GÜNCEL EGE YEREL YÖNETİMLER EKONOMİ POLİTİKA SPOR RÖPORTAJLAR YAZAR CAFE FOTO GALERİ VİDEO GALERİ
Gönül Soyoğul
YAZARLAR
20 Ekim 2009 Salı

Pandora'nın kutusu açıldı

2001 krizini (Dinç Bilgin'in tüm malvarlığına TMSF tarafından el konulması nedeniyle de) tüm şiddetiyle Yeni Asır'da yaşarken, ’“bir daha böylesini görmeyiz’” diyor, krizi atlatacağımız günleri sayıyorduk.’¶
Krizin ağababasını 2009'da yaşayacağımızı, her evde en az bir işsiz barındıracağımızı, kimi gazeteci arkadaşlarımızın karı/koca işten çıkarılıp açlığa terk edileceklerini bilmediğimiz günlerdi.
2001 krizinde, 20 yıl çalıştığım/emek verdiğim/ekmek yediğim Yeni Asır'ın Yayın Grubu Başkan Yardımcısı'ydım ve köşemden, krizin etkilerini, kenti/kentteki gündelik hayatları, zaman zaman da ucu siyasilere dokunan konuları yazıyordum.
 
Ailemizde 2001 krizinin kurban aldığı ilk isim, Cumhuriyet Gazetesi'nin İzmir Bürosu İdari İşler Sorumlusu eşim oldu.
20 yıl çalıştığı kurumdan, Cumhuriyet Gazetesi'nden işten çıkarıldı.
Ben değil ama ’‘O, Cumhuriyet’’i çok sevmişti’’, yıkıldı.
1.5 yıl işsiz kaldı.
Ben çalıştığım, düzenli maaş aldığım, başımızı sokacak bir evimiz, tüketici kredisiyle alınmış yürüyen bir arabamız olduğu için; çocuklarımız babalarının işsizliğini, en azından maddi olarak pek hissetmedi.
Zaten mütevazı olan yaşantımız, aynı mütevazılıkta devam etti.
 
Peki eşim için hayat, aynı hayat mıydı?
İşten çıkarıldıktan sonra hayatı aynen, kaldığı yerden devam etti mi?
Edebilir miydi? Mümkün müydü?
Değerli gazeteci meslektaşım Umur Talu, geçen haftalarda Galatasaray Üniversitesi’’nde verdiği açılış dersinde, 16 yıl çalıştığı Milliyet Gazetesi’’nden kovuluşunun nedenlerini anlatırken, ’“Milliyet’’ten kovulduğumda eşyalarımı kamyonla taşıdım, kendimi neredeyse duvarlardan kazıdım. Sonra uyandım, yerleşmemeye başladım, sonra daha da uyandım kendimi de götürmemeye başladım. Zaten gidecek çok da yerim yok aslında’” diyordu.
Sanırım, eşimin de Cumhuriyet'ten ayrılırken yaşadığı, tam da buydu. Kendini neredeyse Cumhuriyet’’in duvarlarından kazımıştı.
Para sorunumuz olmamasına, emekli maaşı almasına rağmen, işten çıkarılmasını; ben işe, çocuklar okula gidiyorken evde oturuyor olmasını içine sindiremedi o yıllarda. Ruhen dibe vurdu.
Toparlanma süreci ise, 1.5 yıllık işsizlikten sonra, rahmetli Başkan Ahmet Piriştina'nın bir gün onu Büyükşehir Belediyesi'ndeki makamına öğle yemeğine davet edip ona iş teklif etmesiyle başladı.
 
Rahmetli Piriştina'nın, Cumhuriyet Gazetesi İzmir İdare Sorumlusu'yken benden çok önce tanıdığı ve sevdiği eşime, yeni kurulan, sonrasında adı verilecek Ahmet Piriştina Kent Müzesi ve Arşivi'nin ’‘idari koordinatörlüğünü’’ teklif etmesi ve eşimin 2002 Mayıs’’ında işe başlamasından bir ay sonra, bu kez de ben Yeni Asır'dan çıkarıldım.
Ailemizin yükü, bu kez Cemal Soyoğul'un omuzlarındaydı.
O yükü hiç sızlanmadan, sağolsun 1.5 yıl, taa ki ben Diva'da işe başlayana kadar, tek başına taşıdı da...
 
