GÜNCEL EGE YEREL YÖNETİMLER EKONOMİ POLİTİKA SPOR RÖPORTAJLAR YAZAR CAFE FOTO GALERİ VİDEO GALERİ
Ümit YALDIZ
YAZARLAR
7 Haziran 2012 Perşembe

Başbakan haklıydı...

İzmir Büyükşehir Belediyesi’ne düzenlenen ‘özel yetkili’ operasyon sonrası ortaya çıkan iddianameyi görünce şöyle dedik:
1-İddianamenin hiçbir satırında ne tanımlanan örgütün başı Kocaoğlu ne de tutuklu/tutuksuz bürokratlar için tek bir satır kişisel menfaat iddiası yok.
2-Silah, uyuşturucu kaçakçılığı ya da bilindiği anlamda mafyavari olaylar, iddialar yok.
Ya neler var?
Belediyenin malı olan otoparkı belediye şirketine vermek, öğretmenlere atkı ve şal dağıtmak, okullara süt ve mandalina dağıtmak, otobüs duraklarını dövizle ihale etmek, birkaç konser düzenlemek ve de yarısı TCDD’ye ait olan İZBAN için tanıtım filmi yapmak.
Dahası tüm bunları yaparken bazı kural ihlalleri yapıldığı ve de kamu zararı oluştuğu iddiaları… (Onlar da uzmanlıkları hatta özgürlükleri tartışılan bilirkişi raporlarına dayanıyor)
Yanlış yapılıyor dedik ısrarla…
Türkiye’nin 3. büyük kenti İzmir’in en büyük kamu kurumu Büyükşehir, başkanından şube müdürüne kadar garip bir örgütün içine sokularak kilitleniyor, çalışamaz hale getiriliyor’.
Silah yok, şiddet yok, devlete/hükümete karşı eylem yok.
Öğrenciye mandalina dağıtan çete mi olur diye sorduk.
Öğretmene şal dağıtan, devletin malını devletin şirketine veren çete mi olur?
Ve başından bu yana İzmir’in davasında siyasi iktidar da taraf olmadı. Hatta bu davadan rahatsız oldu siyasi iktidar. Asıl operasyon bize yapıldı diyenler oldu milletvekillerinden… Tutuklamalar yanlış, iddianame boş diyenler…
Dahası taraf olmak istese de bir şey bulanamadı, bir yerinden tutulamadı.  
Hazırlık dosyasını hazırlayanların HSYK’ya seçildiği, süreç içinde hakim/savcılar üzerinde ilginç tasarrufların kullanıldığı, neredeyse davanın aleyhine duranların ödüllendirildiği anlamsız bir süreç yaşadı İzmir tam 14 aydır.
Sadece Büyükşehir değil ilçe belediyeler de tıkandı, kilitlendi.
Müdürler imza atamaz, başkanlar vatandaşla bile konuşamaz oldu.
Başta 397 yılla yargılanan Aziz Başkan olmak üzere işler kişisel çabalarla zoraki yürüdü uzun süredir. Ve gelinen noktada siyasi iktidarın bu yanlıştan dönmek için ciddi adım attığı haberleri yüreklere su serpmeye yetti.
Başbakan Erdoğan dün Atv ekranlarında gazetecilerin sorularını yanıtladı.
Kürt sorunundan Özel Yetkili Mahkemelere, kürtajdan, ekonomiye, yeni anayasa ve başkanlık sistemine kadar…
Bir süredir yargı reformu paketiyle ‘düzenleme yapılacağı’ açıklanan ÖYK’lere ilişkin söyledikleri ilginçti.
Devlet içinde devlet gibi davranıyorlar.
Yargıya güven azaldı. Silivri’de ‘tutuksuz yargılanması gerekenler’ var. En başta da Eski Genel Kurmay Başkanı İlker Başbuğ…
Alacaksanız beni alın. Talimatları ben verdim. Ben terörle mücadele ediyorum. Bu kadar önemli olan kurumları endişeye sevk edersek, bu insanlar nasıl çalışacak" dedi.
*
Özellikle ‘alacaksanız beni alın’ çıkışı İzmir’de ‘adalet istiyorum’ diye defalarca haykıran Aziz Kocaoğlu’nu hatırlattı bana. ‘Alacaksanız beni alın, soracaksanız bana sorun’ demişti Kocaoğlu da… Hem de operasyonun ilk günü olan 2 Mayıs 2011’de… Sonrasında ‘örgüt lideri olarak 397 yılla’ yargılandığı davanın ilk duruşmasından sonra ‘arkadaşlarımın tutuklu benim dışarıda olmam’ vicdanımı sızlatıyor. Beni de alın’ demişti.

