GÜNCEL EGE YEREL YÖNETİMLER EKONOMİ POLİTİKA SPOR RÖPORTAJLAR YAZAR CAFE FOTO GALERİ VİDEO GALERİ
Ümit YALDIZ
YAZARLAR
11 Eylül 2009 Cuma

Benim 12 Eylül’’üm

Küçük bir çocuktum.
Bugün 12 Eylül. Türk siyasetine, demokrasisine hançer gibi saplanan askeri darbenin üzerinden 29 yıl geçti.’¶
12 Eylül’’de Fatsa civarındaydım. Ve küçük bir çocuktum.
Evimizin önü düz olduğundan ve de Karadeniz’’de düz bir alan bulmak en büyük sorun olduğundan sol/sağ gruplara karşı operasyon yapan askeri helikopterler tarafından pist olarak kullanılıyordu desem yeridir.
12 Eylül öncesinde neredeyse her gün uzak ya da yakın bir tanıdığımızın vurulduğunu annemin/komşuların ’‘vah vah’’ türünden yakınmalarıyla anlıyordum.
Demek öyle ha’… Kardeş kardeşi mi vurmuş!
Daha çok gençti, yazık! Bu kan ne zaman duracak!
Yine öğrencilerimi mi vurmuşlar.
Türünden sözler, yararışlar en çok duyduğumuz ama duymaktan da korktuğumuz şeylerdi.
Tarımla geçinen ailemin imece usulüyle topraktan çıkardığı patatesleri uzun süre taze tutmak için kullandığımız kuyular, coğrafyaya yabancı askerler tarafından ’‘terörist’’ sığınağı sanılırdı. Her defasında derinliği 4-6 metre olan kuyuları terörist saklamak için değil, patates saklamak için kullandığımızı anlatmaya çalışırdı ailenin bir ferdi, askere, komutana.
Asker gelmiş, yönetime el konmuş denilince herkesin sevindiğini hatırlıyorum. Akan kan duracak diye.

Ama sonrasında askerden korktuğumuzu da hatırlıyorum. Helikopterlerden yapılan, ’“Karadaki askerlere yardımcı olalım’’ anonsları hala kulaklarımda.
Tarlada/ormanda çalışan kocasına sepetle yemek taşıyan kadınların helikopterden iplerle sarkan askerlerce aranıp, ’‘hangi teröriste yemek götürüyorsun?’” diye sorgulanmadıklarını hatırladıkça hala gülerim.
O günlerde darbe bizim için akan kanı durduran iyi bir şeydi.
Ama sonrasında Türkiye’’nin demokratikleşmesine, siyasal partilerin yozlaşmasına, gençliğin apolitize edilişine, okuyan, düşünen, yazan kesimin yok edilişine neden olan çok ama çok kötü bir şey olduğunu anladım.
Devlet eliyle gencecik bedenlerin darağacına çekilişine şahit olduk. ’‘Netekim’’ Paşa’’nın ’‘Asmayalım da besleyelim mi?’” özdeyişine anlam veremedik.
Asılan, işkence gören, meslekten atılan, yıllarca hapis köşelerinde çürümeye terk edilen bu ülkenin genç bedenlerini, düşünen beyinlerini gördükçe de bu gün bizleri yönetenlerin neden bu kadar boş, bu kadar korkak olduğuna anlam verebildim kendi adıma.
Hiç unutmam.
5 yaşında bir çocuktum.  Darbenin hemen sonrası’…’‘Aldırma gönül, aldırma’’ türküsü dilimden düşmüyor.
Bir şekilde bir yerlerden öğrenmişim.
Ailem ise beni susturmak için her şeyi yapıyor.  
Nereden bilirdim bu şarkının Sebahattin Ali tarafından Sinop Cezaevi’’nde yazıldığını’… Ve Deniz Gezmiş’’e ithaf edildiğini’…
 
Darbe öncesi yıllarda da ’‘babamın’’ asker olduğunu söylemem yasaktı.
Ben doğduktan kısa bir süre sonra vatani görevini yapmak için Bolu’’ya giden babama, konuşmayı öğrendiğimde ’‘Asker Sezai’’ dermişim. Annem, dedem, amcalarım beni susturmaya çalışırdı.
’‘Asker deme’’ birileri yanlış anlar. Hakkımızda infaz kararı çıkarır’… diye korkarlardı.
Ve darbenin üzerinden 15 yıl geçti.
Eskişehir’’e Üniversiteye gidiyorum. Annem/babam ve büyüklerim sıkıca tembihliyor beni. ’“Sakın siyasi gruplara bulaşma, sol/sağ olaylarına girme!’”
Neyse ki onları dinlemedim. Yasak olması solu da sağı da merak etmemi sağladı. İkisini de derinlemesine araştırma fırsatım oldu.
İşte benim 12 Eylül’’üm.
Sonrasında çocuklarını kaybeden anaların feryatlarını dinledim yıllarca. Solcusuna da sağcısına da üzüldüm.
İki grubun da kullanıldığını sadece ben değil herkes gördü. Ama iş işten geçmişti netekim. 5 bin sağcı, 5 binin üzeninde solcu öldürülmüş, devletçe asılmış, binlercesi işkence altında yıllarca mahpus köşelerinde çürütülmüş, ruh sağlıkları bozulmuştu.
Bir yönüyle Çanakkale Savaşı’’na benzetirim 12 Eylül’’ü’…
Çanakkale’’de düşmana geçit vermemek için en ön saflara üniversiteliler, tıbbiyeliler, okumuş yazmış, mürekkep yalamışlar atılmış ve ilk önce onlar şehit edilmişti.
Belki de yeni Türkiye Cumhuriyeti’’nin en büyük sorunu bu olmuştu. Yetişmiş kadrosu yok edilmişti.
12 Eylül’’de de bence aynısı oldu. Binlerce üniversiteli, düşünce adamı bir şekilde yok edildi ya da pasivize edildi.
Ortalık lümpenlere/zübüklere kaldı. Ve dümene onlar geçti. 
Daha ne olsun netekim’…