GÜNCEL EGE YEREL YÖNETİMLER EKONOMİ POLİTİKA SPOR RÖPORTAJLAR YAZAR CAFE FOTO GALERİ VİDEO GALERİ
Tayfun MARO
YAZARLAR
13 Aralık 2016 Salı

Yeni kurucu irade

Türkiye’de 15 Temmuz’da yaşananlara “Yeni Türkiye” idealinin peşinden gidenlerin yüklediği anlam, ülkeyi yeniden kurmanın gerekçesine dönüştürülmüş durumda. Sanki Osmanlı İmparatorluğu’nun çöküş koşullarına benzer koşullar yeniden ortaya çıkmış, vatanseverler de işgal altındaki toprakları kurtarmak ve ülkeyi yeniden inşa etmek için kolları sıvamış, kurtuluş mücadelesi veriyor.
Öte yanda, ülke gerçekten yangın yeri; içeride ve dışarıda yıkım üstüne yıkım yaşıyor.
İnsanın aklı karışıyor, neye inanacağını bilemiyor; Kimdir bu vatansever kurtarıcılar? Kurtuluş ve yeniden doğuşun trajik hikâyesini toplum gerçekten satın alıyor mu?

Cumhuriyet’in kuruluş yıllarında ortaya çıkan ve bugün yaşanan değişimi hazırlayan ayrışmanın köklerini, Osmanlı İmparatorluğu’nun son yüzyılında aramak gerekir. 
Cumhuriyet döneminde sağ-sol veya CHP-DP ve ardılları ayrışması gibi algıladığımız bu siyasal konumlanış, aslında, islamcılar ile laikler arasında süren mücadeleden ibaretti. 
Doğu-Batı eksenli bu siyasal mücadele, ikibinli yıllarda, AKP ile nihai aşamasına ulaştı. Son aşama, doğulu islami bir düzendir.
Atatürk’ün kurduğu batılı laik düzenin yerini doğulu islami düzene bırakması olarak anladığımız bu değişim ve dönüşüm, toplumda ne ölçüde karşılık bulacak? Mücadele tam da burada düğümlenmiş durumda. Çünkü Yeni Türkiye’nin toplumdaki karşılığının tam olarak ne olduğu henüz bilinmiyor.
Kurtarıcıların ise kim olduğu aşikar; Doğulu islami düzenin savunucuları ve milliyetçilerin bir kısmı; İslamcı geleneğin ve Türk-İslam sentezinin rahle-i tedrisinden geçen kadroların yerli ve milli ittifakı…

Demem o ki, “Yeni Türkiye” dedikleri, yüzyıllık bir hikâyeden beslenen “geri dönüş” arzusundan daha fazlasını ifade etmiyor. 
Bu yüzyılın başında, Türkiye’nin Batı’dan Doğu’ya yönelen tarihsel tercihinin seyir defteri, Yeni Türkiye’nin tekin olmayan sularda netameli bir seyir halinin bilgisini veriyor. Doğu-Batı hattında gerilen Türkiye, dış dinamiklerin etkisine hiç olmadığı kadar açık hale geldi.
Yerli ve milli eksende yeniden yapılanması gündeme getirilen parlamenter rejim ve öngörülen anayasa değişikliği, “Yeni Türkiye”yi Tek Adam yönetimine açıyor. 
Uluslararası ilişkilerde, eğitim ve öğretim sisteminde, içeride ve dışarıda ekonomik önceliklerde, para politikalarında yapılan yeni tercihler, köklü bir değişimi işaret ediyor.

Bu ülkede yaşayan insanların kahir çoğunluğu tek adam yönetimini arzu ediyorsa, yapacak fazla bir şey yok, öyle olacaktır. Ancak, bu koşullarda, temsilde ortaya çıkacak sorun çok can sıkıcı olabilir.
Ülke nüfusunun ekseriyetinin niteliksiz olduğu bir gerçektir. Eğitimsizlik veya yetersiz eğitim, inanç gruplarının bağnazlığı, yoksulluk, kadercilik ve benzeri etkenlerin daha itaatkâr ve daha munis kıldığı toplum, otoriter yönetim biçimlerini daha güvenli bulabilir.
Buna karşılık, azınlıkta olan nitelikli nüfusun tek adam yönetiminde temsili ve kendisini ifade etme olanakları çok yetersiz kalacağından, duyulan hoşnutsuzluğun tepkiye dönüşmesi muhtemeldir.
Toplum eliti nicelik olarak yeni rejime karşı bir tehdit oluşturmasa da, niteliği itibarıyla iktidar zümresini rahatsız edebilecek tepkiler verebilir. Öyle ki, kimi zaman, böylesi tepkilerin iktidarları devirebildiğini dünya pratiğinden biliyoruz.

Beğeniriz veya beğenmeyiz, Türkiye bir değişimin tam orta yerinde. Ve bu değişim hareketinin lideri olarak Erdoğan hiç azımsanmayacak bir desteğe sahip bulunuyor. 
Yurtta ve Dünya’da yaşanan olaylara bakılırsa, ülkenin içinden geçtiği değişim süreci çok daha büyük sarsıntılarla devam edecek gibi... Yaşadığımız terör ve şiddet olayları çok sert bir hesaplaşmanın elan sürmekte olduğunu düşündürüyor. 
Hazin ama gerçek; 10 Aralık’ta yaşadığımız büyük acı ilk değildi, son da olmayacak. Ve bu büyük acılar dahi bizleri bir araya getirmeye yetmiyor. Öfke ve sevgisizlik, bütün ortak değerleri yok ediyor.
“Hepimizin Cumhuriyeti” için yeni bir toplumsal mutabakata ihtiyaç var.