İzmir basınındaki tüm arkadaşlarımız tarafından bilinen bu eski/bildik yaşanmışlık öykümü niye anlatıyorum?
4-5 yıl önce Haber Ekspres'te Süleyman Gencel'in de köşesine taşıdığı "gazeteciler ve belediyelerde çalışan eşleri/yakınları" konulu (dizi gibi) köşe yazılarından birinde benim de adım geçmiş, canım çok yanmıştı.
Doğruydu.
Ben gazeteciydim ve eşim Büyükşehir Belediyesi'nin bir biriminde, idari koordinatördü. (Hala öyle.)
Ancak içimi yakan bu değildi. İçimi yakan, Süleyman Gençel'in, gerçeği bildiği halde, ’“o kategori’”ye beni ve eşimi dahil etmesiydi.
Neydi o kategori?
Gencel'e göre, ben gazeteciydim, eşimse sanki bir ’‘hiç’’ti. Piriştina eşimi işe, "eş durumundan" dolayı almıştı ve Piriştina eşimi işe aldığı için, Yeni Asır'a Piriştina aleyhine hiçbir yazı giremezdi(!)
Böylece rahmetli Başkan, Cemal Soyoğul'a iş vererek, Yeni Asır'ı, benim gazeteciliğimi, köşemi satın almıştı. Süleyman Gençel Efendi, gazeteciler listesinde, açık ve net bunu dillendiriyordu.
Oysa bildiği ama bilmiyor(muş) gibi yazmadığı gerçek, benim Yeni Asır'ın tepe yöneticilerinden biriyken, kocamın 1.5 yıl gibi uzun bir süre işsiz kaldığıydı.
 
Eğer ben "eşimi işe alır mısınız" deseydim, Piriştina beni geri çevirir miydi?
Ya da Hamdi Türkmen, Yeni Asır'ın ve Göztepe'nin başkanıydı; ona rica ettirsem; Piriştina onu, onca yıllık kankasını hiç kırar mıydı?
Piriştina eşimi, beni tanımadan çok önce, Büyükşehir Başkanı değilken de haftada en az bir gününü geçirdiği Cumhuriyet İzmir Bürosu’’ndan tanıyordu. Hamdi Türkmen'e "Gönül'ü değil ama Cemal'i çok severim, senin işin zor o kadınla" diye takılacak kadar iyi tanıyordu üstelik.
Piriştina, Kent Arşivi ve Müzesi kurulur kurulmaz önce başına bir tarihçiyi ve birkaç araştırmacıyı atadı, sonra da Arşiv'in ’‘idari koordinatör’’ ihtiyacı ortaya çıktığında, vasıflarıyla örtüştüğü için eşimi.
 
Piriştina ne yazık ki konuşamaz ama Süleyman Efendi ile ortak bazı dostlarımız çok şükür hayattalar ve bunun böyle olduğunu bilirler.
Mesela, bunlardan biri Buca Belediyesi'nin Basın Danışmanı Macit Sefiloğlu'dur. 
En yakın tanık ise Piriştina'nın o dönemde sağ kolu olan danışmanı, şimdi Sabah Gazetesi'nin Ege Temsilcisi, "sözü senet olan" sevgili meslektaşım Ünal Ersözlü'dür.
Ve bu sürecin belgeleri de ’‘Yeni Asır Gazetesi arşivleri’’, gazetede Piriştina hakkında yazdığım eleştiriler, yaptığım röportajlardır’…
 
Yeni Asır Yazı İşleri Müdürü Nevzat Dönmez Efendi, unutmuş olabilir ama elinin altındaki arşivleri karıştırırsa, O yıllarda "Hamdi Türkmen'in çok yakın arkadaşı olduğu için Piriştina'nın hiç eleştirilmediği" eleştirilerini, Yeni Asır'da ilk kez benim kırdığımı hatırlayacaktır.
Mesela, "Size niye sosyete başkan diyorlar" diye sorduğumu, ya da ’“İzmir’’in sokaklarını patriot füzesi düşmüş hale getirdiniz’” diye yazdığımı da okuyacaktır.
Ve rahmetlinin çok zaman sonra "Gönül yüzünden adım sosyete başkana çıktı" diye şakayla karışık sitem ettiğini de belki hatırlayacaktır.
 
