GÜNCEL EGE YEREL YÖNETİMLER EKONOMİ POLİTİKA SPOR RÖPORTAJLAR YAZAR CAFE FOTO GALERİ VİDEO GALERİ
Tayfun MARO
YAZARLAR
13 Şubat 2020 Perşembe

İzmirli olmak

Ben bir türlü olamadım… İzmir’de yaşayan insana elbet de İzmirli, diyoruz. Gelin görün ki yaptıklarını ettiklerini gördükçe, “ben galiba İzmirli değilim” diyorum.

Aslında İzmirli bir aileye mensubum. Baba tarafı Mora’dan, anne tarafı Selanik’ten gelmiş.

Öteki Türkiye’ye, Erdoğangillere hayli yabancı bir aile…

Metropol kültürüyle buluşmam çok küçük yaşlarımdan itibaren İstanbul, Ankara, Paris hattında gerçekleşince, hemşerilerimin yanında benim İzmirli kimliğim “yeni yetme” gibi kaldı. Ve bu fark gölgem gibi beni hiç bırakmadı.

Bu nedenle olmalı, şehirde olan bitene bakış açım, şehrin önde gelenlerinin, kanaat önderlerinin bakış açılarıyla genel olarak pek uyumlu olmuyor.

Sanki içerden değil de, dışarıdan bakıyorum şehre…

Bunları neden yazıyorum?

Çünkü İzmir’de siyasal yaşamın içe kapalı hali bana bir metropolden ziyade küçük bir taşra şehrinde eşraf öncülüğünde yapılan “sen, ben, bizi oğlan” siyasetini çağrıştırıyor. İş ve sanat hayatı ha keza…    

Ülke ölçeğinde büyük iddialar ortaya atılmasa, bu taşra kafasına benim itirazım olmazdı… Gelin görün ki “hem nalına hem mıhına” olmuyor.

Elbet de aklı başında herkes bir kasaba sakinliğinde yaşamak ister, hele İzmir gibi bir şehirde… Yürüyen gerçek ise çok farklı, 4.3 milyon nüfusu olan bir şehirde yaşıyoruz ve ihtiyaçlar çığ gibi büyüyor.

İzmir siyaseti, Basmane çukuru, Kültürpark, gökdelen hattında muhalefeti önceleyen, yerel motivasyonu yüksek bir faaliyet olarak sürüp giderken, ülke gündemine hayli uzaktan bakıyor. Ancak bu gerçeği kabullenmek yerine, İzmir’in önde gelenleri, “mış” gibi yapıyor.

İşte tam olarak problemin ortaya çıktığı yer… Paradoksun vücut bulduğu yer… Metropolleşmenin gereklerini yerine getiremezken metropol gibi davranmak…

Dünya giderek hızlanan değişimin etkileriyle hergün sarsılıyor. Sanayi devrimi sonrasının gelişmeleri, ülke yönetimlerini çok zorluyor. Devletler neredeyse el yordamıyla yönetilir oldu.

Mevcut yapılarıyla devletlerin ve sınırların tutunmakta zorlandığı bir çağın başındayız.

Dünya’nın ahvali böyle iken, metropolleşmek ile “mış” gibi yapmak arasında gidip gelen İzmir artık bir seçim yapmak zorunda;

Ya mahallelerden itibaren kapitalizmin hız çağına direnen yeni hayatı savunacak, ya da metropolleşmenin gereklerini yerine getirerek küreselleşme sürecine ayak uyduracak.

Kentsel dönüşümün yok etmekte olduğu mahalleler, yoksulların dayanışmasını mümkün kılan sığınaklardır. Ve bu sığınaklara, yapay zekânın yönettiği üretim nedeniyle, işsizliğe, yoksulluğa mahkûm kent yoksullarının çok ihtiyacı var. İşsizlik konjonktürel değil, kronikleşiyor...

“Kent yoksulluğu” kavramıyla dile gelen, çevreden merkeze şehrin bütününe yayılan yoksulluktur. Kent yoksulları muhtemelen yeni bir sınıfın oluşumuna öncülük ediyor.

Nihayetinde, toplum yararına söyleyecek sözü olanların kolayına yer bulamadığı İzmir’de, satıhta ve vasatta kalmadan bir dolaşımın içinde yer tutmak kolay değildir.

Bu şehirde başarılı olmanın dört altın kuralı vardır; Çok mecbur kalmadıkça yazmayacaksın, fazla okumayacaksın, düşünmeye üşeneceksin ve yalan söylemeyi bileceksin…

Ve illaki rakı/balık muhabbetinden zuhur eden büyük fikirlerin peşinden gideceksin…

Ve illaki kent ekonomisini canlı tutan son kale belediyelerin kaynaklarına çökeceksin…

Bunları da, “toplum için” yaptığını, bütün pişkinliğinle söyleyeceksin.

Derdim büyük. Bu gidişle İzmirli olmayı beceremeyeceğim…

Bir insan nereden gelirse gelsin ayağının tozuyla İzmirli olabilirken; dört kuşak geçmiş, elan şehrin orta yerinde şaşkın ve bezgin, izliyorum bu hengâmeyi. 

Kim bilir, dört işlemi öğrenip cehaletini kuşanarak yürüyüp gidenler belki de haklıdır…