GÜNCEL EGE YEREL YÖNETİMLER EKONOMİ POLİTİKA SPOR RÖPORTAJLAR YAZAR CAFE FOTO GALERİ VİDEO GALERİ
Mehmet KARABEL
YAZARLAR
27 Haziran 2023 Salı

Asırlık Cumhuriyet’in son Kurban Bayramı…

Daha dört ay var ama…
An itibarıyla…
“125 gün sonra”…
Bu toprakların asırlık çınarı…
Türkiye Cumhuriyeti…
100’üncü yaşını kutlayacak…
29 Ekim 2023 Pazar günü…
Bu asil Millet…
Dosta-düşmana “Türkiye Cumhuriyeti”nin faziletini…
Yani…
Ahlakın övdüğü ve ahlaklı olmanın gerektirdiği…
Doğruluğun… Yardımseverliğin… Yiğitliğin… Bilgeliğin…
Alçak gönüllülüğün… İyi yürekliliğin… Ölçülü olmanın…
Ortak adıdır…
Fazilet ve Erdem…
***
Neredeyse…
Bi’asır geriye gidiyoruz…
Cumhuriyet’le yaşıt…
Hatta…
Cumhuriyet’in ilanından bir gün önce…
28 Ekim 1923 Pazartesi günü…
Ankara / Polatlı’da bu dünyaya gözlerini açan…
Türk Edebiyatı’nın…
Eline su dökülemez ustalarından…
Talip Apaydın’ın…
Neredeyse 80 küsur yıl önce başından geçen…
Yaşanmış…
Hissedilmiş…

Ve de…
İçselleştirilmiş…
Eşi, benzeri olmayan bir Kurban Bayramı tatilini…
Azıcık kısaltılmış haline…
Gözlerimiz nemlenerek okuyalım…
(1967’de yayımlanan “Karanlığın Kuvveti” kitabında yer alan anısı…)
***
O yılın Kurban Bayramı tam kışın ortasına rastlıyordu.
Kar, fırtına, tipi...
Eskişehir ortalarında papaz harmanı savruluyordu sanki…
Hepimiz Çifteler Köy Enstütüsü’ne emanettik…
Göz gözü görmüyordu dışarılarda…
Sular donmuştu hep…
Seydi Suyu iri buz parçaları akıtıyordu.
Santral kanalı kapandığından…
Elektriklerimiz kaç gündür doğru dürüst yanmıyordu…
Sınıflarda paltoyla oturuyor yine de ısınamıyorduk.
Musluklarımızdan su akmıyordu…
Üç gün bayram iznimiz vardı, ama…
Bu soğukta nereye gidecektik?...
Bayram sabahı kampana çaldı; “Dışarıda toplanılacak” dediler…
Başımızı gözümüzü sararak, büzülerek çıktık…
Müdürümüz Rauf İnan merdivende bizi bekliyordu…
Üstünde palto bile yoktu; ellerini arkasına bağlamıştı…
Savrulan karlardan gözlerini kırpıştırıyordu…
O halini görünce usulca paltomuzun yakalarını indirdik…
Ellerimizi cebimizden çıkardık…
“Arkadaşlar…” diye başladı…
Bir canlıydı sesi, bir heybetliydi.
Önce yılgınlık psikolojisinin zararlarını anlattı.
Korkan insanın muhakkak yenileceğini…
Ve korktuğuna uğrayacağını söyledi…
Hatta, şöyle dedi:
“Bu hava soğuk evet, fakat siz isterseniz üşümezsiniz…”
Olduğumuz yerde birkaç kez sıçramamızı ve…
Kuvvetli tepinmemizi istedi…
Dediğini yaptık…

