GÜNCEL EGE YEREL YÖNETİMLER EKONOMİ POLİTİKA SPOR RÖPORTAJLAR YAZAR CAFE FOTO GALERİ VİDEO GALERİ
Cemil DİRİM
YAZARLAR
17 Mayıs 2011 Salı

Seçim sürecinde Ak Parti ve CHP

Seçim tarihi yaklaştıkça siyasi tansiyonda yavaş yavaş yükselmeye başladı. Her ne kadar eski seçimlerdeki heyecan düzeyini yakalayamasa da önümüzdeki günler hareketli geçecek.
Bizim yaşıtlarımızın heyecanla hatırlayacağı o eski seçim kampanyaları artık geride kaldı. Bu seçimlerde heyecanın düşük olmasının bir nedeni de sonucunun önceden belli olması. Seçimlerden Ak partinin birinci çıkacağı artık tartışılmıyor ancak anayasayı değiştirebilecek çoğunluğa ulaşıp ulaşamayacağı konuşuluyor. Zaten seçim sürecinin başında AK Parti kendisine hedef olarak yüzde 50 gibi bir oran koyarken, CHP’nin yüzde 40 oy hedefi koyması durumu açıklıyor. Burada ilginç olan Ak Parti nin 2 dönemdir iktidarda olmasına rağmen yüzde 50 gibi bir hedef koyabilmesi. Siyaset bilimi derslerinde iktidardaki partilerin yıpranacağı bizlere öğretilirken AK Parti’nin 3. Dönemde de birinci parti olarak çıkmasının nedenlerini sosyal bilimcilerin araştırması gerekir diye düşünüyorum.
Bu konuda bir araştırma yapıldığında ilginç sonuçlar çıkacaktır. Tabi bazı çok bilmiş aklı evveller, halkın makarna karşılığında oy verdiğine inanmaya devam edebilirler. Siyasetin nabzını iyi tuttuğuna inandığım tecrübeli bir siyasetçiye AK Parti’nin başarısının nedenlerini sorduğumda bana bir çırpıda şunları sıraladı:
“Hükümetin özellikle sağlık, ulaşım, sosyal yardımlar ve dış politika konusunda başarıları. Ak Parti’li vekillerin ve yöneticilerin halktan biri gibi davranmaları, halkın nabzını tutabilmeleri. Ekonomide çok başarılı olamasa da istikrarı sağlamaları. Halkın değişim talebine öncülük edebilmeleri ve askeri vesayete karşı çıkmaları. Bir başka önemli neden de muhalefetteki partilerin halka umut vermemesi.”
 
Eminim sosyal bilimciler bu dönemi inceleyerek daha sağlıklı sonuçlara ulaşacaktır. Çünkü bir partinin 3. Döneminde de bu kadar oy alarak seçilmesi batı ülkelerinde de sık karşılaşılan bir durum değil. Benim yorumum ise halkın 2002 seçimlerinde yeni ve yıpranmamış olduğu ve yenibir Türkiye vaat ettiği için AK Partiye oy verdiği. Yine halk 2007 seçimlerinde seçtiği insanların e-muhtıra ile görevden uzaklaştırılmasına karşı çıkmak için AK Parti ye oy vermişti. Bu seçim sürecinde ise seçmen, hükümetin başarılı icraatları olsa da kendi hayatında çok olumlu değişikliklerin olmadığının farkına vardı. Seçmenler, işsizlik ve ekonomik sıkıntılardan bunalmış durumda ancak muhalefet partilerinden de beklediğini bulacağından emin değil. Bu nedenle Başbakan Erdoğan’a ve Ak Parti’ye son bir şans daha verecek diye düşünüyorum.
 
Seçimlere ana muhalefet partisi olarak giren CHP ise yönetim kadrosunda, aday listelerinde ve söyleminde yaptığı değişikliklerle Genel Başkan Kılıçdaroğlu’nun deyimiyle “Yeni CHP” olma yönünde hızla ilerliyor. Kılıçdaroğlu liderliğinde geleneksel söyleminin dışına çıkan CHP, artık laiklik, türban, askeri vesayet konularını gündeme taşımaktan özenlikle kaçınıyor. Statükonun avukatlığını yapan bir parti görünümü vermiyor. CHP’ye baktığımızda hem doğru hem yanlış politikaları bir arada yürütmeye çalıştığını görüyoruz.
 
Birinci CHP, geleneksel söylemini terketmiş, halkın sosyal ve ekonomik sorunlarına çözüm üreten, daha özgürlükçü, adil bölüşümü ve sosyal adalet kavramını vurgulayan bir parti. Laiklik ve türban tartışmaları yerine halkın gerçek sorunlarını gündeme taşıyan bir parti.
 