Ve tabii Aziz Kocaoğlu dönemi...
Yenigün Gazetesi'nde Genel Yayın Müdürlüğü yaptığım dönemde, bir tek gazeteci/muhabir çıkıp "Aman çocuklar, kocam Büyükşehir'de çalışıyor, sakın Aziz Kocaoğlu aleyhine haber yapmayın, yoksa işinden olur" diye, Büyükşehir aleyhine yapılan haberleri geri çevirdiğimi söyleyebilir mi acaba?
Ya da bir tane AKP'li çıkıp da ’“bizim Kocaoğlu aleyhine söylediklerimizi yazmadınız/çarpıttınız’” diyebilir mi?
Bırakın muhabirlerin belediyeyi eleştiren haberlerini geri çevirmeyi, çatır çatır kendim yazıyordum köşemden Büyükşehir'de olup olmayanı.
Gazetenin manşetlerinin de, yazdıklarımın da Başkan'ı kaç kez zıplattığını, sevgili Hanzade Ünuz'un basın danışmanı olarak, bana küsen Başkan'la arayı bulmak için nasıl gayretler gösterdiğini, Nevzat Efendi bir telefon açıp sorsun.
 
Şimdi daha da sadede gelelim Nevzat Dönmez.
Diğer söylediklerini, seni kıskandığımı, yerinde gözüm olduğunu falanı filanı, milletin bir taraflarıyla güldüğü, muhtemelen yanında olan Ercan Tatı'ya hava atmak için işkembe-i kübradan salladığın lafları geçelim.
Gördüğün gibi, eşimin Büyükşehir'de çalıştığını yazdım.
Sen telefonda öyle buyurmasan da yazım bugün, tam da böyle başlayacaktı zaten ama sen dedin diye yazmış olalım. Mega gazetecisin ya!
Neyse.
Mesele, senin ’“eşinin/oğlunun belediyede çalışıp çalışmadığı değil’” Burhan Altıntop Abi. Kimse işsiz kalmasın, onlar da çalışsın.
Mesele, ’“eşin ya da oğlun belediyede görevlerini yaparken, senin de gazetede gazetecilik görevlerini yapıp yapmadığın, kamunun sesi olup olmadığın’”dır.
Mesele, kamu yerine; Ahmet Sarışınların, Ercan Tatıların, muktedirlerin, vesairelerin sesi/nefesi olman; dostluklarla gazeteciliği kördüğüm gibi karıştırmandır.
Senin karıştırdığın, daha doğrusu taammüden yaptığın da tam budur ve bu yüzden sana "meslektaşım" demek, içimden gelmemektedir.
Aç Yeni Asır arşivlerini ve bir tane Allah için 1 tane, Başkan Tatı aleyhine olabilecek bir yazı/bir haber göster İzmirlilere Nevzat Efendi? Ne dersin?
Hiç mi olmadı, hiç mi görmedin Milliyet'te, Hürriyet'te, Habertürk'te Buca’’da kaynayan kazanla ilgili manşetlere taşınan haberleri? Atladınız mı o haberleri, yoksa muhabirler "Başkan Tatı aleyhine hiçbir haber/fotoğraf girmeyecek" diye sıkı sıkıya tembihli mi?
 
