GÜNCEL EGE YEREL YÖNETİMLER EKONOMİ POLİTİKA SPOR RÖPORTAJLAR YAZAR CAFE FOTO GALERİ VİDEO GALERİ
Tayfun MARO
YAZARLAR
22 Temmuz 2020 Çarşamba

Biat

Kişi kültü, bölge insanının doğulu karakteri, şarklı kimliğiyle mükemmel uyum sağladığından olmalı, toplumsal yaşamda etkisi ve belirleyici rolü, tartışılmaz.

Batı kültürüne biat eden modernistler Atatürk’e tapar, işçi sınıfı öncülüğünde devrim yapmayı düşleyenler Lenin’e tapar, köylü devrimi hayal edenler Mao’ya tapar, gerilla savaşının büyüsüne kapılanlar Che’ye tapar, İslam devrimi için cihat ilan edenler peygamberlerine tapar… Anarşistler hariç, her grubun önüne eğildiği bir efendisi mutlaka var.

Mesela, Batı huzurunda ceketinin bütün düğmelerini ilikleyen modernistler, bu duruştan solculuk zuhur ettiğine kuvvetle iman etmişlerdir.

Toplumsal yaşamda kişi kültünün önemi bir vakıa; lakin doğu toplumlarında şark zihniyetinin benimsediği koşulsuz itaat ve sorgusuz sualsiz peşinden gitmek, sosyal mücadelenin kendisi oluyor. Biat kültürü, dediğimiz…

Şarklı zihniyet düşünceye mesafelidir, soru sormaktan genellikle uzak durur. Dolayısıyla şarklı düşünürlerin dünya tasavvurunda mistisizm ağır basıyor.

Hal böyle olunca, şarklı zihniyetin hâkim olduğu her alanda, bütün sorular gri bölgede kalıyor. Verilmiş cevapların peşinden gitmek, kahir çoğunluğun tercihi oluyor.

Neredeyse her kişinin, her grubun kendi putuna taptığı, tabularıyla hayatını kuşattığı toplumsal yaşamda, kamusal alan da haliyle bu kuşatılmışlıktan nasibini alıyor.

İçinden geçtiğimiz sosyoekonomik bunalım ve öncülleri zuhur eden uygarlık krizi, değerler sistemini ve kamusal yaşam normlarını yerle bir etti.

Yaşamakta olduğumuz uygarlık krizi ve sosyoekonomik bunalım insanlığa şunu öğretiyor; Keşifler ve icatlar, aklına gelen fikri projelendirip bir ürüne veya yaşam normuna dönüştürmek, zannettiğimiz gibi övünülesi bir maharet değilmiş.

Önünde secdeye vardığımız bilim, o kadar da matah bir şey değilmiş.

Kurumsallaşan inancın, yani dinin, insanlığa verecek bir şeyi kalmamış.

İnsanlığın önünde eğildikleri, kişinin kendi varlık bilincini imha girişimi eşliğinde toplumsal alanı inşa etti. İnsan varlığı elan güvencesiz. Hem de hiç olmadığı kadar.

Geçen yüzyılda, kitlesel üretim/tüketim sarmalında vasatlığın ortaya çıkışına tanık olduk. Bu yüzyılda da vasatlığın zirvesini gördük.

Varoluşuna bir hahamın, bir papazın, bir imamın ardında, bir kutsal mekânın duvarları arasında güvence arayan sonlu insan, sonsuzluğun peşinde…

Buna mukabil, para mabetlerinde, üçe beşe bakmaksızın çaresizliğine teselli bulabiliyor.

İnsan, “Gel, seni yöneteyim!” diyenlerin peşinden giden, yetersizlikle malul bir yaratık…

Öyle bir yetersizlik ki “Seni ben yarattım!” diyene de kuvvetle inanmaya mecbur…

İllaki peşine düşülecek göklerde ilahi bir güce, yeryüzünde yüce bir muktedire ihtiyacı var insanın. Zavallı bir çaresizlik…

Eğil de kimin önünde eğilirsen eğil, yeter ki yüce otoritesiyle seni yerlerde süründürmeye muktedir olsun.

Elan sürüngeniz… Evrimi de yanlış anladık.