İkinci CHP ise Süleyman Demirel’in referansıyla merkez sağdan toparladığı yaklaşık 20-25 adayı seçilecek sıralara koyan, hala yargılanmakta olan Mehmet Haberal, Sinan Aygün ile eski DYP’li bakan Turhan Tayan v.b. isimlerin sağ seçmenden getireceği oylara bel bağlayan bir parti. Üstelik 1990’lı yıllarda kalan ve Demirel’in vaatlerini hatırlatan “ mazot 1.5 TL olacak” gibi söylemlere başvuran bir parti. Yıllardır partiye emek vermiş Fikri Sağlar, Selçuk Ayhan v.b. bir çok ismi aday yapmayarak dışlayan bir parti.
 
Eğer Genel Başkan Kılıçdaroğlu, birinci CHP’nin politikalarına öncelik verir ve bu söylemini sürdürürse uzun vadede CHP’ye iktidar yolunu açar diye düşünüyorum. Ancak ikinci yolu seçerse başarılı olma şansını azaltır. Tek yaptığı bugün aday gösterdiği merkez sağ kökenli isimlerin seçimlerden sonra CHP’den ayrılarak bir parti kurmasnı sağlamak olur. Kurulacak bu partide muhtemelen mecliste grup kurabilecek sayıya ulaşır.
 
Son günlerde yayınlanan kamuoyu araştırmalarına baktığımızda CHP’nin Kemal Kılıçdaroğlu’nun genel başkan seçilmesiyle yüzde 30’ların üzerine çıkan oyunu o seviye de tutmakta zorlandığını görüyoruz. Burada Kılıçdaroğlu’nun da hakkını teslim etmemiz lazım. Parti yönetimine ve Parti Meclisi’ne kendi ekibini yerleştirerek bir ölçüde partiye hakim olmasına rağmen hala örgütte istediği güce ulaşamadı. Ayrıca aday gösterilmeyen küskün partililer ve farklı ekiplere mensup il örgütleriyle bu seçimde teşkilatından yeterli desteği gördüğünü söylemek zor. Üstelik mutlaka başarılı olmak zorunda olduğu 12 Haziran seçimlerine de yeterince ön hazırlık yapamadan girmek zorunda kaldı. Olası bir seçim başarısızlığında liderliğinin tartışmaya açılacağını bilmek Kılıçdaroğlu’nu daha da strese sokuyor. Son günlerdeki agresif üslubunun nedeni de bu baskıdır diye düşünüyorum.
Daha önce de belirttiğim gibi bu seçimler, halkın gerçek sorunlarının gündeme taşındığı, siyasi ve ekonomik sorunlara çözüm önerilerinin tartışıldığı, bir de kaset savaşlarının yaşandığı seçimler olarak aklımızda kalacak.
 
Notlar:
1- Süleyman Demirel’den bahsetmişken onunla ilgili bir anekdotu yazmasam olmaz. Yıl 1991 ve aylardan Ağustos. Genç bir muhabir olarak Demirel’in ünlü Akhisar mitingini takip ediyorum. Muhabir arkadaşlarla miting alanına vardık ve seçim otobüsü “ Süvari “nin üzerinde yerimizi aldık. Nihayet “ Kurtar Bizi Baba” tezahüratları arasında Süleyman Demirel Süvarinin üzerine çıktı ve yaklaşık 1 metre önümüzde konuşmaya başladı. Bir taraftan çok iyi bir hatip olan Demirel’in alanda toplanan halkı avuçlarının içine alışını izliyor, bir taraftan da not alıyorum. Konuşmasının bir bölümünde Demirel sonraki yıllarda çok tartışılan o sözleri söylüyor:
“İktidarda bulunan Anavatan Partisi tütüne kaç para verirse ben 5 bin lira fazla vereceğim.” İdealist genç bir gazeteci olarak siyasetçilerle ilgili ilk hayal kırıklığımı yaşıyorum. O gün siyasetçilerin seçim dönemlerindeki vaatlerinin sınırı olmayacağı konusunda ilk dersimi alıyorum. Allah’tan şimdi o kadar iyi hatipler yetişmiyor ve seçmen de çokça aldatıldığı için bilinçlendi.
 
2- Bazı okuyucularımız kafalarındaki şablona uymayan tarzda yazdığımız için yadırgıyorlar. Politika ile ilgili yazılarımızda mümkün olduğunca objektif yazmaya çalışıyorum. Bir gazetecinin görevi yorumlarında doğrunun tarafında olmaktır. Bazı okuyucularımız ise bir önceki yazımda Aziz Kocaoğlu’nun dürüst olduğuna inandığımı söylememi eleştiriyorlar. Bu kanaat benim gözlemlerim, duyumlarım ve yakın çevresindeki güvendiğim kişilerin referansları sonucunda oluştu. Belediye başkanı olarak bir çok konuda eleştirdiğimiz de oldu. Ancak, bir kişinin yönetici olarak hata yapması dürüst olmadığı anlamına gelmez. Tabii ki siyasetçiler birbirlerini acımasızca eleştirebilir. Ama gazetecilerin daha dikkatli olması lazım. Kamu görevi yaptıklarını unutmayıp öncelikle kamu yararını gözetmeleri ve mahkeme tarafından karar verilmeden yargıçlığa soyunmamaları gerektiğine inanıyorum.