GÜNCEL EGE YEREL YÖNETİMLER EKONOMİ POLİTİKA SPOR RÖPORTAJLAR YAZAR CAFE FOTO GALERİ VİDEO GALERİ
Nedim ATİLLA
YAZARLAR
2 Mayıs 2023 Salı

Sağdan soldan popülizm ve neoliberalizm

Popülizm, sağ popülizm, sol popülizm… Hepsi seçime 12 gün kala bizim memlekette… Yani popülizm zirvelerde. Popülizm, siyasi ideoloji veya yaklaşım olarak, genellikle halkın çıkarlarını ve duygularını hedef alan siyasi hareket diye tanımlanıyor ama bizde bu da farklı oluyor tabii.

Popülist liderler, kendilerini halkın “gerçek temsilcileri” olarak tanımlarlar ve sıklıkla siyasi, ekonomik veya kültürel elitlere karşı halkın çıkarlarını savunduklarını iddia ederler. Sonra da kendi gruplarını yaratırlar.

Burada “halk” tanımında anlaşmak gerek. Çünkü her liderin halk tanımı farklı. Hepsi de belirsiz veya değişken bir şekilde tanımlıyorlar “halkı” … 1980 öncesi üniversitelerde halkın bişeyleri fraksiyonları vardı. Hepsi kendilerini halkın temsilcileri olarak gösterirdi. Bunları seyreder çok gülerdik. Şimdi bazı kürsüleri dinlerken aklıma yine o şeyler geliyor.

Dünyada popülist liderlerin ortak özelliği “karizmatik” olduklarını iddia etmeleri. Popülist liderler, kendilerini güçlü, karizmatik liderler olarak tanımlarlar ve sıklıkla kişisel niteliklerine ve doğal liderliklerine vurgu yaptırırlar kendi yağdanlıklarına. Liderlik için karizmatik kişilik yetmez tabii ki. Güçlü bir iletişim becerisi ve basit, kolay anlaşılır mesajlar vermek gerek.

Avrupa’da İtalya ve Macaristan seçimlerinin gösterdiği gibi sağ popülizm yükseliyor. Sağ popülizm, genellikle toplumda yaygın olan kaygı, öfke ve hoşnutsuzluğu sömüren, otoriter ve milliyetçi bir siyasi hareket.Sağ popülist liderler genellikle göçmen karşıtı ve yabancı düşmanlığına dayalı politikaları savunurlar. İtalya’da seçim kazandılar. Siyasi tavrını sadece yabancı düşmanlığı üzerine kurgulayan siyasi çizgi de bir miktar oy alabiliyor ülkemizde.

Sağ popülizmin en temel argümanı geleneksel değerleri ve milli kimliği vurgulayarak, kültürel tehditlerden söz etmesi. Kopya kağıdı gibidirler. Bütün gizli faşistlerin özelliği budur: Muhalifleri ve azınlıkları hedef alarak, politikalarını uygulama konusunda sert tutum içindedirler.Sağ popülist hareketler, Avrupa’nın aklı başında insanları tarafından demokrasi ve insan haklarına yönelik tehdit olarak görülüyorlar. Bizi de kaygılandırıyor tabii ki…

Sol popülizm de popülist bir stratejiyi benimser ve genellikle halkın çoğunluğunu oluşturan işçi sınıfı, yoksullar ve toplumun diğer dışlanmış kesimlerinin çıkarlarını savunur.Sol popülist liderler, ekonomik eşitsizlik, sosyal adaletsizlik ve sistematik ayrımcılık gibi konularda halkın endişelerini ele alır ve toplumdaki güç dengelerini değiştirme sözü verirler. Bu amaçla, sol popülistler, sıklıkla zengin ve güçlü çıkar gruplarına karşı mücadele ederek, sosyal programlar, vergi reformları ve kamu hizmetlerine yatırım yapma gibi politikaları savunurlar.

Türkiye’de Ecevit’in kısa başbakanlıklarını, Erdal İnönü’nün kısa başbakan yardımcılıklarını saymazsanız hep sağ popülizm hâkim oldu. Murat Belge şöyle açıklamıştı bu durumu: [Türkiye köklü bir demokratik geleneği olan bir toplum değil. Olmamasının başlıca nedeni, modernleşme sürecinin yukarıdan aşağıya karakteri, daha özgül biçimiyle söylenecek olursa, militarist karakteriydi. Bunun son dönemde değişmeye başlaması, çok kısa bir süre içinde, koyu bir sağ popülizm getirdi]

Bu popülist yaklaşımları besleyen acaba dünyaya hâkim olan neo-liberalizm mi?

Kenan Mortan üstadımın geçen cumartesi yazdığı gibi, [ “Neoliberalizm tüm ‘’sol’’ popülist politikaları ‘’gayrimeşru ‘’ olarak ilan eder, yok sayar. Tüm alternatifleri toprağa gömer… Sonra, merkezde ortaya çıkan bir politik figürü (Örnek :Macron) size çözüm olarak dayatır. Oysa ‘’sol’’ popülizm bir etiket değil, bir siyasal strateji”. ]

Neoliberalizm, ekonomi temelli bir ideoloji. Bu ideolojinin temel amacı, serbest piyasa ekonomisinin önündeki engelleri kaldırmak ve devletin müdahalesini mümkün olduğunca azaltarak özel sektörü güçlendirmek idi. Ama öyle görünüyor ki sonu yaklaşmakta.

Neoliberalizm, 1980'lerin ortalarında, özellikle ABD ve İngiltere'de uygulanmaya başlandı. Bu dönemde, hükümetler kamu sektöründe kesintilere gitti, devletin piyasaya müdahalesini azalttı ve özelleştirmelere başvurdu. Bu politikaların sonucunda, serbest piyasa ekonomisi daha da güçlendi ve özel sektör daha fazla özgürlüğe sahip oldu.

Neoliberalizmin savunucuları, piyasanın kendini yönetebileceğine ve doğru koşullar altında ekonomik büyüme ve refahın artacağına inanırlardı. Ama görüldü ki kazın yağı öyle değilmiş. Bu politikaların gelir eşitsizliğini artırdığı, sosyal hizmetlerin azaltılmasına neden olduğu ve özelleştirmeyle birlikte halkın erişimine açık olan hizmetlerin özelleştirildiği için özellikle yoksul kesimlerin zarar gördüğü açık.

Yine Murat Belge’ye kulak verelim: [Teknolojinin bugün vardığı aşamada dünya nüfusunun hatırı sayılır bir yüzdesi “fuzuli” hale geliyor. Kapitalizmin erken aşamalarındaki durumlara benzemiyor bu. Bu insanlar “yedek işçi ordusu” değiller; yani böyle düşük bir statüde bile, varolan düzenin içinde bir işleve sahip değiller.  “Biz” ve “ötekiler” ayrımı böyle şekillenmeye başladı bile. Bu arada iktisat “bilimi” (ve öteki bilimler) dünyaya insandan bakmayı çoktan kestiler. “Rantabilite” varken “insan” falan demek çağdışı (anakronik) bir şey: “sulu” olduğu kadar “zararlı” da olan bir romantizm. ]

14 Mayıs’ta oy kullanırken bütün bunları düşünmek gerek…