GÜNCEL EGE YEREL YÖNETİMLER EKONOMİ POLİTİKA SPOR RÖPORTAJLAR YAZAR CAFE FOTO GALERİ VİDEO GALERİ
Nedim ATİLLA
YAZARLAR
21 Mayıs 2023 Pazar

Nasıl bir zamanda yaşıyoruz?

Bugün Pazar, kültürden sanattan, kitaplardan söz etme günü. Geçen pazartesi izlediğimiz “BuYÜZden” isimli modern dans gösterisi mükemmeldi. Olten Filarmoni’nin sezon kapanış konseri “Sentez” anlatılmaz yaşanırdı…

Ama aklımız 14 Mayıs’ta kalınca sanatın hayatımızın kirini pasını silmesi yetmiyor bazen.

Seçimin ertesi günü yayımlanan yazımızda, “Haftalardır kafamı kurcalayan soru cevabını buldu: Türkiye, Avrupa’nın her yerinde yükselmekte olan yeni muhafazakâr sağ treninden inebilecek mi, yoksa demiryolunda makas değişikliği yok mudur?” demiş ve aldığımız cevabı yinelemiştik.

Bugün size bir kitaptan söz edeceğim. Ama önce bir durum tespiti yapalım:

Milliyetçilik ve etnik ayrımcılığın son yirmi- otuz yılda güçlendiği iddiasına ben katılıyorum. Elbette bu tür bir genelleme yapmak için daha fazla veriye ve kontekse ihtiyaç vardır. Siyasi, toplumsal ve ekonomik faktörlerin birleşimi, belirli bir ülkede veya bölgede milliyetçilik ve etnik ayrımcılığın güçlenmesine veya azalmasına neden olabiliyor.

Son yirmi- otuz yılda dünya genelinde birçok ülkede milliyetçilik ve etnik ayrımcılık tartışmaları yaşandı. Bosna Savaşı bunun en önemli sonucu. Bu tartışmalar, bazen toplumda artan göç hareketleri, küreselleşme ve kültürel çeşitlilik gibi faktörlerle ilişkilendiriliyor. Siyasi liderlerin milliyetçi veya ayrımcı söylemleri de bu eğilimi güçlendirebiliyor.

Dünya için enseyi karartmayalım: Dünya genelinde bu süre zarfında aynı zamanda birçok olumlu gelişme ve eğilim de yaşandı. İnsan haklarına ve eşitlik ilkesine dayalı hareketler, toplumların farklılıkları kabul etme ve hoşgörüyü teşvik etme eğiliminde oldu. Uluslararası iş birliği ve küresel iletişim araçları, insanların farklı kültürlerle daha fazla etkileşimde bulunmasını sağladı.

4 yıl önce almıştım Nasıl Bir Zamanda Yaşıyoruz isimli müthiş tartışma kitabını (Özgün adı: En quel temps vivons-nous?)

Filozof Jacques Rancière ile yayıncı ve aktivist Eric Hazan demokrasiyi, temsili sistemin demokrasi olup olmadığını ve “popülizm”i tartışıyor, “sınıf mücadelesi” ve “tahakküm” gibi kavramlara dönüyorlardı.

14 Mayıs ile 28 Mayıs arasında okunacak en iyi kitap bu galiba. Yeniden okuyorum.

İnsanlar aldandıkları için değil, aldanmadıklarını göstermek için razı oluyor sisteme.

Jacotot’nun izinden giderek ben buna ‘üstün aşağıların mantığı’ adını verdim: Tam da bir tahakküm biçimi size kendisini küçümseme olanağı sunduğu ölçüde boyun eğiyorsunuz ona.

Bugün tahakküm biçimlerinin çoğu bu şekilde işliyor:

Medya mesajlarına ‘inanma’nıza, reklam görüntüleriyle baştan çıkmanıza ya da oy verip seçtiğiniz kişilerden bir şey ummanıza gerek yok.

Sistem inançsızlıkla gayet iyi işliyor; başka bir deyişle, sözde inançsızlık bugün inancın normal tarzı, oy verenleri olduğu kadar vermeyenleri de etkileyen mevcut hali içselleştirmenin normal yolu.

“Geleceği yaratan sadece şimdiki anlardır ve bugün için hayati mesele, eşitliksizlik yanlısı mantıklar tarafından önerilen algı, düşünce, yaşam ve ortaklık tarzlarına mesafe almayı sağlayan tüm ayrılık biçimlerini geliştirmektir. Onlara birbirleriyle karşılaşma ve bir eşitlik dünyasından fışkıran gücü yaratma imkânı vermek için çaba göstermektir.”

Emek Erez’in dediği gibi, Rancière düşüncesi, dünyanın ve coğrafyamızın bireyi çıkmazda hissettirdiği bugünlerde, aklımızda oluşturduğu yeni düşüncelerle birlikte, “en çok nerede hata yapıyoruz” sorusu hakkında zihnimizi açıyor. Ortaya koyduğu argümanlarla, güncel siyasetin dışına çıkıp yaşama ve siyasete biraz dışarıdan bakmamızı sağlıyor.

Fransız filozof bakın ne demiş:

“Tahakküm dünyasının kendi yıkımını ürettiği, ‘katı olan her şeyin buharlaştığı’ ve eski düzeni ayakta tutan kurum ve inançların ünlü ‘bencil hesapların buzlu suları’nda kendiliğinden eridiği yönündeki eski Marksist fikirleri artık bir kenara bırakmak gerekiyor.”