GÜNCEL EGE YEREL YÖNETİMLER EKONOMİ POLİTİKA SPOR RÖPORTAJLAR YAZAR CAFE FOTO GALERİ VİDEO GALERİ
Tayfun MARO
YAZARLAR
18 Ekim 2016 Salı

Küresel tükeniş

Kapitalist sistemde kriz büyüyor, derinleşiyor, yayılıyor. Sistemin gerek metropolde gerek periferide, krizden çıkmasını sağlamak bir yana, krizi öteleyecek imkânları dahi çok sınırlanmış durumda.
Ekonomik krizin yanı sıra, küreselleşmenin gereği olarak kapitalistlerin devletleri ve sınırları ayak bağı gibi görmesi sonucu ortaya çıkan siyasal boşluk ve yönetim zafiyeti, dünyayı hızla yönetilebilir olmaktan uzaklaştırıyor;
Batı’da milliyetçi duyarlılık artarken, toplum kendi içine kapanıyor. Doğu’da ise toplumlar ayrışmak ve cemaatleşmek suretiyle kendi içine kapanıyor.
Kimlik siyasetiyle sarsılan üniter devletler, etnisite ve din gruplarının yerel otonomi talepleri karşısında daha merkeziyetçi ve milliyetçi tutum almaya yöneliyor.

Bugünün dünyasında yönetim biçimi olarak demokrasinin üstünlüğü her ne kadar tartışılmıyorsa da, yeni kuşakların özgürlük ve eşitlik talebini algılamakta zorlanan siyasetçilerin savundukları demokrasiyi genç kuşaklar benimsemiyor. Hal böyle olunca da, demokratik çözüm yolları çalışmıyor.
Bilişim teknolojilerinde bütün süreçlerin yatay seyretmesi, modernitenin getirdiklerinin sorgulanmasına yol açarken, endüstriyel toplumun hiyerarşik yapısı çökmeye başladı.
Sanal dünyanın dijital ortamlarında oluşan yeni toplumsallığın ve değerlerinin kamusal alana ve özel yaşama etkileri henüz siyasal alanda ifadesini bulmuş değil.
Yatay toplumda kamusal yaşam normlarının konuşulmadığı koşullarda, haliyle, yeni kuşakları siyasal yaşama katmak pek mümkün olmuyor.
Bilişim devrimine yaslanan Postmodern düşünürlerin yeni toplumu tarif ederken kimlik politikalarını ve ayrıştırıcı bireyselliği öne çıkarması, insanlık durumunu daha iyi kılacak etkiler yapmadı. Küresellik bağlamında ortaya koydukları yeni dünya tasavvuru, küresel mekanizmaların insanı ihmal etmesi sonucu, tam bir hayal kırıklığına yol açtı.

Globalleşen dünyada ortaya çıkan en yakıcı soruna gelince;
Gelişmekte olan ülkelerde kimlik siyasetinin özendirilmesi sonucu, periferide yer alan ülkelerde, krizler yönetilebildiği ölçüde, bölgesel savaşlarla sınırlı kalan siyasi krizler ortaya çıktı.
Şimdi ise, kapitalistler, kapitalizmin metropollerinde kriz aşılamadığı gibi, tam aksine derinleşmekte olduğu gerçeğiyle yüz yüze gelmiş bulunuyor. Kapitalistler bu krizin altında kalmaktan korkuyor.
Çıkacak yeni bir mali krizi sistemin kaldırma ihtimali çok zayıf; büyük ölçekli savaşların insanlığın gündemine girmesi daha yakın ihtimal.

Hal böyle iken, Türkiye’de siyasal partiler, temsilin sorunlu hale geldiği geleneksel siyaset biçiminde ısrarını sürdürüyor. Yeni bir şey söyleyemeyen siyasetçiden toplum umudunu kesti kesecek.
Siyasal partilerin, geçen yüzyılın siyasal programlarından ve neredeyse hiçbir ihtiyaca cevap veremeyen seçim ve siyasi partiler yasasından bir türlü vazgeçememesi, siyasetin etkisini sınırlıyor.
Sorunlu hale gelen temsilin parlamenter rejim üstündeki olumsuz etkileri, Meclisi neredeyse çalışamaz hale getirdi. Fiili başkanlık sistemi, Meclisi devre dışı bıraktı. Dış kapının mandalı durumuna düşen milletvekilleri ise öyle bakıyor… Veya öylesine konuşuyor… Hâlbuki ülkede iç ve dış güvenlik, 97 yılın ardından, ilk defa bu denli büyük tehdit altında bulunuyor.

Kapitalist sistemde kriz derinleşirken, sistemin kendi içinden uç veren yeni çözüm yolları da uzun zamandır tartışılıyor.
Ekonomisi gelişmiş batı ülkelerinde, merkezi yönetimler ellerinde tuttuğu iktidarı, metropol kentlerde yerel yönetimlerle kısmen paylaşmaya başladı. Erk paylaşımındaki yeni gelişmelere bağlı olarak yerelleşme ihtiyacı enikonu öne çıktı.
Yatay toplumda yerel yönetimlerin yarattığı doğrudan demokrasi olanakları üstüne düşünmenin ve konuşmanın koşulları oluştu. Türkiye’de muhalefetin bu mesele üstüne yoğunlaşmasına ihtiyaç var.
Öte yandan, AKP iktidarının bu sürece soğuk baktığı bir vakıadır. Bütün erk tek merkezde, tek elde toplanmaya başladı.
Oysa dünyanın içine çekildiği bu yeni cehennemin yıkıcı etkilerinden Türkiye’yi koruyacak biricik çözüm yolu; yeni bir toplumsal mutabakat yapmaktan geçiyor. Türkiye, içine düştüğü kavga ortamını ve ayrışma sürecini ancak böyle bir uzlaşmayla aşabilir.
Bu yeryüzü cehenneminden mevcut koşullarda çıkış yolu; yerelleşme, doğaya saygı, özgürlükler ve insan haklarına dayalı devlet üstüne inşa edeceğimiz yeni bir toplumsal mutabakatla mümkün olacak.
Yeni bir toplumsal sözleşmenin yolunu açmak, yeni bir toplumsal mutabakat için zemin oluşturmak istiyorsak, eteklerimizdeki taşları bir an önce dökmemiz lazım.
Türkiye’de salt suçlamalarla gidilecek yol kalmadı. Uzlaşmayı başaramazsak, karanlık günler kapıda...