Birden ısınmıştık sanki; hoşumuza gitmişti…
“Bugün bayram” dedi ve ekledi:
“Şimdi birbirimizi tebrik edeceğiz; sonra yapacağımız iki iş
var…Ya tekrar içeri girip sıralara büzülmek, mıymıntı mıymıntı
oturmak, bu üç günü böyle faydasız geçirmek, can sıkıntısından
patlamak… Yahut da kazmayı, küreği alıp, santral kanalını
temizlemeye gitmek… Çünkü kanal açılınca elektriklerimiz
yanacak... Elektrik yanınca kitap okuyabileceksiniz, ders
çalışabileceksiniz… Bizim asıl bayramımız, yurdumuzu bu
gerilikten, bu karanlıktan kurtulduğu gün başlayacaktır…
Parolamız şu olmalıdır: (Bayramlarda çalışırız bayramlar için…)
Ben gidiyorum; gelmek isteyenler gelsin…”
***


Heyecanlanmıştık, üşümemiz geçmişti…
“Hepimiz geleceğiz!” diye bağırmış; arkasını da şöyle getirmiştik:
“Bayramda çalışırız bayramlar için!”
600 kişi böyle bağırdık.
Sonra da kazma kürekleri almaya koştuk...
İnsanların böyle canlanması, bir amaca doğru saldırması…
Belki sadece savaşlarda görülür…
Santral havuzundan başlayarak onar metre arayla su kanalına dizildik…
Kazmayı vurdukça yüzümüze buz parçaları fırlıyordu…
Müdürümüz, öğretmenlerimiz başımızda dört dönüyorlar…
Öyle çalışıyoruz ki, boyunlarımızdan buğu çıkıyor…
Köylüler evlerinin önüne çıkmış, bize bakıyorlar…
Böyle çalışmamıza alışkınlar ama…
Bayram günü, bu soğukta nasıl donmadığımıza şaşıyorlar…
O gün o kanalın yarısını açtık…
Ertesi gün taa bende kadar tamamladık…
Sonra merasimle suyu saldık…
Sonra bir baktık, okulumuzun balkonuna çakılı “ÇKE” yandı... (Çifteler
Köyü Enstitüsü)…
O zamanki sevincimizi nasıl anlatmalı?
Üşümüş ellerimiz alkıştan ısındı…
“Yaşa var ol…” seslerimiz ufukları kapattı…
Dünyanın en içten gelen, en coşkun bayramı oldu belki…

Hiç unutmam bir arkadaşımız kendi ellerini öpüyordu:
“Aferin ulan eller… Bu elektriğin yanmasında senin de hissen
var, yaşasın…”
***
Sevinçten gözlerimiz yaşarmıştı…
Müdürümüz birkaç kelimeyle başarımızı tebrik etti…
Ve dedi ki:
“Şimdi, depomuza su dolacak, banyoyu yakacağız… Yıkanın ve
çalışıp başarmış insanların huzuru içinde uyuyun… İşte
gördünüz, inanarak çalışan yapar ve amacına ulaşır! Bu
heyecanla çalışmaya devam edersek, biz Türkiye'yi de
yükseltebiliriz!”
“Yükselteceğiz…” diye bağırdık; hep bir ağızdan…
“Bayramda çalışırız bayramlar için! / Bayramda çalışırız
bayramlar için!”
İçeri girdik, musluklardan şarıl şarıl sular akıyordu…
Birbirimizi tebrik ediyorduk…
“Unutulmaz bir bayramdı…”
Nokta…
Hamiş: Bu yaşanmış bir öyküdür… Kahramanlarından hayatta kalan var
mı; Allah bilir… Ancak, bi’güzelliği mevcut bu öykünün: Azim… Yani,
engelleri yenme isteğimiz ve kararlılığımız… Belli ki, 80-85 yıl önce
öyleydik… Acaba hala öyle miyiz?
Sonsöz: “Milletimiz çok büyüktür… Hiç korkmayalım; o esaret ve
aşağılılığı kabul etmez… Fakat O’nu bir araya toplamak ve
kendisine “Ey millet! Sen esaret ve zillet (aşağılanma) kabul
eder misin?” diye sormak sormak lazımdır… Ben, milletin
vereceği cevabı biliyorum… / Gazi Mustafa Kemal Atatürk –
1920…)