GÜNCEL EGE YEREL YÖNETİMLER EKONOMİ POLİTİKA SPOR RÖPORTAJLAR YAZAR CAFE FOTO GALERİ VİDEO GALERİ
Filiz SEZER
YAZARLAR
28 Ocak 2022 Cuma

Aristo’dan Metaverse’e imgenin gücü

İmajın içerikten çok daha önemli olduğu, sosyokültürel eğilimlerin imgeler üzerinden belirlendiği bir çağda yaşıyoruz. İmge temsili ile etik arasındaki ilişki Batı Felsefesinde Platon ve Aristoteles’den itibaren tartışılan bir konu. Çünkü imgeler insan karakterini etkileyerek toplumu dönüştürme etkisine sahiptir ve bu anlamıyla özü itibariyle politiktir. Platon ve Aristoteles imgelerin bu gücünü görüyordu ve şu soruya cevap arıyorlardı: İmgeler (maddenin temsili) düşünceyi uyarmak ve ve fikirler üretmek yoluyla gerçekliğin aslını anlamamıza mı yardımcı oluyor yoksa duyuları uyararak bilişten yoksun bir şekilde bizi kandırıyor mu?

İmge-etik ilişkisinde değişen pek çok faktöre rağmen bu soru güncelliğini korumaya devam ederken aradan geçen yüzyıllar boyunca farklı düşünürler tarafından yeniden tartışmaya açılan bu sorunun kesin bir cevabına ulaşmış sayılmayız.

İster resim olsun, ister fotoğraf veya video gördüğümüz şey bir imgenin çok daha ötesindedir; çünkü daha önce de pek çok kez ifade edildiği gibi görmek sadece fiziksel veya biyolojik bir mesele değil zihinsel süreçlerin bir sonucudur (Görme biçimleri). Bu süreçlere etki eden ise ortak kültür tarihinde oluşan toplumsal bilinçtir. İmgelerin anlamı da belli bir sosyokültürel ortam içinde belirlenen bir işlevle kurulur.

İnsan varlığını da kendi imgesi üzerinden algılar. Etrafımızın imgelerle kuşatılmadığı çağlarda da insanlar görünür olma isteğindeydiler. Bu izi mağara sanatından itibaren sürmek mümkün olsa da en belirgin örnekleriportrecilikte görmek mümkündür. Portrecilik sadece tarihe bir iz bırakmak amacı taşımaz, resme yerleştirilen figürler, arka plan, duruş şekli gibi ayrıntılarla kişiye ait bir imaj oluşturulmaya çalışılır.Avrupa’da sadece saray sakinlerinin değil aristokratların da yaygın olan portre yaptırma merakı resim sanatının desteklenmesine aracı olmuştur diyebiliriz. Sadece bireysel bir imaj oluşturma çabasından öte, özellikle siyasi ve dini bir ideolojinin propogandası için sanatın kullanılması Batı sanatının gelişmesine önemli bir katkı sunmuştur.

İlerleyen yüzyıllarda bambaşka bir şekle evrilirken sanatın bu propoganda işlevini tamamen yitirmiş olduğunu söyleyemeyiz. Üretim biçimlerinin değiştiği, tüketimin arttığı ve iletişimin tek yönlü olduğu eski medya çağında imgeler hem bir arzu nesnesine dönüşmüş hem de seri üretim nesneleri sanat eseri olarak kullanılmıştır. Akademik sanat anlayışına karşı çıkan ve hazır nesne kullanımı bakımından büyük ölçüde Dadaistlerden etkilenen Pop Art akımında tüketim nesneleri birer sanat eseri haline dönüştürülmüştür. Bu akımın en bilinen öncüsü Andy Warhol popüler kültürde her şeyin alınıp satılabilen bir meta ve aynı zamanda bir sanat eseri haline döndüğünü göstererek ticari sanatın en etkileyici açılımlarını gerçekleştirmiştir.

Kuşkusuz her akıma karşı gelişen veya tepki olarak doğan başka akımlar da oluşur. Yoksul sanat, arazi sanatı, yeryüzü sanatı gibi 20.yy sonlarında ortaya çıkan akımlar olsa da kitlesel iletişim biçim değiştirdikçe Pop Art akımının farklı etkilerini de izlemek mümkün olmuştur.