Tabi ki Başbakan Erdoğan’ın reaksiyonu KCK-MİT süreciyle ilgiliydi.
Yani bir ucu kendisine dokunan PKK-MİT görüşmeleriyle ilgili…
Her şeyde ve her şerde bir hayır vardır sözünden/tezinden hareketle belki de MİT müsteşarının da ifadeye çağrıldığı süreç Erdoğan’ın kendi yarattığı Özel Yetkili Mahkemelerin nasıl çalıştığını görmesi açısından tarihi bir fırsat oldu.
Bugün halen Silivri’de yüzlerce masumun yok yere yattığını düşünüyorum. Aralarında mutlaka isnat edilen suçları işleyenler vardır. Ama onlarca masum insan henüz iddia aşamasında olan tartışmalı konular yüzünden mahkum muamelesi görüyor.
Bu arada Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi uzun tutukluluk süreleri nedeniyle Türkiye’yi her geçen bir mahkum etmeye devam ediyor.  
Aslında özel yetkili mahkemelere ilişkin düzenlemenin ilk sinyallerini aylar önce İzmir’deki Büyükşehir davasını sorduğum Ulaştırma Bakanı Binali Yıldırım vermişti.
‘Özel yetkili mahkemeleri biz kurduk. Ama yetkilerini, sınırlarını aştığını görüyoruz bugün. Gerekirse alanlarını daraltır, sınırlarını yeniden belirleriz’ demişti 6 ay önce…
İşte o gün bugün… Yeni Yargı Reformu Paketi’nde Özel Yetkili Mahkemelerin sadece silahlı terör örgütü davalarına bakacağı maddesi var. İzmir Büyükşehir Davası’nın da içinde bulunduğu yüzlerce dava ÖYM’lerden alınacak.
Tutuksuz yargılanma esası getirilecek ve Türkiye ‘tutukluluğun hükümlülüğe dönüştürüldüğü’ üçüncü dünya ülkesi olmaktan kurtulacak. Bu düzenleme Türkiye’de ÖYM’leri destekleyen ve adeta geçmişin hıncını, intikamını almaya programlanmış çeşitli çevrelerin hoşuna gitmeyecek belki.  
Ama bir gün herkese lazım olan adalete/yargıya olan ve kaybolmaya yüz tutan inancın/güvenin yeşermesi için tarihi bir fırsat olacak bu düzenleme.
Başbakan Erdoğan sonuna kadar haklı…
Ve uzun bir aradan sonra dün akşam sonuna kadar izlediğim Erdoğan’a sadece bu konuda değil pek çok konuda hak verdim.
Başbakanlık sisteminin tartışılması önerisi de bunlardan biriydi. Yaklaşık 100 yıldır aynı sistemle idare edilen Türkiye’de başkanlık, yarı başkanlık hatta yeni bir sistemin tartışılması korkutmamalı. Aksine bu durum mevcut sistemin aksaklıklarını görmek ve de önerilen sistemlerin artılarını/eksilerini görmek için bir fırsat olarak değerlendirilmeli.
Mevcut sisteme bakalım…
Tek başına iktidar olan bir partinin başbakanı seçilmiş bir başkandan fazla yetkiye değilse de etkiye sahip. Parlamento desen kabinenin noteri…
Köşk zaten öyle… Güçler ayrılığı prensibi yerle yeksan!
Yürütme-yasama ve yargı iç içe geçmiş, sistem tıkanmış durumda bana sorarsanız.
Fransa’daki yarı başkanlık ya da ABD’deki başkanlık sistemi iyi irdelendiğinde görülecektir ki; Başkanlık ya da yarı başkanlık sistemi sağlıklı uygulanırsa sorun yok.
En azından;  
1-Yüzde 51 ile seçilmiş bir ‘başkan/cumhurbaşkanı’ tarafından yönetildiği için koalisyon korkusu yaşanmayacak.
2-Daha da önemlisi her 5 yılda bir yüzde 51 oy almak gibi bir zorunluluk olduğundan toplumun büyük bölümünün onaylayacağı adımlar zorunlu olarak atılacak.
3-Türkiye gibi muhalefet partileri bitik olan bir ülkede bile genel iktidarın değişme ihtimalinden söz edilebilecek. Doğru bir adayla yola çıkıldığında toplumsal muhalefet bir kişinin altında toplanabilecek, güçlü iktidara sandıkta ders verebilecek.
4-Yasama, yürütme ve yargı birbirlerinden uzaklaşıp parlamento yani yasama organı bugünkü gibi ‘noter’ muamelesi görmekten kurtulabilecek.
*
Ayrıca Başbakan Erdoğan’ın CHP’nin getirdiği ‘Kürt sorununu birlikte çözelim’ teklifine ilişkin yaklaşımı da takdire şayandı. Konuya olgun, vakur bir devlet adamı sorumluluğunda yaklaşan Erdoğan’ın bu kez bağcıyı dövmek değil üzüm yemek istediği’ de ortadaydı.
Bazen günübirlik politika üretmek adına yaptığı çıkışlarla sinirlerimizi/sınırlarımızı zorlayan Erdoğan, dün akşam canlı yayında formundaydı yani.
Sadece kendisinden sonra partinin başına geçecek isme dair bir soruya yanıt vermedi. Onun dışında açık, net ve anlaşılır bir dilde muhaliflerini bile rahatsız etmeyen bir tonda açıkladı düşüncelerini. Her seçimin ardından yaptığı balkon konuşmalarını anımsattı bana da.