GÜNCEL EGE YEREL YÖNETİMLER EKONOMİ POLİTİKA SPOR RÖPORTAJLAR YAZAR CAFE FOTO GALERİ VİDEO GALERİ
Mehmet KARABEL
YAZARLAR
17 Haziran 2023 Cumartesi

Bakışa bakışa aşık oldular!

Bugün…

O’nun aramızdan ayrılışının sekizinci yılı…

Ömrü yetseydi…

Yaşasaydı…

Şu sıralarda 99’uncu yaşının içinde olacaktı…

Görür müydü, bugünleri…

Bence görürdü…

Hafızasından bir tek anıyı bile hatırlamakta sıkıntı çekmeden…

Belki de…

Aynı yastığa tam 65 yıl baş koyduğu…

Köylüsü… Akrabası… Yavuklusu… Hayat arkadaşı…

Nazmiye’nin…

Vedasına dayanamadığı içindi…

O’nun içindeki kor ateş…

65 yıl bu…

Dile kolay…

Her sabah günaydınlaştığı…

Akşamları eve girerken…

Ayağına terliklerini uzatan o kadın yoktu artık…

Koyuverdi kendini…

Üzüntüsü kahır boyutlarını bile aşmıştı…

Büyük aşkının yokluğuna…

İki yıl ancak dayandı…

Bu ülkeye…

Başbakanlık, Cumhurbaşkanlığı yapmış bi’zamanların…

Dağ gibi Süleyman Demirel’i…

İki yıl bile dayanamadı…

Nazmiye’sinin yokluğuna…

Şimdi…

Böyle aşklar var mı; dostlar?

***

Onlar masallardaki gibi…

Birbirlerini “bakışa bakışa” sevdiler…

Şimdi yazmaya çalıştığım her satırı…

Gözünüzde canlandırmaya çalışır mısınız?

***

İslamköy…

Aslında bir cennet… 

Isparta’ya bağlı Atabey İlçesi’nin köyü…

1950’li yıllarda belediye idi…

Çeyrek asır önce…

Göç nedeniyle…

Nüfusu 2000’in altına düşünce…

Hooop, yine köy oluverdi…

Çoook eskiden…

Çapaya giden kızların türküleri ile anılırmış İslamköy…

Öyle güzel bir örnek var ki:

“Çamurumuz da var, hamurumuz da var, gülümüz de var, bağımız da var, afyonumuz da var, paramız da var…”

Ne kadar gerçektir…

Ne kadar da tatlı bir yakıştırma ama…

Köyün gençleri…

Mest olurmuş bu türküye…

***

Şarkıları, türküleri…

Şevkle söyleyen kızlardan biri de…

Simsiyah gözleriyle herkesin dikkatini çeken Nazmiye’ydi…

***

Demirel Ailesi…

Evlatları Süleyman’ın okuyup, “büyük adam” olmasını istiyordu…

Ortaokula giderken bile “çobanlık” yapan Süleyman…

Eninde sonunda İstanbul’a gidecek ve…

Üniversite bitirip, Devlet’te mühendis olarak çalışacaktı…

***

Gel gör ki…

Tarlada güle / oynaya türkü çığıran o kızların arasında…

“Çoban Sülü”yü, bi’türlü aklından çıkaramayan…

Dünya tatlısı bir genç kız vardı…

Hoş…

Liseli Süleyman’ın da aklı fikri..

