GÜNCEL EGE YEREL YÖNETİMLER EKONOMİ POLİTİKA SPOR RÖPORTAJLAR YAZAR CAFE FOTO GALERİ VİDEO GALERİ
Gönül Soyoğul
YAZARLAR
21 Ekim 2009 Çarşamba

Teşekkürlerinize, teşekkürlerimle’…

Nasıl coşkulu, nasıl çocuksu bir iyilik haliyle dün Ümit’’e ’“biz de bir tarikat/kulüp/getto kursak, ne olur’” dedim.’¶
’“Egedesonsöz tarikatı olsun adı mesela.
Bu tarikattan içeriye kıblesi para olanları, nobranları, her sabah gözünü açıp bugün kime kötülük etsem/kimi kazıklasam/canını yaksam diye düşünenleri ve düşündüklerini yerine getirenleri, ’‘biz’’ demeyi bilmeyenleri hiç sokmasak, ’‘ben’’cileri dışarıda bıraksak,
Birbirini takım tutar gibi tutacakları, ’‘birimiz hepimiz/hepimiz birimiz için’’ sloganları atacakları, saçak altlarında yağmurun dinmesini bekleyen ıslanmış insanları buluştursak.
Civcivler gibi hep sokulsak birbirimize, güç alsak sıcaklıklarımızdan’…
Söylesene, sence de güzel olmaz mı?’”
Ümit’’le dün, bu ütopya üzerinde gülümserken, yazıma yorum gönderen Nevzat Öztürk de benzer bir istekte bulunmuş benden, sanki duymuş gibi’… ’“Üyelik getirseniz, üye olsak. ’‘Egedesonsöz okurları kulübü’’ gibi mesela. Cep telefonlarımızı versek, para gerekiyorsa versek, bize sms atsanız anında. Olmaz mı?’” diye sesleniyordu Pandora’’nın altından Nevzat Bey.
 
’“Dersimiz Roma Hukuku’” yazısı için mail gönderip tüm yürekleriyle teşekkür eden iki bilim kadını Doç. Dr. Pervin Somer ile Yard. Doç. Dr. Nurcan İpek de, ’“Gösterdiğiniz tepki, bizi yalnızlık duygusundan çekip çıkardı’” diye yazıyorlardı Fikret İlkiz’’e.
 
Fahrettin, bütün gün/gece telefonlarının susmadığını,
Ümit, parti teşkilatlarından/ilçelerden/İzmirli meslektaşlardan gelen ’‘teşekkür telefonları’’na yetişemediğini söylüyordu nasıl da mutlu/keyifli bir yorgunlukla.
 
Ne yapmıştık da üç ay gibi kısa bir sürede bu noktaya gelmiş, binlerce insana bu kadar kısa sürede ’“o haberi/o köşeyi/o söyleşiyi okudun mu’” diye sordurtmuş, bunca içten teşekkürü/güveni hak etmiştik?
Ne biliyor musunuz?
 
Kimseyi kayırmayacağımızı, irin kendi mesleğimizdeyse bile akıtmak için elimizden ne geliyorsa onu yapacağımızı, samimi olduğumuzu göstermiştik üç aylık sürede.
Herkesin bir ’‘B planı’’nın mutlaka olduğu, adımlarını hem A, hem de B’’ye göre atanların çoğaldığı bu alemde, bizim sadece ’‘A planı’’ yaptığımızı, onun da sadece ’‘GAZETECİLİK YAPMAK’’ olduğunu hissettirmiştik.
Mağdur olmayı arabeskleştirmeden mağrur da olunabileceğini anlatmıştık.
Bu mesleğe yüreğimizi koyduğumuzu, işimizi içimiz titreyerek, heyecanla, çocuksu bir coşku ve masumiyetle yaptığımızı, her bir yazımız, her bir yorumumuz, her bir haberimizle ortaya koymuştuk.
Doç. Somer ile Doç. İpek’’in Fikret İlkiz’’e içtenlikle ifade ettikleri gibi, ulaştığımız her bireyi, yalnızlık duygusundan çekip çıkarmıştık.
Kimbilir ne zamandır ’“orda biri var mııııı?’” diye karanlığa seslenenlerin seslerini duyduğumuzu duyurmuştuk.
 
’“Birbirine sokulmak, birbirinden güç almak isteyen ne çok civciv, gördüğünü boğmaya kilitlenmiş sansarlardan yılmış, ıslanıp üşümekten bitap düşmüş ne çok saçak altı insanı varmış meğerse’” diye düşündüm gün boyunca.
Uzattığımız eli, uzattıkları el ile buluşturan mesleğime bir kez daha şükrettim.
’“İyi ki gazeteciyim’” dedim.
Yazılarını hep rengarenk ’“akide şekerlerine’” benzettiğim, her yazısında kimi zaman ’‘tarçın’’, kimi zaman ’‘hindistan cevizi’’, kimi zaman ’‘karamel’’ tadı aldığım Bahar Akıncı’’yı okudum sonra, üçüncü kez.
Ne yazarsa yazsın, her yazısında yüzüme huzurlu bir gülümseme yerleştiren güzel arkadaşıma da şükrettim. Yaşlı ve yorgun İzmir’’imde yaşadığıma da’…