GÜNCEL EGE YEREL YÖNETİMLER EKONOMİ POLİTİKA SPOR RÖPORTAJLAR YAZAR CAFE FOTO GALERİ VİDEO GALERİ
Ümit YALDIZ
YAZARLAR
27 Mayıs 2010 Perşembe

CHP’’ye ve Türk siyasetine 27 Mayıs bakışı!

 
Bundan tam yarım asır önce, Türkiye darbeyle tanıştı.  27 Mayıs 1960 askeri darbesi 50 yıl önce bugün yapıldı. Milli Birlik Komitesi üyesi 37 Subay, yönetimine el koydu. Meclisi ve Anayasa’’yı feshetti. Cumhurbaşkanı Celal Bayar, Başbakan Adnan Menderes başta olmak üzere birçok Demokrat Partili tutuklandı.
Ve Türkiye Cumhuriyeti ilk kez bir başbakanını, iki bakanı darağacına gönderdi.
Acıları ’‘demokrat’’ yüreklerde/beyinlerde yıllarca dinmedi, kanayan/sızlayan bir yara olmayı sürdürüyor.
27 Mayıs’’ın gerekçeleri, sonuçları, diğer darbelerden farkları üzerine günlerce yazılıp, çizilebilir. Amacım laf salatasıyla tarihi yargılamak değil. Sonuçları itibariyle bugüne yansımaları üzerine kalem oynatmak...
Bana göre 27 Mayıs’’ı farklı kılan tek şey, ilk oluşuydu. Ve sonrasında içerden ve dışarıdan gelen onlarca müdahalenin yolunu açmasıydı.
1971 muhtırası, 1980 darbesi, 28 Şubat Süreci ve Mayıs 2007 e-muhtırası’… Bunlar, asker/postal/dipçik marifetiyle yapılanlar...
Sözde, bozulan düzeni tesis için yapılmış ama düzeni daha çok bozmaktan öte gitmemişti hiçbiri.
Kiminde şapka gitmiş, kiminde gencecik bedenler darağacına çekilmişti. Arkalarından tarifsiz acılar, derin yaralar bıraktılar. Ülke siyasetini/siyasetçisini dizayn ettiler, kimini öldürüp, kimini güldürdüler.
Solu ve sağı biçen/doğrayan 1980 darbesi ve 28 Şubat sürecinin AKP iktidarını yaratması gibi. Sadece asker miydi Türkiye’’nin rotasını 180 derece değiştiren?
Tabi ki hayır!
Çoğu zaman güzel ülkemin jeopolitik konumuna bağlı dış müdahaleler yaşadık/yaşıyoruz. CİA’’nın, KGB’’nin, MOSSAD’’ın, İngiliz istihbaratı ve yerli işbirlikçiler başrollerden hiç düşmedi. Osmanlı mirası, Ortadoğu, Orta Asya, Balkanlar’’la olan tarihi/kültürel bağın önemi büyüktü Türkiye’’nin hedef seçilmesinde.
Sürekli kaşınmasında’…
Kimi zaman Taksim’’de işçiler yaylım ateşine tutuldu, kimi zaman sol/sağ, Alevi/Sunni, Kürt/Türk savaşlarının içinde bulduk kendimizi.  
İkinci Dünya Savaşı’’ndan sonra Amerika ve müttefiklerinin bize biçtiği Osmanlı kaftanı işe yaradı. O kaftan üzerinden Ortadoğu’’dan/Balkanlar’’a hatta Orta Asya’’ya hakim olup, Rusya’’nın güneye inmesini engellemek istediler. Başardılar.  
Daha neler, neler’…
Soğuk Savaş sonrası yaşanan kavganın/savaşın adı ise E-N-E-R-J-İ idi.
Özal’’ı öldüren de, Irak’’ı dağıtan da, İsrail’’deki vahşeti körükleyen de, DSP’’yi parçalayıp AKP’’yi getiren de, Türki Cumhuriyetlerdeki darbeleri yaratan da, Gürcistan’’ından, Ukraynası’’na kadar bölgede bir gecede hayata geçirilen Soros destekli ’‘turuncu devrim’’de  aynı elden, aynı zihniyetten çıkmış senaryonun parçası, kanlı tiyatronun farklı sahneleriydi bana göre.