Simsiyah, iri iri gözlere sahip o kızdaydı ya, neyse…

Eros’un attığı ok, ikisinin de kalbini delip geçmişti…

Kızın ailesinin soyadı “Şener”di…

Çoban Sülü’nün hem köylüsü hem (kardeş torunu) akrabasıydı…

Aralarında dört yaş fark vardı…

Ama ne gam…

Çoban Sülü…

Nazmiye’lerin evinin önünden geçerken…

Nasıl da çaktırmadan pencereye  bakıyordu…  

“Belki de Nazmiye’yi görürüm…” diye…

***

Büyükler, güngörmüş akrabalardı…

Gençleri üzmediler…

Ancaaak…

Süleyman’ın, üniversiteyi bitirmesi gerekiyordu…

Eh, üniversite dediğin…

En az dört yıl…

Bi’de Devlet’te çalışacak ki, eli ekmek görsün…

Sonunda büyükler kararı verdiler…

Gençler önce nişanlanacak…

Süleyman üniversiteyi bitirince düğün yapılacaktı…

***

Süleyman Demirel…

Kapı komşuları kuzeni Nazmiye Şener ile nişanlandığında…

Kendisi 17…

Nazmiye Hanım ise 14 yaşındaydı…

Nişan aileler arasında yapıldı…

Çoban Sülü…

İstanbul’da bir kıza aşık olup, tutulmasın diye…

Yüzükler takıldı; şerbetler ikram edildi…

Süleyman Demirel iki gün içinde yola çıktı…

O artık…

İstanbul Teknik Üniversitesi İnşaat Mühendisliği öğrencisiydi…

O sırada takvimler, 1941 yılını gösteriyordu…

Çoban Sülü’nün arkasından…                        

“Tez gitsin, tez gelsin…” diye…

Maşraba maşraba sular döküldü…

***

Yoksa…

Saatler mi yavaş “tik-tak”lıyordu?

Nazmiye’ye de…

Çoban Sülü’ye de…

Zaman geçmek bilmedi…

1948 yılı gelip çattığında hasret sona erdi…

Nazmiye ile mühendis Süleyman

Gerçek bir “köy düğünü” ile hayatlarını birleştirdiler…

Günlerden 12 Mart’tı…

Şaşarsınız…

Damat, o düğüne iki gün geç katıldı…             

Çünkü…

Çiçeği burnunda Mühendis Süleyman…

Burdur Hükümet Konağı’ı inşaatının başındaydı…

Sonra her şey tatlıya bağlandı…

Sevgililer birbirine kavuşmuştu ya…

Gerisi hiç önemli değildi…

***

Nazmiye Demirel…

65 yıl boyunca…

Kalbinin efendisi Süleyman Demirel’i…

Hiç yalnız bırakmadı…

12 Eylül 1980 sabahı…

Askerler…

Süleyman Demirel’i, Hamzakoy’a götürürken bile…

Yanında…

Nazmiye Hanım vardı…

Bi’ara…

Gözyaşlarına engel olamadı…

Yakınları…

Nazmiye Demirel’i hep şu sözlerle anıyorlar:

“O hep kocasının gizli kadın kurmayıydı!”

Demirel, Cumhurbaşkanı makamına çıktığında…

Nazmiye Hanım…

Kusursuz bir First Lady olduğunu dosta-düşmana kanıtladı…

İnançlıydı… Gelenekçiydi… Zekiydi… Espriliydi…

2005 yılında hastalandı…

Alzheimer’ın pençesine düşmüştü…

Kurtuluş yoktu…

2013 yılının 27 Mayıs’ında…

Bu dünyaya veda etti…

***
Nazmiye Demirel…

Hiç göz önünde olmak istemedi…

O’nu herkes tanıyordu ama…

İç dünyası hep merak edildi…

Yüksek sesle konuştuğu hiç duyulmadı…

Varsa bildikleri…

Hepsini kendi dünyasında gizledi…

***

Nazmiye Hanım’la ilgili merak edilen…

En önemli ayrıntı ise…

“Politika”yı bi’türlü sevememiş olmasıydı…

Gelgelelim…

Bunu hiç belli etmedi…                  

***

Takvimler…

27 Mayıs 2013’ü gösteriyordu…

Saatler gece yarısını göstermek üzereydi…

Şevket Demirel’in telefonu çaldı…

Süleyman Bey, zor konuşuyordu:

“Şevket, Emri Hak vaki oldu…”

Kardeşi, “Anladım…” dedi…

Bunun üzerine Süleyman Bey, dayanamadı…

“Nereden bildin” diye sordu…

Şevket Demirel, çok üzülmüştü…

Sadece şu cümleler yankılandı, telefonun öbür ucundan:

