GÜNCEL EGE YEREL YÖNETİMLER EKONOMİ POLİTİKA SPOR RÖPORTAJLAR YAZAR CAFE FOTO GALERİ VİDEO GALERİ
Filiz SEZER
YAZARLAR
11 Mart 2022 Cuma

3 kadın, 3 mektup

Her yaştan kadının ve kız çocuğunun hayatın her alanında erkeklerle aynı haklara ve fırsat eşitliğine sahip olması gerekliliği, toplumsal cinsiyet eşitliğinin önemi gibi konuları o kadar çok yazdık, çizdik ve konuştuk ki bu taleplerin tekrar tekrar dile getirilmesi mecburiyeti bana artık Marsta kolonileşmeye şu kadarcık kalmışken dünyanın düz olduğunu iddia edenlere laf anlatmakgibi geliyor, evet dünya kutuplarından hafifçe bastırılmış bir küreye benzer.

Bu durumda bünyede oluşan “bin yıldır aynı şeyi konuşuyoruz” hissi aslında çok da yanıltıcı olmayabilir. Zira bir çırpıda bu coğrafyada kadının binlerce yıl önceki toplumsal konumu şimdikinden çok daha kötüydü demek çok mümkün değil. Yazı öncesi döneme ait olan arkeolojik buluntular, bir toplum düzenini tamolarak anlamak için yeterlideğilse de Hititlerden itibaren bu izleri sürmeye başlayabiliyoruz. Yazının Asur kolonileriyle Anadolu’ya ulaşmasından sonra bu dönem kadının (MÖ 2.000 – 1.750) toplumdaki yeriyle ilgili bilgilere özellikle Kültepe’de bulunan tabletler sayesinde ulaşabiliyoruz.   Bu konuda Prof. Muhibbe Darga’nın Anadolu’da Kadın – On Bin Yıldır Eş, Anne, Tüccar, Kraliçe kitabı çok değerli bir kaynak. Kitaptan ve bu kitabı referans olan pek çok çalışmadan takip edebileceğimiz gibi evlilikte, boşanmada erkeklerle eşit şartlara olan kadın ticari hayatta da oldukça etkin. Evlilik akitlerindeki malların ortak olduğu şartı gereği, boşanırken de mallar eşit şekilde paylaşılıyor. Kadının nafaka ve tazminat hakkı olabiliyor ve çocuklar annede kalırken onlar için de bir miktar nafaka istenebiliyor. 

Çağdaşı Mezopotamya ve Mısır uygarlıklarından farklıolarak Hitit Kraliçeleri de sembolik görevlerinin ötesinde kral ile aynı şartlarda ülke yönetiminde yer alıyorlar. İlk yazılı anlaşma olan Kadeş Anlaşmasına Kral III.Hattuşili ile birlikte imza atan ve düzenli olarak Mısır firavunu ve onun eşiyle mektuplaşan Kraliçe Puduhepa bununlailgili verilebilecek en güçlü örnek. 

Hitit kanunlarının bize ulaşan kısımlarına baktığımızda bir cinayet veya yaralama durumunda verilecek cezanın kurbanın cinsiyetinden bağımsız olarak belirleneceğine dair çok net ifadeleri de görüyoruz.

Nafaka tartışmasının tüm hararetiyle devam ettiği, kadın cinayetlerinde verilen ödül gibi cezalara şahit olduğumuz şu günleri -kadın hakları mücadelesinde alınan onca yolun değerini küçümsemeksizin- dört bin yıl önceki durumla kıyaslamak size kalmış. 

Ticari hayatın da tüm bereketiyle sürdüğü bu çağda kadınları iş yaşamında da görmek mümkün. Asurlu kocası seyahat halindeyken bir grup kadınla kumaş dokuyan ve işleri takip eden bir Anadolulu kadın olan Lamassi’nin kocasına yazdığı mektup bazı hallerin ne kadar da aynı kaldığını gösteriyor.

“Biliyor musun, insanlık ne kötüleşti. Kardeş kardeşi yiyecek. Herkes komşusunu yutmaya çalışıyor. Buraya gelme şerefini bize lütfet (…) Ah! Şehirde yün çok pahalı. Parayı bana tahsis edeceğin zaman, 1 mina gümüşü yünün içine yerleştir (…) KızkadeşinSallim-ahum, sen gittiğinden beri iki ev inşa etti. Acaba biz bunu ne zaman yapacağız? Hiç mi? Assur-malik’in daha evvelce getirdiği kumaşlara gelince parasını niye bana yollamıyorsun?”

