GÜNCEL EGE YEREL YÖNETİMLER EKONOMİ POLİTİKA SPOR RÖPORTAJLAR YAZAR CAFE FOTO GALERİ VİDEO GALERİ
Filiz SEZER
YAZARLAR
31 Aralık 2021 Cuma

Hayvanlara Niçin Bakarız (*)

İnsanın tür olarak bu dünyada var olma yolculuğunda farklılaşan yaşam şekli ve üretim biçimleriyle değişen bir ilişkisi olmuştur hayvanlarla. Mağara resimleri bu ilişkiye ait ilk izlerdir diyebiliriz. Yerleşik yaşam düzenine geçmeden çok önce dünyanın farklı yerlerinde yapılan duvar resimlerinde yer alan hayvan figürleri sadece bir av sahnesi olmaktan ötedir; büyük ve vahşi hayvan figürlerinin insanın doğa karşısındaki çaresizliğini, ölüm korkusunu sembolize ettiği düşünülür.

Dünyanın bilinen en eski kült yapısı olan ve tarım öncesi bir döneme, 12.000 yıl öncesine tarihlenen Göbeklitepe’de de yılan, tilki, turna, yaban domuzu gibi pek çok hayvan figürüne rastlarız. Göbeklitepe’nin kazılarını yürüten efsanevi arkeologProf. KlausSchmidt bu hayvan figürlerinin anlamlarını açıklamaya çalışırken doğrudan Eski Doğu mitolojileriyle bir ilişki kurmaya çalışmanın yeterli olmayacağını belirtir ancak sadece avcılıkla ilişkilendirmekten de uzak durur.

Hayvanların evcilleştirilme sürecine dair farklı teoriler vardır, yine de genelde insanların avcı-toplayıcı yaşamdan tarıma dayalı bir yaşama geçiş dönemiyle ilişkilendirilir. İlk evcilleştirilen tür olan köpekler, tarıma dayalı yaşama henüz geçilmeden, günümüzden 14.000 yıl önce Avrupa’da ve Doğu Asya’da olmak üzere 2 farklı bölgede evcilleştirilmiş. Bundan sonra göçebe veya yarı göçebe toplumlar koyun-keçi-domuz gibi küçükbaş hayvanları evcilleştirirken, sığır gibi büyükbaş hayvanların evcilleştirilmesi ise yerleşik tarıma geçildikten sonra gerçekleşmiş. Kediler de tıpkı köpekler gibi farklı noktalarda, Yakın Doğu ve Mısır’da evcilleştirilmiş.

Pek çok söylencede, masalda, fabllarda da karşımıza hayvan figürleri çıkar. Farklı mitlerde, mesela kökenleri Batı Anadolu’ya da uzanan Yunan Mitolojisinde tanrılarının hepsinin hayvan temsili vardır. Hikâyelerde de sık sık karşımıza çıkar. En büyük yaratıcı Tanrı Zeus kimi zaman bir kuğu kılığına girerek kandırır Leda’yı, kimi zaman da bir boğa olur kaçırır Europe’yı.

Şamanlarda da ruhuyla eşleşen bir hayvan figürü vardır ve kam ancak bu koruyucu hayvanın kılığına girerek öteki dünyaya yolculuk yapabilir.

Zaman ilerledikçedeğişen üretim biçimleri ile doğrudan faydalandığımız hayvanların sayısı da azalır. Günlük yaşamda görünmez olurlar. İnsan doğasından kopup kendi ürettiği kültür ortamında yaşamaya başladıkça hayvanlarla binlerce yıldır süregelen ilişkisi de böylece değişmeye başlar.

Kuşkusuz bu konu sadece antropoloji veya kültür araştırmalarının değil felsefenin ve sanatın da ilgi alanına girmiştir. Hayvanların Tarihi isimli eseriyle insan-hayvan ilişkisini inceleyen filozof Aristoteles ile birlikteDescartes, Kant, Heidegger de dahil olmak üzere pek çok düşünürde insanı hayvandan üstün gören bir anlayışa rastlarız ve belli ki bu görüş varlığını sürdürmeye de devam eder.

Ünlü İngiliz yazar ve sanat eleştirmeni John Berger,bu yazıya başlığını da veren “Hayvanlara Niçin Bakarız” isimli kitabında görme biçimini bu sefer değişen insan-hayvan ilişkisine ve hayvan imgesine yöneltir. 19.yy’dan itibaren değişen toplumda hayvanlarla kopan bağımızı farklı şekillerde ele alır. Bu ilişkiyi pek çok açıdan yeniden düşündürten çalışmada insan-hayvan yoldaşlığına dair şöyle yazar:

“Paralel yaşamlarıyla, hayvanlar insanlara herhangi bir insani etkileşimin sunduğundan farklı bir yoldaşlık sunarlar. Farklıdır çünkü insanın bir tür olarak yalnızlığına sunulan bir yoldaşlıktır bu. Böylesi konuşmayan bir yoldaşlığın o kadar eşit olduğu hissedilmiştir ki bir kimse sıklıkla, hayvanlarla konuşma kapasitesine sahip olmayanın insan olduğu kanısına varır—bundan dolayı, ancak masallar ve efsanelerin Orpheus gibi istisnai varlıkları hayvanlarla onların dillerinde konuşabilirler.”

Resimlerde hayvanların figür olarak kullanımının ötesinde sanat eserinde doğrudan ölü veya canlı bedeniyle kullanımını Dadaizm sonrası gelişen fluxus, performans sanatı gibi alanlarda görürüz. Hayvanların sınai et tüketim malzemesi haline getirilmesine duyulan tepki, doğa-kültür ilişkisinin sorgulanması gibi nedenlerle kullanılan hayvan bedenleri çokça sansasyon da yaratmıştır.

Bu sansasyonel çalışmaların en ünlülerinden biri de Alman sanatçı Joseph Beuys’us 1965’de sergilediği “Ölü Bir Tavşana Sanat Nasıl Açıklanır” isimli performansıdır. Kucağında tavşan ile salona giren sanatçının yüzünde tıpkı şamanlar gibi bir maske vardır. Yüzündeki bal-altın varak maskesiyle ruhlar alemiyle daha kolay iletişime geçeceğini işaret eder. Performansın temel düşüncesi ise ne yazık ki geçerliliğini hala korumaktadır: “Ölü bir tavşana sanat anlatmak, uygarlaşmış insana dert anlatmaktan daha kolaydır”.

Pieter-Brueghel, Karda Avcılar,1565

Kolaylıkla tahmin edebileceğiniz gibi bu yazıyı bana yazdıran sokak hayvanlarının bir çöpmüş gibi toplandığını gösterenvideolar ve fotoğraflar oldu. Hayvanların pislikten, hastalıktan veya açlıktan ölecekleri kesin olan bir kafesten ibaret barınakların herhangi bir soruna çare olmadığı gibi vicdana sığan bir yanı da yok. Zaten bildiğimizin tekrarına girmek istemem ancak yılın son yazısında çözüm yolları çok belliolan bu sorunun giderilmesini, hayvan dostlarımıza uygulanan bu vahşetin son bulmasını ve gelişmiş ülke seviyesine duyulan özlemin hayvansız sokaktan önce hayat koşulları, çalışma şartları, toplumsal cinsiyet eşitliği, hak-hukuk-adalet gibi konularda kendini göstermesini diliyorum.

İyi yıllar!