GÜNCEL EGE YEREL YÖNETİMLER EKONOMİ POLİTİKA SPOR RÖPORTAJLAR YAZAR CAFE FOTO GALERİ VİDEO GALERİ
Ümit YALDIZ
YAZARLAR
17 Mayıs 2013 Cuma

Başka sorum yok!

Münderecatın çokluğundan eskisi kadar sık yazamıyoruz.
Oysaki çok şey biriktiriyoruz. Ege TV’de 3 yıldır sürdürdüğümüz Salı akşamlarının alışkanlık yapan programı ‘Söz Meclisten İçeri’de moderatör arkadaşımız Nedim Atilla önemli bir ayrıntının altını çizdi.
Terörist saldırıyla kana bulunan ve 2 Amerikan vatandaşının ölümüyle sonuçlanan Boston Maratonu’ndan sonra ulusal yas ilan edildiğini hatırlattı öncelikle… Ve sadece Amerika’da değil tüm dünyadaki bayrakların yarıya indirildiğini...
Terörün küçüğü büyüğü yoktur.
Ölümün, acının sayılarla ifadesi olmaz.
Ama 2 kişinin ölümüyle dünyanın her yerinde Amerikan bayrakları yarıya indiriliyorsa… Buna karşın 51 Türk’ün öldüğü, yüzlercesinin yaralandığı, ‘Türkiye’nin 11 Eylül’ü’ kabul edilen bir saldırıdan sonra bırakın ‘ulusal yası’ hayat aynı tempoyla devam ediyorsa…
Televizyonlarda vur patlasın, çal oynasın programlar…
Siyasetçilerin selden kütük kapma yarışı…
İki vatandaşının öldüğü Boston’a anında çıkarma yapan Obama, bakanlar ve kongre üyelerine karşın Türkiye Cumhuriyeti Cumhurbaşkanı’nın Reyhanlı’ya ancak 6 gün sonra gittiği düşünülürse…
Başbakan’ın hala gitmediği göz önüne alınırsa…
Önceden planlanmış olsa da ABD ziyaretini ertelemeyi aklından bile geçirmediği, bırakın ertelemeyi 6 günlük süreyi kısaltmayı bile düşünmediği…
Ölenlerin cenaze namazına katılan ve kalanlara maaş vaat eden bakanlar dışında bölgede devletin D’si bile yoksa…
Mustafa Kemal Atatürk’ün dillere pelesenk olan ‘Bir Türk Dünya’ya Bedeldir’ sözünü bir kez daha düşünelim birlikte... Bir Türk mü dünyaya bedeldir yoksa iki Amerikalı mı?
Ya da şöyle soralım… Başbakan’ın, devletin anında olay mahalline gitmesi ya da ulusal yas ilan edilmesi için bir seferde kaç Türk’ün ölmesi gerekmektedir?
**
Kötü bir sınav veriyoruz, vesselam.
Ve attığımız, atamadığımız adımların bedelini ödüyoruz.
Saldırıyı kimin yaptığı hala net değil. DHKPC dedik, El Kaide üstlendi.
Esad dedik beslediğimiz, büyüttüğümüz kargalardan şüpheleniyoruz bugün...
Özgür Suriye Ordusu’ndan…
Şüphesiz ki Türkiye savaşın, bataklığın içine çekilmek isteniyor. Ve bir yıl önce düşürülen uçağımız, Akçakale’ye düşen ve biri anne 4’ü çocuk 5 Türk’ü aramızdan alan top mermisi…
Cilvegözü’nde gündüz gözüyle kameraların önünde patlatılan araç…
Öldürülen 17 insan… Reyhanlı’dan birkaç gün önce sınır gerginliğinde şehit edilen polisimiz… Ve Reyhanlı’daki 51 can… Devlet büyüklerimizin nakaratı aynı…
“Kanları yerde kalmayacak. Hesabı sorulacak. Misliyle ödeyecekler.”
Geçen yaz kıyasıya mücadele ettiğimiz ama bu yıl yolundan çekildiğimiz hatta yol açtığımız terör örgütü PKK mensupları geliyor aklıma bu demeçleri okuyunca, duyunca…
Gerçi ‘3-5 Mehmet şehit oldu diye meclisi toplayamayız’ diyenleri de unutmadık ya…
Onlara da misliyle ödetecektik silahsız askerlere silah sıkmanın, korumasız savcıyı katletmenin, ihanet mayınları döşeyip gece yarısı saldırıları düzenlemenin bedelini…
Ama bedelini kimin ödediğini hep birlikte görüyoruz işte.
Ateş düştüğü yeri yakıyor, gerisi hava civa… Laf-ı güzaf…
Zafiyetler mi? Saymakla bitmez. Bir ton C3 bombanın, kamyon yüküyle bombanın yurda sokulması ayrı… Cumhurbaşkanı Gül’ün ifadesiyle izlenilen, takip edilen şüpheli teröristlerce patlatılmasının anlaşılır, kabul edilebilir bir tarafı hiç yok.
Daha da anlaşılmaz olanı başta İçişleri Bakanı olmak üzere Emniyet Genel Müdürü, Vali, Kaymakam, İl Emniyet Müdürü, MİT vs…
Hepsinin hala aynı koltuklarda oturuyor olması…
Çok değil 1 yıl önceye gidelim. Ağustos başına… Uzağa değil Foça’ya…
PKK teröristler Güneydoğu’dan İzmir’e geldi. Bayındır’daki ahırlarda hazırladılar bombaları… Foça kırsalında defalarca prova yaptılar.
Karşılarına çıkan masum 3 köylümüzü katledip su kanalına attılar.
3 gün sonra da Foça Komando gibi en prestijli birliğimize güpe-gündüz saldırdılar.
Ellerini kollarını sallayarak Manisa üzerinden geldikleri yere yani Güneydoğu’ya döndüler.