Tüm bunlar, akl-ı selim her yurdum insanının gördüğü ya da görmesi gereken büyük fotoğrafın bazı parçalarından ibaretti.
**
Yaşadığı dünyaya at gözlüğü ile bakanlara göre, ’“Dış güçler, ABD, MOSSAD, Emperyalizm, Siyonizm’’ palavradan, senaryodan, komplo teorisinden ibarettir. Ama yıllar sonra Pandoranın Kutusu açılır. Ve tarihi vesikalardan görürüz oynanan uluslar arası oyunları, yıllar önce canımızı sıkan Çabanoğlu’’nun fotoğrafını’…
Bugün yazılan, sahneye konulan tiyatroyu ise en erken 30-40 yıl sonra görme şansımız olur.
Ya bir CİA ajanı kitap yazar ya da bir işbirlikçi yerli itirafname kaleme alır’…
Ama bir şekilde görürüz’…
Oynanan oyun aslında 200 yıldır aynıdır. Hasta adamın parçalanması, genç Türkiye’’nin karnının sürekli ağrıtılması çoğu zaman da tepe tepe kullanılmasıdır amaç.
Kürt meselesi, Alevi kışkırtması da aynı kalemden çıkar, Ermeni sorunu da’… Ve Türk siyaseti her 10 yılda bir zorunlu olarak aktör değiştirir.
Sandıkla olmazsa, darbeyle, muhtırayla’…
Başbakan Erdoğan’’ın eski danışmanı, yeni bakanı Egemen Bağış’’ın birkaç yıl önce Amerika’’daki bir ’‘thing/thang’’ kulübünde ağzından kaçırdığı gibi’…
Bir siyasi aktörün son kullanma tarihi geldiğinde gözünün yaşına bakmaksızın ’‘halının altına’’ süpürür, büyük filmin senaristleri’…  
Yerine yenisi zaten hazır edilmiştir. Sihirli bir el düğmeye basar, gereği yapılır. Film kaldığı yerden devam eder’…
**
CHP’’de Deniz Baykal’’ın başına gelenlere ve sonrasında olanlara bir de bu pencereden bakalım isterseniz. Hatta bakmalıyız.
Deniz Baykal’’ı 18 yıldır adeta zamkla yapıştığı koltuğundan kaldıran, Kılıçdaroğlu’’nu bir anda pişirip/şişirip Türkiye’’nin umuduna dönüştüren nedir sizce?
AKP’’nin yarattığı yılgınlık, bıkkınlık mı sadece?
Baykal’’a karşı, halkta ve örgütte oluşan ve de yıllar yılı bilinçaltına depolanan ’‘Gitsin, CHP iktidara gelir’’ teorisi mi?
Kılıçdaroğlu’’nun ’‘Gandhi’’ye ya da Karaoğlan’’a olan fiziksel ve de üslupsal benzerliği mi?
Başbakan’’ın deyimiyle ’‘Candaş/Yoldaş’’ medyanın pompalaması mı?
Ya da tecrübe abidesi Genel Sekreter Sav’’ın ekibini tasfiyeden kurtarmak, ülkenin önünü açmak, partisini kaostan kurtarmak için attığı ’‘doğru ve yerinde’’ adım mı?
Bence hepsinden biraz var tabi ki’…
**
Ama malum dış güçler neresinde bu işin? Bir Mayıs müdahalesi yok mu sizce de bu işin bir yerinde’…
Evet. Milletvekili Nesrin Baytok ile Baykal arasındaki cinsi münasebet doğru olabilir belki?
Ama bu ilişkinin bir kaset tertibi ile sunulmasıyla başlayan süreci, işin merkezindeki komplo  suçunu kime yükleyeceğiz?
Baykal’’ın yaptığı gibi Başbakan’’a değil herhalde’…
Ya da selam gönderdiği Pensilvanya’’ya’…
Parti içi muhalefet diyerek büyük tertibi küçültmeye hiç ama hiç niyetim yok benim.
Ya da Baytok’’un ekonomik sıkıntı çeken kocası diyerek’…
11 Mayıs’’ta bu sütunlardan ’‘AKP hedefi, Gülen Açılımı ve Düğmeye Basanlar’’ diye bir yazı kaleme almıştım. Ve bu işin Baykal’’ı değil, AKP’’yi bitirme planı olduğunu, Türk siyasetine müdahale edildiğini savunmuştum.
