GÜNCEL EGE YEREL YÖNETİMLER EKONOMİ POLİTİKA SPOR RÖPORTAJLAR YAZAR CAFE FOTO GALERİ VİDEO GALERİ
Tayfun MARO
YAZARLAR
31 Temmuz 2020 Cuma

Demokrasi derken…

Günümüzde demokrasiyle yönetilmek, insanlığın üstüne kâbus gibi çöken küresel kapitalizmin yaptığı büyük tahribat nedeniyle artık o kadar da arzu edilmiyor.

Geçen yüzyılın ikinci yarısında insanlığın başına gelenler çoğunlukla demokrasiyle yönetilirken olan bitenlerdir.

Bu yüzyılda, uluslararası sistemde yaşanan büyük çöküş sonucu, otoriter rejimler öne çıkmaya başladı.

Batı, demokrasi için, “mümkün olanın en iyisi” diyor. Mümkün olan en iyi yönetim biçimi… Yani, “Yersen!” diyorlar.

Devlet ve toplum arasında memleket sevdasıyla mekik dokuyanların yaptıkları ettiklerine siyaset diyoruz. Örgütlerine de, siyasal parti…

İşte bu siyasal partiler, program, tüzük ve örgütleriyle ülkeyi yönetmek için ortaya çıkıyor; seçmenler de o partilere, seçimleri kazanıp iktidara gelsin diye, oy veriyor. Ve siyasal partiler, aldıkları oya göre,  iktidar veya muhalefet saflarında yerini alıyor.

Yani o bildiğimiz muktedirlerin demokrasi rutini… “Yersen!” dedikleri…

Bu işler olup biterken, iflah olmaz demokrasi aşkıyla ülkeyi yönetmek için kendini millete fırlatıp atan siyasetçilerin yaptıklarını ve söylediklerini genel olarak sorunlu buluyorum.

Parti içinde demokrasiyi savunamazken, lider sultasına koşulsuz boyun eğerken, göstermelik seçimlerle herkes birbirini kandırırken, yüzü hiç kızarmadan, demokrasi nutukları atan siyasetçilerin “aslında ne demek istediklerini” hep merak etmişimdir.

Seçeceğimiz insanları önceden seçip önümüze koyan siyasetin patronları biz yurttaşlara; “Sizin kafanız basmaz, biz sizin yerinize düşünüp en uygun adayları önünüze getiriyoruz, daha ne istiyorsunuz” mu demek istiyorlar? Muhtemelen öyle demek istiyorlar…

Ve biz seçmenler de onlara hak verircesine “efendi gibi” gidip oyumuzu kullanıyoruz.

Bileşik kaplar kuralı her zamanki gibi işliyor; İşte seçilmişler! İşte seçmenler!

Her şeyden evvel, seçilmiş veya atanmış kişi, yüklendiği görev ile aldığı unvan arasında yaptığı tercihle, daha yolun başında kendisini ele veriyor.

Mesela, başkanlık görevine seçilen kişi, “başkan olduğunu” düşünüyor. İcra ettiği görevi kimlik olarak algılıyor. Oysa başkan değil, başkanlık görevini yerine getiren kişidir.

Kişi kendisini başkan olarak görmeye başladığı andan itibaren, kendisi olmaktan çıkar. Görevle birlikte tanımlanan yetki ve imkânları, görevinin gerektirdiği gibi değil, başkanın yüce iradesinin gerektirdiği gibi kullanır. “Devlet Ben’im” kafası…

Yönetenler yönetilenleri de facto güderken, ağızlar ne söylerse söylesin, doğrudan demokratik bir yönetim biçiminin varlığından söz etmek anlamsızdır. Temsil, katılımcılık, çoğulculuk, şeffaflık; hepsi de salt söylemin yaratıcı unsuru olarak işe yarar. Efendilerin demokrasi söylemi sahicilikten yoksundur.

Gerçeği görmek lazım; Efendiler biz gönüllü kölelere soruyor; Siz kendiniz mi yapacaksınız, size zorla mı yaptıralım?

Birinci durum, demokrasidir. İkinci durum, otokrasi… Sadece nasıl biat edeceğimizi seçebiliriz.

İyi bayramlar…