GÜNCEL EGE YEREL YÖNETİMLER EKONOMİ POLİTİKA SPOR RÖPORTAJLAR YAZAR CAFE FOTO GALERİ VİDEO GALERİ
Tayfun MARO
YAZARLAR
9 Ocak 2017 Pazartesi

Korkularımız büyüdükçe…

Şiddet sarmalında bocalayan Türkiye’nin türbülansa giren uçaktan hallice gidişi, korkularımızı her gün büyütüyor. 
Can güvenliğimizi sağlamakla yükümlü olanlar, kendi can güvenliğinin derdine düşmüş durumda.
Gündelik hayatın olağan akışı, terörün baskısı altında, mecrasından çıktı. Şiddet bütün köşe başlarını tuttu. Korkularımız bizi yönetiyor.

Toplumu korkularından teslim alan iktidar zümrelerinin nasıl bir hayat vaat ettiğini konuşmaya kimsenin mecali yok. Bütün arzumuz, yaşadığımız cehennem hayatından bir an önce kurtulmak... 
Bize yaşatılan bu cehennemden sonra nasıl bir hayata razı edileceğimize dair çok fazla fikrimiz olmadığı gibi, kafa yormaya da niyetimiz yok. Hepimiz canımızın derdindeyiz.

Şimdilerde eleştirmek çok moda ama seksen darbesine toplumun kahir çoğunluğu alkış tutmuştu. Şiddet herkesi öyle korkutmuş ve bezdirmişti ki Kenan Evren’e kurtarıcı gibi bakılıyordu. 
Darbe sonrasında, ekonomik ve sosyal düzen yeniden yapılandırılırken itiraz edenlere şu soru soruluyordu; Seksen öncesine mi dönmek istiyorsun? Kimse gıkını çıkaramıyordu.

Korkularından teslim alınan toplumlarda, kişi, düşünce ve kendini ifade özgürlüğünden kolayca vazgeçiyor. Şiddet sarmalında dehşete düşen insan, sessiz ve itaatkâr bir kula dönüşüyor.
Türkiye’de olan biten de tam olarak böyle bir teslimiyet sürecini işaret ediyor. Can güvenliği kalmayan sokaktaki insan, kendisini kuşatan çaresizlik ve derin kaygıların baskısı altında, kesin itaat isteyen yüce otoriteye teslim olmaya hazır bir ruh haline girmeye başladı.
Yerli ve milli unsurların yedi düvele kafa tutması, iç ve dış düşmanlarla mücadelesi, hergün destan yazan yiğitlerimiz; bize sunulmak üzere dizayn edilen yeni bir hayatın varlığını düşündürüyor. Yeni başlangıçlara bizi hazırlayan olayları başka türlü okumak mümkün değil.

Seksende başına gelenler ve gelebilecek olanlar herkesi çok korkutmuştu. Toplum, kurtarıcılarına teslim oldu. Ve yeni iktidar zümresi, kendisine dikte ettirilen yeni sosyoekonomik düzeni kurdu. 
Herkes her şeye razıydı, yeter ki huzur ve güven ortamı tesis edilsin… Kurtarıcılar da öyle yaptı; Önce bozdular, sonra düzelttiler. Hemen hemen herkes, şimdiki kurtarıcılar da dâhil, o kurtarıcılara minnettar kalmıştı. Ve Türkiye, ekonomiden siyasete, eğitimden medyaya, yeni bir döneme girdi.
Türkiye, 36 yıl sonra, benzer bir süreçten geçiyor. İnsan, “Biz bu filmi seyretmiştik!” demekten alıkoyamıyor kendini…

Dünya sistemi kapitalizmin hayatlarımızı altüst eden küreselleşme süreci bütün şiddetiyle sürüyor; Her ne kadar “tek kutuplu dünya düzeni” sona erdiyse de…
Bu hengamede, Türkiye, yeni dünya düzeninin değiştirdiği dengelerin ve küresel ekonominin dayattığı ağır koşulların hariminde, yerini arıyor.
Dünya sistemi içinde ülkenin nerede ve nasıl yer tutacağına kim ve nasıl karar verecek? Sorun ne? Sorun nasıl ele alınacak, problematiği ne? 
Bu sorulara, bu ülkede yaşayan insanların birlikte yanıt araması gerekiyor. Ne ki uluslararası sistemin muktedirleri bu soruların yanıtını çoktan vermiş. Senaryolar oluşturulmuş. Yola koyulmuşlar. Korkularımızdan bizi teslim alıp, bize biçtikleri rolü adım adım benimsetiyorlar. 
Oysa bu topraklar üzerinde yaşayanların, ülke ve toplum yararını gözeterek, toplum tercihini ifade eden mutabakat kararını hep birlikte alması gerekir. Bu, bağımsız bir ülke olmanın da gereğidir.
Gelin görün ki bu kararı vermek için bir araya gelmek ve toplumsal mutabakat koşullarını konuşmak yerine, din ve etnisite gruplarının uzlaşmaz tutumlarının getirdiklerinin kavgasını yapıyoruz. Toplumsal alan parça parça… 
Dünya nimetlerinden payına düşeni almak için mücadele etmek yerine birbirine üstünlük sağlamaya çalışan gruplar, bu kavganın galibi olmayacağının farkında değiller.
Böyle giderse, korkularımızın esiri olacağız ve payımıza sadece “yoksulluk ve ızdırap” düşecek.