Kim ne der ve düşünür bilemem. Ama ben hala o noktadayım.
Bir İngiliz oyunu, bir ’‘çapanoğlu’’ var bu işte.
Ve oyunun içinde Baykal, ’‘doğru ve kolay’’ bir lokmadan ibaret sadece’…  
 
**
İki yıl önce Davos’’ta ’‘One Minute’’ çıkışıyla Başbakan Erdoğan, Türkiye’’ye yeni bir rota çizdi. AB kapısında yarım asırdır bekletilen ülkenin rotasını Arap sermayesine, eski Osmanlı topraklarına hatta Rusya’’ya, Orta Asya’’ya çevirdi.
Ne de olsa ’‘Fatih’’ ilan edilmişti bir kere. Ve de Milli Görüşlü yıllardan kinlendiği ’‘dünyayı yöneten’’ Siyonizmin başkenti İsrail’’i Ortadoğu’’da oyun dışı bırakan, Türkiye’’yi enerji/petrol koridorunun en güçlü aktörüne dönüştüren adımlar atmaya başlamıştı.
 Ilımlı İslam çizgisiyle enerji/petrol savaşlarının ’‘ılımlı’’ çocuğu Tayyip, BOB eşbaşkanı kimliğinden kurtulup, Fatih Sultan kimliğine bürünüyor, boyundan büyük işlere kalkışıyordu.
Aslında bu işi eline yüzüne bulaştıran hocası Erbakan’’ın 13 yıl önce yürüdüğü yoldan gidiyor, bir anlamda Erbakan’’ın yarıda bıraktığı yolu tamamlıyordu.
Kaddafi’’nin çadırına 13 yıl sonra giden isim Başbakan Erdoğan’’dı’…
Suriye, İran, Ürdün, Arabistan ve Libya ile ticaret anlaşmaları imzalanıyor, vizeler kaldırılıyor, nifak tohumlarıyla arası açılan ’‘müslüman’’ halk yeniden kaynaşıyordu.
Yani bölge aktörleri, kendi iradeleriyle yeni bir dönem başlatıyordu.
Rusya ile yapılan santral, boru hattı anlaşması da yeni dönemin en büyük adımıydı.
 
**
Başbakan Erdoğan’’ı iç politikadaki yüzlerce hatası, İzmir’’e bakışı, rejime ilişkin tehlikeli adımları nedeniyle eleştirebiliriz.
Eleştiriyoruz da.
Ama son iki yılda, Türkiye’’yi asırlık prangalarından kurtarmaya dönük çabası da takdire şayan.
Ekonomik temelde sağlanacak işbirlikleri bundan sonra yaşanacak global ya da yerli krizlerin Türkiye’’yi gerçekten ’‘teğet’’ geçmesini sağlayacağı gibi, Türkiye’’nin tam göbeğinde bulunduğu enerji/petrol gibi dünyadaki en geçerli akçeden daha çok nemalanmasını, ileriki aşamada halkın refah seviyesinin artmasını da beraberinde getirecektir.
Refah seviyesinin artışı, içerideki asırlık karın ağrılarını yok edeceği gibi Türkiye’’yi tam bağımsızlığa yaklaştıran önemli bir hamle olacaktır.
ABD’’nin yok yere Irak’’ı işgal edip, Suriye/İran’’ı tehdit ederken, İsrail’’deki vahşete seyirci kalması, Ordadoğu’’daki istikrarsızlığı arttırma girişimleri de İngiltere’’nin petrol/doğalgaza dönük enerji planları da Erdoğan’’ın attığı bu ’‘tehlikeli’’ adımlarla orta vadede suya düşebilirdi.
Ve uzun süredir, İsrail’’in Erdoğan’’a yönelik ’‘One minute’’ yanıtını bekleyen bir gazeteci olarak iki yıllık suskunluğu hiç hayra yormamıştım.
O nedenle Türk siyasetindeki tüm taşları yerinden oynatan Baykal hamlesini dış güçlere bağlamış, özellikle de İngiliz, Siyonist, CİA, MOSSAD bağlantıları üzerinde uzun süredir kafa yoruyordum.
**
Peki, ülkenin/bölgenin en güçlü siyasi aktörüne dönüşen, Ortadoğu, Orta Asya üzerine yazılmış senaryoları tehlikeye atan Başbakan Erdoğan’’dan kurtulmanın formülü nedir o halde?