“Ben de iki gündür seninle olan telefon konuşmamızda onu sormuyordum... Bugün de bir boşluk vardı kafamda… (Öldü öyleyse…)  dedim… Demek ki hissim doğruymuş…”

***

Bu dev aşkın…

Bilmediğinizi sandığım son derece esprili bir ayrıntısı var…

Nazmiye Demirel'in…

Tek zevki vardı; o da otomobil kullanmak…

Süleyman Bey’in ehliyeti yoktu ve…

Motorlu araç kullanmayı da sevmiyordu…

Başbakan’ı hep eşi gezdirdi…

Üstelik, bundan büyük mutluluk duyuyordu…   

Nazmiye Hanım’ın…

En keyif aldığı alışkanlarından biri de…

Sabah namazından sonra çay demlemek ve kahvaltı hazırlamaktı…

Evlilik yıldönümlerini…

Hep baş başa…

Gözlerden uzak kutluyorlardı…

***

Çok tatlı çifttiler…

Çocukları yoktu…

Bir iddiaya göre…

Nazmiye Hanım…

1951'de geçirdiği ateşli rahatsızlığı nedeniyle uygulanan…

Hatalı tedavi nedeniyle anne olamıyordu…

Ancak…

O yıllarda “şehir efsanesi” gibi yayılan…

Bir söylenti vardı…

O söylentiye bakılırsa…

Demirel çiftinin evliliklerinin ilk yıllarında çocukları olmuş ama…

İki yaşındayken…

Bilinmeyen bir nedenle o yavru vefat etmişti…

Ancak…

O bebek iddiası hiç doğrulanmadı…

***

12 Eylül 1980 darbesinin sabahında…

Askerler, sabaha karşı evlerinden aldıkları…

Bülent-Rahşan Ecevit ve Süleyman-Nazmiye Demirel çiftlerini…

Aynı uçakla…

Çanakkale’deki Hamzakoy'a götürdü…

O günlerde…

Askerler…

Nazmiye Demirel’le ilgili bir rapor hazırlamışlardı…

O satırlarda…

Aynen şunlar yazılıydı:

“Özellikle bayan Demirel’in ziyadesiyle üzgün olduğunu, ağlamaktan mütevellit gözlerinin şiş ve halen ıslak olduğu, üzerinde sade bir yol elbisesi ile makyajsız olduğu müşahade edildi…”

***

Bitiriyoruz…

Nazmiye Hanım 2006 senesinde hastalandı…

2010’un 14 Ekim’inde…

Hastanede tedavi başladı…

O tedavi 2.5 yıl sürdü…

Nazmiye Hanım

Türkiye’nin “baba”sı unvanını kazanan Süleyman Demirel’in…

Sadece eşi değil…

Her türlü destek için “esaslı” bir yardımcı gibiydi…

Aşkları…

Son güne kadar sürdü…

Süleyman Demirel…

“Nazmiye’siz hayata”

Ancak iki yıl dayanabildi…

10 yıl önce…

Tam da bugün (17 Haziran) bu dünyaya veda etti…

İkisi de…

70 yıl önce bakıştıkları topraklarda buluştular…

Cenaze töreninde…

Süleyman Demirel hep ayaktaydı…

65 yıllık hayat arkadaşına veda ediyordu…

Tören boyunca dimdik durmaya çalıştı…

Korumalarına mendilini uzattı…

Onlar da mendile bir avuç toprak koydular…

Süleyman Bey…

Eşinin mezarına o toprağı bıraktı…

Bu son görevdi!

Nokta…

Sonsöz: Merhum büyük sanatçı Yıldız Kenter anlatıyor: “Süleyman Demirel’in bir röportajını okudum… (Hiç aşk mektubu almadım) demiş... İçim burkuldu… Hemen oturup (Bu bir aşk mektubudur) diyerek şu satırları yazdım ve yolladım: “Siz hiç aşk mektubu almadınız ama büyük bir aşkla bağlı olduğum tiyatromun icra yoluyla satışını engellediniz, bana geri verdiniz… Dolayısıyla bu sonsuz tiyatro aşkımın içinde o günden beri siz de oldunuz hep…”