İletişimin iki yönlü işlediği günümüzde görsel veya video şeklinde imgeler sanat eseri olarak önümüze konulurken biz de içerik üretebilen tüketiciler olarak birer arzu nesnesi olarak kendimizi diğerinin görmek istediği biçimde bir imge olarak sunabiliyoruz. Hatta var oluşumuz ancak görünürlüğümüz kadar mümkün olabiliyor.Gör-kopyala, kes-yapıştır, beğen-taklit et şeklinde oluşturduğumuz profillerimizin Pop Art kolajlarından çok da farkı yok diğer yandan. Kimi zaman birbiriyle ilgisiz, kimi zaman bağlamdan kopuk ancak bir başkasının görmek istediği şekliyle oluşturulan ve benden çok daha öte bir ben imgesi. Platoncu felsefeye göre gördüğümüz hiçbir şey görünenin hakikati değil ancak bir temsili olabildiğine göre, görünenin temsili olarak oluşturduğumuz imgelerimizle kendimize iki kere yabancılaşıyoruz.

Dijital bir dünyada sanat eserlerinin bildiğimiz formundan çıkıp dijitalleşmesi ve NFT olarak piyasaya sürülmesiPop Art’ın günümüzdeki izdüşümü müdür sorusunu cevaplamak elbette benim sınırlarımın dışında bir konu. Andy Warhol’un bilgisayar tabanlı işlerinin NFT’ye çevrilerek Christie’s müzayede evinde satışa çıkarılması bu tezimizi tam olarak doğrular nitelikte değilse de hoş bir tesadüften ötedir. Diğer yandanfarklı dijital medya kanallarından NFT nedir sorusuna cevap verme çabasında olanların bir yandan yapılan işlerin sanatsal yönlerini savunurken sadece kullanılan araç-gereçlerin değiştiği (kanvas-boya vs gibi malzemeler yerine bilgisayar programları gibi dijital araçlar) yönündeki argümanlarının hemen yanında mutlaka işin “business” hacminden bahsediyor oluşları da dikkate alınması gereken bir durumdur. Elbette her sanat eserinin hitap ettiği alıcısına ulaşmasını, sanatçının emeğinin karşılığını alması güzeldir, burada sadece kimi daha çok görünür NFT’lerin, Pop Art akımındaki sanat eserinin ederinden de öte ticarileşmesi yönüyle benzerliğini vurgulamak istiyorum.

NFT’lerin bir sanat eseri mi yatırım aracı mı olduğu konusu daha çok tartışalacaktır kuşkusuz. Üstelik biz ne kadar itiraz edersek edelim, hızla değişen hayatın karşısında durmak mümkün değil. Son günlerde herkesin bir şekilde duyup merak ettiği veya bir şekilde içinde yer aldığı metaverse evrenlerinde de imgenin gücünü yeniden ve hiç durmadan tartışmaya devam ediyoruz.

Pop Art ve günümüz sanat araçları ilişkisinden bahsederken çok da yeni olmayan bir haberi de paylaşmak isterim. İskoçya doğumlu ve Londra’da yaşayan ve Andy Warhol’un vaftiz oğlu ilan edilen çağdaş sanatçı Philip Colbert, en yaygın metaverse evrenlerinden biri olan Decentraland içinde kurduğu Lobsteropolis (İstakoz diyarı diye çevirelim) isimli sanal şehirde kendi NFT eserlerinden oluşan bir sergi açtı. Bu çalışmasıyla kendi sanat dünyasının bir ifadesini oluştururken aynı anda kendini tekrar keşfederek yeniden inşa ettiğini söylüyor. Decentraland’ın Vegas City’sinde yer alan Istakoz Diyarında bir kumarhane olduğunu da eklemeliyim. Oluşturduğunuz avatarla gezdiğiniz sergi sonrası diğer avatarlarla (insanlarla diyemedim) etkileşeme girerek oyun oynayabilirsiniz(ve elbette para harcayabilirsiniz).

En baştaki soruya dönersek imgenin hem gerçekliğe ulaşma hem de gerçeklikten kopma yolundaki gücünün karşısında daha önce hiç olmadığımız kadar ikilemde kaldığımızı söylemek mümkün. Üretilen ve yayılan imgeler bir yandan yeni dünyalar açarken bir yandan da gerçek dünyayı ekran arkasına kilitliyor. Merkeziyetçi olmadığı için özgürlük vaat ettiği söylenen blok zincir uygulamaları ise bizi altı üstü birkaç evrene hapsediyor.