Akla gelen ilk tercih Erdoğan’’a vurmaktır tabi ki.
Ama bunu kim denediyse eline yüzüne bulaştırdı. TSK’’nın planları ’‘kozmik ofislerde’’ kalıp, mahkeme kayıtlarına geçerken, paşasından, astsubayına onlarca asker hala içerde’…
Derin olduğu söylenen bazıları Ergenekon savcılarının hışmına uğradı.
Vurdukça mağdura dönüşen, vurdukça büyüyen Erdoğan’’la başa çıkmanın tek bir yolu vardı aslında’…
Rakibini değiştirmek. Güçlü bir rakip yaratmak’…
Yıllardır tek amacı seçim değil kurultay/kongre kazanmak olan Baykal’’ın bileti o noktada kesildi.
İç siyaseti, ’‘Fenerbahçe-Pendikspor’’ maçından çıkarıp seyir zevki veren bir maça dönüştürmek için de rakip takımda darbe yapıldı. Sadece teknik direktör değil, tüm futbolcular değişti/değiştirildi.
 
**
Her ne kadar CHP kurultayının yerel/genel siyasete, yerel aktörlere, parti içi dengeye etkisini anlatıyorsak da arka planındaki soğuk ama büyük gerçeğe de vurgu yapmak gibi tarihi bir misyon ve sorumluluk taşıdığımızın da farkındayım.
Sizce de ’‘çok kolay’’ olmadı mı Baykal’’ın gidişi, Kılıçdaroğlu’’nun gelişi?
Davos’’un Fatih’’i Başbakan’’ın Recep Bey’’e dönüşü’…
Sarıgül’’ün hareketinin durdurması, Ecevit ailesinin desteği’…
Gandi’’nin Karaoğlan’’ın dönüşü’…
Çok kolay ve çok hızlı, çok kansız olmadı mı?
Ve CHP’’nin yeni yönetimine sızan/giren/alınan bazı isimler de dış güçler ve yerli işbirlikçiler kuşkumu arttırmıyor değil. İki tesellim var bu noktada.
Oyunun oyununu gören/gördüklerini düşündüğüm Kılıçdaroğlu ve Genel Sekreter Önder Sav.
Dış politikada AB’’nin tek seçenek olmadığını, Rusya, Ortadoğu ve Çin ihtimalinin de göz ardı edilmemesi gerektiğini savunan, hükümetin dış politikadaki doğrularına sahip çıkacağının garantisini canlı yayında veren Gandi Kemal.
Ve de CHP’’yi son kurultayda birilerinin istediği gibi alt kimlik partisine dönüşmekten kurtaran, Mustafa Kemal Atatürk’’ün çizgisinde dimdik yürüyen, attığı Kılıçdaroğlu adımı ile ülkenin de, partinin de önünü açan, nefes almasını sağlayan Genel Sekreter Önder Sav.
İki kilit adamın oyunun oyununu gördükleri kanısındayım. Ve köprüyü geçene kadar ’‘ayıya dayı’’ dediklerini düşünüyorum.
CHP’’nin iktidara gelişi Türkiye’’nin içerde yaşadığı ve AKP ile çözülemeyeceği anlaşılan pek çok soruna çözüm, kronikleşen pek çok yaraya merhem olacaktır.
En azından halkçı/cumhuriyetçi duruş, devletle hükümetin barışı, yoksul/dindar kesim üzerinden yapılan siyaset son bulacak, Türkiye ’‘emin’’ bir adamın idaresine geçecektir.
Ama ülkenin rotasını farklı bir amaçla da olsa doğru bir noktaya kaydıran Erdoğan’’ın dış politikadaki doğruları ’‘halının altına’’ süpürülemeyecek, yıllardır bu ülkenin/coğrafyanın kanını emen bir grup emperyalist ile yerli işbirlikçilere teslim edilemeyecek kadar da önemlidir.
Çünkü devlette ’‘devamlılık’’ esastır. Tabi ki doğrular üzerinde yüründüğü sürece’…
Tüm bunları, ’‘Senaryo hatta komplo teorisi’’ olarak yorumlayanlarınız olacaktır.
Varsayın ki gerçekten öyle’…
Yine de biraz ’‘uyanık’’ olmanın kime ne zararı olabilir ki?