GÜNCEL EGE YEREL YÖNETİMLER EKONOMİ POLİTİKA SPOR RÖPORTAJLAR YAZAR CAFE FOTO GALERİ VİDEO GALERİ
Tayfun MARO
YAZARLAR
9 Ocak 2020 Perşembe

Sınırlı sorumlu muhalefet

Pasaport’ta, arkadaşım ve ben, masaların işgalinden geriye kalan kaldırımda yürümeye çalışıyoruz. Mekânlar ile masalar arasında kalan daracık koridorda güçlükle ilerlerken, yolu kapatan garsonu uyarınca, karşı kaldırımı göstererek, “git, oradan yürü,” diye çemkirdi. Ben de, buna hakları olmadığını söyledim. Tartışma çıktı.

Masalarda içkilerini yudumlayan şehrimin güzel insanları tartışmayı sadece izliyordu. Demek, kaldırımın yayalara böyle kapatılmasına hiçbirinin itirazı yoktu. Sanki bir penguen kalabalığı ile bakışıyorduk. Ama orada “Gökdelene geçit yok!” diye bağırsam, çoğu bana eşlik ederdi.

Ortak aklın birbirini ağırladığı bir yol hikâyesi…

Kordon yolu yapılacaktı, hem de üç şerit; engel olduk! Gökdelen de yaptırmayacağız!

Öyledir zaar...

O yaptırılmayanları gözler önüne sererek biz sade yurttaşları tarifsiz mutlu eden kurtarıcılarımıza basit bir sorum var;

Yapılmasına karşı çıkılan gökdelenin az ötesinde gökdelen bölgesi var. Tepelerin tek geçit verdiği, İzmir’in nefes aldığı boğaz… Oraya neden göz yumuluyor?

Tüketim mabetlerine doluşarak tüketim maratonuna pür heves katıldığımız sürece, o binanın varlığı veya yokluğu neyi değiştirecek, bunun cevabı yok…

Konu, altyapıya getireceği yük ise, teknik bir konu olup ilgili meslek odaları tarafından zaten ele alınıyor.

Konak’tan Üçkuyular’a kadar sahil yolunu hız pistine çeviren otoriteye neden boyun eğdik? Kıyı, “Kordon” dediğimiz o iki kilometre kadar yoldan ibaret mi sayılıyor?

Karataş’ta ışıkların bulunduğu noktadan Konak’a kadar hiç ışık ve yaya geçidi olmaması, ilgi alanımıza girmiyor mu?

Yıllardır, Mithatpaşa Caddesi kaldırımlarında, arabalara, çöp konteynerlerine ve kaldırım işgallerine rağmen yürümeye çalışmanın, bilmediğimiz iyi bir tarafı mı var?

Kendi kendime soruyorum; Bütün bunlara karşı çıkmayı cazip kılan “gösteri boyutu” yetersiz kalıyor olabilir mi?

İzmir, en ön sıradan en arka sıraya kadar sorunlu bir şehir... Denizi lağım, zeytinlikleri ve bağları yazlık… Mimarisi kimliksiz… Şehri denize kapatan beton bloklardan oluşan kent silueti… Yitik kültür ve tarih mirası… Deniz kültürüne yabancı bir şehre dönüşmüş, sekiz bin yıllık liman şehri…

Şehrin elli yılını planlayacak akla ihtiyaç var. Gelin görün ki böyle bir akıl şehri yüzyıldır yönetmiyor. Şehri denizden beton setlerle ayıran aklın yaptığı işlerle durumu idare ediyoruz. Umarım bu defa başarırız.

Nihayetinde, yüzyıllık ihmalden üç kuşak sorumluyuz.

İnsanlık, yakın gelecekte, bir tarafta mülksüzler ve yoksullar, bir tarafta efendiler ve yardımcıları; “köleler ve efendiler” düzenine geçecek. Küresel gidişat böyle…

Hakeza küreselleşen Dünya düzeninin gerektirdiklerindendir şehirlerin metropolleşmesi; gökdelenli veya gökdelensiz…

Metropollerde işçi sınıfı ortadan kalkarken, kent yoksulları ortaya çıkıyor. Bu yeni sosyal sınıfa üretimde ihtiyaç kalmadığından, yoksulların tehciri, kentsel dönüşümle gerçekleştiriliyor. Yerinde dönüşüm de çare olamayacak.

Yeni üretim kültürünün, kentlerde yeni sermaye dağılımının ve yeni sosyolojinin yeniden yapılandırmakta olduğu metropollerin meseleleriyle karşı karşıyayız. Yeni ve bütüncül bakış açısına ihtiyaç var.

Sanayi toplumu sonrasında olanları nasıl okumak gerekir, bunu bildiğimizden emin değilim. Öncelikle, olanları anlamaya ve toplumsal konsensüs sağlamaya ihtiyacımız var. Ancak o zaman, “ne yapacağımızı” ve “nasıl yapacağımızı” bilme imkânımız olacak. Salt karşı çıkmakla olmuyor.

Sol cenahta günümüzde yaşanan sorunların ve başarısız sol muhalefetin temelinde, Marks’ın Kapital’ini burjuvaların sosyalistlerden çok daha iyi kavramış olmaları, yatıyor.

Bu benim düşüncem. Ancak yabana atmamakta yarar olabilir…

Yeni bir dile ve bakış açısına şiddetle ihtiyaç var. (Bunu her yazımda dile getirmeye devam edeceğim.)