Alıntıladığımız bu metinde olduğu gibi mektuplar kişisel bir haberleşme aracı olmanın ötesinde dönemin koşullarını ortaya koyma özelliğiyle çok değerli bir arşiv değil midir? Hele ki usta edebiyatçıların elinden çıktığında bir öykü kadar keyif de verir. Mesela TezerÖzlü’nün Leyla Erbil’e yazdığı mektuplar öyle değil midir? Aynı şekilde Sevgi Soysal’ın eşiMümtaz Soysal’a yazdığı ve kızları Funda Soysal tarafından yayınlanan mektuplar da eserlerini çok sevdiğimiz bir yazarı bize daha da yakınlaştırmaz mı?

Yaşadığı her türlü zorluğa rağmen hayata olan bağlılığına, üretkenliğine ve hayata karşı aldığı pozisyona hayran olduğum Sevgi Soysal’ın 7 Aralık 1972’de Adana cezaevinden yazdığı mektuptan da bir kesite yer vermek isterim burada:

“Hayatı erken ve insanca bulaşmalarla yüklü, üretici, yaratıcı bir güzel kavga olarak düşünüyorum. Bunun dışındaki kuru seyircilik dayanılmaz bir hüzün veriyor bana. Ama bu durum bir seçim sonucu olmadığına göre, sevmediğim, “sürdürme” kavramına sığınıyorum. Hayat, bu çok sevgili ve güzel olan şeye hak ettiği değeri vermek elimizde değilse, sürdürmek de bir şeydir, diyorum. “Yani, öylesine ciddiye alacaksın ki yaşamayı, yetmişinde bile, mesela zeytin dikeceksin, hem de öyle çocuklara falan kalır diye değil, ölmekten korktuğun halde ölüme inanmadığın için, yaşamak, yani ağır bastığından—

Sevmek yaşamakla eşdeğer oluyor gitgide. Yalnızlığa inanmıyorum; sevmek, yani ağır bastığından—”

Bugünlerde çok sevgili Ece Temelkuran’ınteknoloji ve iletişim çağının iletişimsizliğine inat hep birlikte düşünüp tartışabilmek için kurduğu mektup arkadaşlığı oluşumu olan Şimdi İçin Mektuplar’ın sıkı bir takipçisioldum. Muhalif duruşu sebebiyle ana akım medyadan uzaklaştırılmış ve bir süredir yurt dışında yaşayan Ece Temelkuran’ın mektuplarında kadınlık meselesi üzerine düşüncelerini  de okumak mümkün. O sebeple tam da bu güne yaraşır şekilde 23 Kasım 2021 tarihli mektubundan (*) alıntı yapmalı.

“Bunun, 21. yüzyılın en büyük zorluklarından biri olacağına inanıyorum. Bu gezegen bir yüzyıl daha var olmayı becerirse -Glasgow'daki iklim zirvesi pek umut verici değildi- sorun, son 3000 yıldır kadın aleyhine kurulmuş bir güç dengesinin nasıl değişeceği olacak. Hepimize kolay gelsin! Kadına yönelik şiddetin artması, kadın cinayetlerinin sözde en medeni ülkelerde bile gündeme gelmesi, kadın haklarına yönelik küresel erkek egemen tepki, halihazırda sürmekte olan bu dönüşümün marazî belirtileri zaten. Gramsci'nin vaktiyle dediği gibi, “Kriz, eskinin ölmekte ve yeninin henüz doğmamış olmasından doğar. Bu fetret döneminde türlü marazî belirtiler ortaya çıkar. (…) Ataerkilliğin bir parçası olmak istemeyen erkekler nerede duracak? Ve nasıl? En önemli soru da şu: Bu meseleyi nezaketle çözebilir miyiz?”

Gerçekten de artık kadınların hak ve temsil mücadelesinde buna karşıçıkmıyormuşgibi duran erkekler, kadın güzellemelerine girmeden, çiçekle gönül alma tuzağına düşmeden, kadın sözcüğünü sonuna iyelik eki eklemeden sağlam bir duruş sergileyebilecekler mi? Bizler siyasi partiler, STK’lar, özel şirketler gibi kurumlardan iyileştirici kararlar, adımlar talep ederken günlük hayatımızda da bir iyileşme olacak mı?

Son sözü yine Sevgi Soysal’a bırakalım:

“Kadın, hayat denilen güzelim oluşumun yılmaz, vazgeçilmez savaşçısıdır. Sözümüz hayatsa, kadın hayat adına ölümden de çekinmez. Çünkü kadın, doğumu bilir, yani hayatın ölüme, bereketin kısırlığa, ilerlemenin durgunluğa olan tartışılmaz üstünlüğünü bilir.Kısaca emekçidir o. Hayatın emekçisi: Budur en büyük gücü kadının.”

(*): http://turkce.lettersfromnow.com/issues/erkekler-artik-basinin-caresine-mi-baksin-104143