) hiç değildir. Ve Hüseyin Çelik haşmetmeaplarının buyurdukları gibi ortada ‘anarşi’ olarak yorumlanacak hiçbir şey yoktur. Ellerine ay yıldızlı bayraktan gayri bir şey almamış insanların Ulus’tan Anıtkabir’e yürüyüşünü günler öncesinden yasaklayan Vali hiç değildir bu işin sorumlusu. Vali Yüksel’in yasak kararını tek başına almadığı ülke genelinden Ankara’ya hareket etmek isteyen otobüslerin ‘ceset torbası’ bulundurmadıkları gibi bir gerekçeyle engellenmelerinden bellidir.
Görünen odur ki yasak hükümet tarafından alınmış, desteklenmiş ama yönetilememiştir.
Devletin askerine, polisine, savcısına, öğretmenine dahası bölünmez bütünlüğüne silah sıkmış, mayın döşemiş hainleri davullarla/zurnalarla karşılamayı ilk etapta ‘milli birlik projesi’ olarak yorumlayıp papuç pahalı gelince ‘yol kazası’ olarak niteleyenlerin…
Ulus’ta elinde bayraklarla yürüyenlere tekme/tokat/cop/biber gazı, tazyikli su, sis bombası atılmasını ‘normal’ karşılamalarını kimse kusura bakmasın ben anormal karşılıyorum.
Eğer Habur bir yol kazasıyla Ulus zincirleme yol kazasıdır, faciadır, utançtır.
Bir devlet düşünün ki bayramını kutlayan dahası bayramını kutlamak için önceden belirlenmiş güzergâhta yürümek isteyen, kurtarıcısı Atatürk’ün kabrine gitmek isteyen vatandaşının önüne barikat kursun, biber gazı sıksın.
Bir demokratik hem de ileri demokratik cumhuriyet düşünün ki ana muhalefet partisi liderinin üzerine biber gazı sıksın.
Adı üzerinde Cumhuriyet Bayramı… Yani Cumhur’un yani halkın bayramı…
Kim nasıl isterse öyle kutlar. İsteyen yürür, isteyen ateş yakıp üzerinden atlar, isteyen halay çeker isteyen horon teper.
Hani yeni genelgeyle bayramları sivilleştiriyorduk?
Hani bayramlarımız halka açılacaktı?
Fizik dahisi Newton’un ‘etki-tepki prensibini’ bilmeyen sanırım yoktur.
En azından AK Parti’yi yönetenler, bakanlar, vekiller arasında…
Dün Ulus’ta yaşanlar ülke genelinde kaç kişinin kanına dokunmuştur sizce?
Bence halkın en az yüzde 90’ı onaylamamıştır bu görüntüleri?

Siz sanıyor musunuz ki AK Parti’de siyaset yapan ya da AK Parti’ye oy veren kitleler bu görüntülerden memnun kaldı? Ben sanmıyorum.
AK Partililer de rahatsız ama konuşamıyorlar.
Ve hala hatasının arkasında duran Sayın Başbakan da ‘güvenilir bir anket’ yaptırması halinde İzmir’den ortaya koyduğum bir tespitin ne denli doğru olduğunu kabul etmek durumunda kalacaktır.
Vali Alaaddin Yüksel’in ‘talimatlı’ olduğu anlaşılan yasak kararından sonra gümbür gümbür, adım adım geliyorum diyen krizi yönetme konusunda başarılı olamayan ve işi yokuşa sürerek krizin ülke geneline yayılmasına bir manada uyuyan devin uyanmasına neden olan siyasi iktidar, yaşananlardan ders çıkarmak zorundadır.
Demokrasilerde halka rağmen hiçbir şey olmaz.
Ve Türk halkının genetiğinde baskılara boyun eğmek yoktur.
Hatta ‘etki-tepki’ prensibi gereği her yasak karşıtı büyütür.
*
Cumhuriyetimizin 89. yıldönümüne ilişkin onlarca yanlış sıralayabilirim.
Gelelim bana göre 89. yıldaki tek doğruya…
Cumhurbaşkanı Gül başta olmak üzere millet iradesiyle iş başına gelenlerin devlet törenlerine eşli katılmalarıdır 89. yılın doğrusu.
Türkiye Cumhuriyeti’nin 89. yıl kutlamalarında büyük ayıplara imza atılmışsa da önemli bir ayıbından da kurtulmuştur.
Yüzde 50 gibi rekor bir oyla iş başına gelen Başbakan’ın devlet törenlerine eşini götüremiyor oluşu, devletin 1 nolu koltuğunda oturan Cumhurbaşkanı’nın ancak 6 yıl sonra eşli bir resepsiyona cesaret edişiyle ortadan kalkmıştır.
28 Şubat sürecinden itibaren başlayan yasakçı anlayışın ürünü olan hatta yarım asra dayanan siyasal geleneğinde hep yasaklarla mücadele ederek büyüyen siyasi iktidarın ‘başörtüsü’ yasağının simgeleştiği devlet törenlerini normalleştirmesini dahası Türkiye’nin bu manada geldiği demokratik olgunluğu ayakta alkışlıyorum.
Komutan eşleriyle, siyasetçi eşlerinin yan yana oluşu…
Başı örtülüyle açığın kol kola oluşu…

Türkiye’nin ihtiyacı olan tablo budur.
Bu tablo barışın, hoşgörünün, demokrasinin tablosudur.
Başörtüsüne dini özgürlükler penceresinden bakabilmenin tablosudur.
Ve de yıllarca gereksiz yere büyütülen üzerinden siyasi nema sağlanan bir meselenin önemli ölçüde çözüldüğünün resmidir.
Türkiye’nin kendine özgü sosyolojik, demografik ve de siyasal gerçekleriyle yüzleşmeye başladığının göstergesidir aynı zamanda. Hatta bu türden barışçıl, hoşgörü dolu ve demokratik olgunluk kokan tabloları arttırmakta ziyadesiyle yarar vardır.
Örneğin Ulus’taki ayıbın bir kez daha tekrarlanmaması gibi…
Aksine Cumhuriyet Bayramı’nda, 9 Eylül’de, 19 Mayıs’ta ancak devlet törenlerinde yan yana gelebilen iktidar ve muhalefetin sokakta da kol kola girebilme olgunluğunu ortaya koyması gerekir. 89 yıllık cumhuriyet tecrübemize yarım asrı aşkın demokrasi tecrübemize yakışan budur.
Halkını yürütmeyen değil halkıyla birlikte yürüyen iktidarlara, gerektiğinde iktidarla kol kola girebilen muhalefete ihtiyacımız var çünkü. Dahası normalleşmeye ihtiyacımız var.
Dayatmasız, yasaksız bir anlayışa…
Yasakları sadece kendine dokunduğunda değil tümden yasaklayan bir anlayışa…
Devlet yönetiminde inatlaşmayan, kendine oy vermeyen kitleleri de gerektiğinde kucaklama erdemini gösteren zihniyete ihtiyacımız var.
Kimseyi ötekileştirmeyen, halkı kamplara bölmeyen, bütünleştirici, uzlaştırıcı, sabırlı idarecilere ihtiyacımız var. Hem de hemen…
 
Not: Rıfat Sait’in İzmir’i alma planına ilişkin ‘Rıfat bizi diskoya götür’ başlıklı bir yazı kaleme almıştım. Ama gündemin yoğunluğu nedeniyle yarına kaldı artık.