Viranşehir’de haftalar sonra polisle çatışıp yaralı ele geçmese biri… Bu detayları da bilmeyecektik, köylülerimizin ölüm nedenini de… Ama hepsi bu kadar… Masum 3 köylünün katlinden şüphelenmedik.  İki askerimizi şehit verdik. .
İdari, istihbari zafiyetin daniskasıydı yaşananlar… Ama kimse bedel ödemedi. Örtüldü üzeri, dosya kapatıldı.
Polisimiz, jandarmamız çoluk çocuğa, işçiye, memura, öğrenciye biber gazı sıkmaktaki marifetin 10’da birini istihbaratta gösterse…   
Saldırıdan 10 saat sonra 9 kişiyi yakalamak değil marifet…
İzlediğin, takip ettiğin adamların fünyeyi çekmesini önlemek…
Ama olsun… Onlar biber gazında, tazyikli suda oldukça başarılılar…
Bu onlara da üstlerine de yetiyor nasılsa…
*
Keşkeler, keşkeler… Yanlışlar, yanlışlar…
Bu ülkede iktidar sorunu kadar muhalefet sorunu olduğunu her fırsatta tekrarlıyorum.
İşte Kemal Kılıçdaroğlu’nun son marifeti…
Avrupa Parlamentosu’ndaki ‘Esad-Erdoğan’ teşbih krizi…
Teşbihte hata olmaz deseler de bazı durumlarda oluyor işte.
Bir noktada temel bir hatası var CHP Lideri’nin…
Muhalefet ‘içeride’ yapılır kuralını atlamak.
Avrupa Parlamentosu’nda Türkiye Cumhuriyeti’nin Başbakanı’nı şikâyet edemezsiniz.
Dahası etmemelisiniz.
Diyor ki Sayın Kılıçdaroğlu: ‘Ben aynı konuşmayı grupta da yaptım’
Doğru… Yaptı. ‘Reyhanlı’daki 51 kişinin ölümünden Tayyip Erdoğan sorumludur’ dedi.
Ama grupta yapabilir, Çorum’da, Hatay’da, Kars’ta yapabilir. Hatta yarın Aydın’daki mitingde de yapabilir, muhtemelen yapacaktır da.
Ama ülke dışında, yabancı bir devlet sınırı içinde, yabancıların gözü önünde yapamazsınız.
Kol kırılır, yen içerde kalır derler. Sağlıklı bir politikacı ülkesini başka ülkelerde şikayet etmez.  Dahası etmemelidir.
O anda eleştirdiğiniz Tayyip Erdoğan olmaz. Çünkü o an Türkiye Cumhuriyeti Başbakanı’nı şikâyet ediyorsunuzdur. Çok tecrübeli diplomatlarla yol yürümesine karşın Kılıçdaroğlu bu hataları nasıl yapıyor hala anlamış değilim. Oysaki başta Loloğlu olmak üzere çok sayıda apoletli diplomat var çevresinde…
Tabi ki fırçayı atan Sosyalist Grubun Başkanı olunca işin rengi iyice değişti. Sosyalist Enternasyonal’in yönetiminde söz sahibi bir partinin liderine başta bir sosyalist liderin  ‘iç/dış politika dersi’ vermeye kalkışması siyasi skandal olarak geçti kayıtlara…
Ve siyaset bilimi ders kitaplarına girmeye aday bir kriz olarak tanımlandı.
Halkının üzerine bomba yağdıran tescilli bir katille ‘zafiyeti, hatası’ nedeniyle en fazla ölümlerden sorumlu tutulabilecek Tayyip Erdoğan’ı aynı kefeye koymak zaten olmamıştı.
Ama ‘ton farkı’ ifadesiyle Esad’ın koyu bir katil olduğunu kabul ederken bir süre önce Şam’a giden CHP’li vekillerin onunla hatıra fotoğrafı çektirip sosyal medyadan yayınladıklarını unuttu her halde.
Sonuç itibariyle burası Türkiye işte…
51 kişinin öldüğü bölgeden önce Amerika’ya koşan, en anlamlı ulusal bayramı (19 Mayıs’ı) başka bir ülkede geçiren başbakanın, ülkesini yabancı platformlarda şikayet edip, katile benzeten muhalefetin olduğu bir ülke…
‘Ölüm mü sıtma mı?’ dan öte tercihin yapılamadığı…
Fakirin, yoksulun ve de muhalefetin iktidara sigorta olduğu bir ülke…
Amerikan filmlerinden bir replikle bitirelim o zaman…
Başka sorum yok Sayın Hâkim…