Buca ile ilgili yaptığım röportaj nedeniyle evimin yumurta yağmuruna tutulması, evi yumurtalanan kişinin o gazetenin ilk kadın genel yayın yönetmeni olması da haber değil senin için değil mi? Nasıl haber olsun ki, ucunda Buca var, içinde karışıklık var, içinde Ercan Tatı'nın muhaliflerinin isimleri var!
Telefon açıp bana "geçmiş olsun, çok üzüldüm abacım" diyerek, tırışkadan meslektaş dayanışması gösterebilirsin ama GAZETECİLİK YAPAMAZSIN, değil mi?
Benimle ilgili haberi Hürriyet Ege'den okuyup ya da Ege tv'den izleyip, haberi ancak İstanbul'dan sizi ’‘kibarca’’ uyaran İzmirli meslektaşlarıma karşı, 'aman fırça gelir' korkusuyla 5. sayfada ve olaydan 3 gün sonra verebilirsin.
Bu mu bildiğin gazetecilik?
’“Hiçbir gazetecinin eli/kolu/dili bağlı olmamalı’… Gazeteci, gazetecidir; kimseye diyet borcu olmayanların mesleğidir’” diye öğrenmedik mi biz?
 
’“Yazı işleri müdürü olmakla, büyük gazeteci olmak’” arasındaki farkı fark edemeyen Nevzat Efendi!.
Senin ailene laf söyleyen, çamur atan yok. Benim vicdanımla, kendininkini karıştırma. Benim lafım, senin içini boşalttığın gazeteciliğedir. Bunu kafana böylece sok. Girmiyorsa, ezberle.
 
Öyle "yaradılanı severim, yaradandan ötürü" gibi cümleleri de kendine ve ruh ikizin politikacılara, maalesef senin gazeteciliğini örnek alan kimi zamanelere sakla!
Pir Sultan Abdal'ı da ağzına sakın alma, çarpılırsın. Meslektaşlarını yönetime şikayet eden ama yüzlerine gülen, partisi/sıfatı olan heerrr muktedirin önünde ardında "ABACIM/ABİCİM" diye dolanıp, çanta taşıyan bir Pir Sultan Abdal örneği okudun mu sen tarihte/edebiyatta?
Öyle senin gibi bir sözcük ezberlemekle Pir Sultan Abdal’’ın felsefesi anlaşılsaydı; Türkiye bugün, bu günleri yaşıyor olmazdı.
 
Yeni Asır'daki köşenin, Şebnem Bursalı'nın Yayın Grubu Başkanlığı görevine getirilmesinden sonra niye kaldırıldığıyla ilgili rivayetler muhtelif.
Eğer Şebnem Bursalı ’‘risk’’ alır, sana yeniden köşe açarsa, oradan benim için, içinde biriktirdiklerini yazarsın. Eğer köşe açılması ihtimali yoksa, öyle televizyon köşelerinden eveleyip gevelemene ebelek gübelek laflar etmene gerek yok. Ne diyorum başlıkta? Pandora'nın kutusu açıldı... Aç sen de sendeki Pandorayı, de diyeceklerini, Egedesonsöz'de yayınlayalım. ’“Dedikodu sitesi’” diye küçümsediğin/aşağıladığın, kalemini satmayan onurlu isimlerin köşe yazdığı, 12 kişinin ekmek yediği Egedesonsöz, senin dedikodularına da açık. Hodri meydan! Köşen hazır! Yazarsın, ertesi günü cevabı okursun, sonra istersen yine yazarsın, yine cevabını alırsın. Böylece İzmir medyasına da eğlence çıkar.
Fena mı olur? İşsizlik korkusundan, AKP baskısından milletin içi katıldı, biraz açılırlar.
 
Madem Egedesonsöz'üz, son sözü söyleyelim:
Sen şimdi diyorsun ki (ben duyuyorum buradan), "Gönül Abam beni yine çok feci kıskanmış, beynime kin ve nefret tabancası sıkmış, çünkü ben çok büyüğüm, çünkü ben Yeni Asır'dayım, o değil. O artık layık olduğu yerde!"
De Burhanım Altıntopum. De.
Bütün mezarlıklar ’“vazgeçilmezlerle, ben neymişim be ağabeycimler’”le dolu. Dört kolluya binmeden önce, muhtemelen onlar da senin gibi ’“ben’” diyordu’… Neyin eksik; sen de de.
Benim son diyeceğim, dünkü televizyon programında tek kelimeyle feciydin/berbattın Nevzat.
Otur yerine, koca bi sıfır!