GÜNCEL EGE YEREL YÖNETİMLER EKONOMİ POLİTİKA SPOR RÖPORTAJLAR YAZAR CAFE FOTO GALERİ VİDEO GALERİ
Tayfun MARO
YAZARLAR
14 Kasım 2016 Pazartesi

Gündelik hayatın sefaleti üstüne

Siyaset gündelik hayatı sığlaştırıyor. İlgi alanı siyasetle sınırlı insan, kendisini o boyuttan ifade ederken, oradan söylediği hayat da ifadesini gri tonlarda buluyor; öteki renkler solup gidiyor.
Kurtarıcılık ideolojisinden beslenen siyaseti hayatımızda seçimler yoluyla başköşeye oturtmak, gönüllü olarak yaptığımız bir seçimdir. 
Kurtarıcılık ideolojisinden zuhur eden siyaset ve siyaset erbabı, seçimler yoluyla meşruiyetini halka onaylattırıyor. Böylece, kurtarıcıların asık suratlı ciddiyeti hayatlarımıza sirayet ediyor. 
Sonrası, insanın içini daraltan o sığ gösteridir. 

Türkiye olabildiğince kötü yönetiliyor, hem de çok uzun yıllardan beri; Bu yüzden olsa gerek, toplumda, siyasete olması gerekenin çok ötesinde ilgi var. 
Bu memlekette işler genellikle yarım yamalak yapılır ve kör topal yürür; Gündelik hayatımız bize bu bilgiyi veriyor. Dolayısıyla da yurttaşlar yöneticilerin yerine düşünmeyi kendisine iş ediniyor. 
Siyasetçinin vaatlerinin ve yaptıklarının gündelik hayatı daha iyi kılmadığı toplum tarafından biliniyor; Bu nedenle, siyasetçiye ve yöneticilere güven azdır. Vatandaşın kendisini yönetenlerin yerine düşünme alışkanlığı da bu güvensizlikten kaynaklanır.
Oysa kapitalizmin metropol ülkelerinde, sokaktaki insan, siyasetle bu denli içli dışlı değildir, ülkeyi yönetenlerle aklını bozmaz. Çünkü herkes işini yapmakla yükümlüdür. İşler yürümüyorsa, toplumsal muhalefet çok güçlü olduğundan, aksayan her ne ise derhal düzeltilir veya sorumlusu istifa eder.
Hâlbuki Türkiye’de toplum kronikleşmiş sorunlarla yaşamaya alıştırıldı. Bir, bazen iki kuşak aynı sorunu yaşamak zorunda kalabiliyor. Yönetenler, sorunu çözmektense, çözümsüzlüğe bahane bulmayı tercih ediyor.
Yerel veya merkezi yönetimlerde, çözüm bekleyen bir sorun hakkında bilgi istediğiniz zaman, o sorunun nasıl çözüleceğini değil ama neden çözülemediğini ve çözülemeyeceğini uzun uzun anlatıyorlar. Genellikle bir işin nasıl yapılacağını değil ama nasıl yapılamayacağını çok iyi biliyorlar. Mazeret üretmek konusunda üstlerine yok.

Yönetenler ve yönetilenler arasındaki ilişkilerde, bileşik kaplar kuralına göre çalışan bir dinamik var. O dinamik sayesinde, gündelik hayatın sefaleti olağan bir duruma dönüşüyor. Toplumsal alandaki değerlerin ortalamasına karşılık gelen insanın düzeyi ile siyasetçinin ve yöneticinin düzeyi örtüşüyor. Bu düzeyin veya düzeysizliğin hariminde kendini kuran “ben yaptım oldu” kafası, bir ülkeyi yönetebiliyor. Ve bu kafayla yapılan işler de ancak bu kadar oluyor. Ne yönetiminde ne toplumsal muhalefetinde hayır oluyor böyle toplumların. Başına her ne geliyorsa, hak ettiğinden fazlası değildir.

Otoriter tutumların ağır bastığı yönetimlerde, aklın ve bilginin başa bela olarak algılandığı bir gerçektir. Böyle yönetilen toplumlarda genellikle aklın ve bilginin yerini kurnazlık ve hurafeler alır. Gemisini yürüten kaptanların hâkim olduğu toplumsal hayat,  kısa vadeli çıkar hesaplarıyla şekillenir. 
Uzun vadeli düşünen akıllı insanların dışlandığı toplumlarda, kısa vadeli düşünen kurnazların bütün köşeleri tutması sonucu, genel toplum yararı değil ama kısa vadeli çıkarlar gözetilir. Yapılan işler günü kurtarmaya yöneliktir. Bu yüzden, iş yapan değil, bahane üreten insan makbuldür.

Gündelik hayatı daha yaşanılır kılmak gibi bir derdi olmayan insanlar tarafından yönetilen ülkelerde, gündelik hayatın cehennem azabı kıvamında seyretmesi olağan bir durumdur. 
Ne yazık ki, kifayetsiz insanlar tarafından yönetilmeyi içine sindiren toplumlarda, kötü yönetilmeyi engelleyecek bilinç oluşmuyor. Aksine, kötü yönetimin getirdiklerinden bir şekilde nemalanmak marifet olarak kabul görüyor.
Kısa vadeli çıkar hesapları yapan insanların harman olduğu toplumların politikacıları da, yöneticileri de çoğunlukla kurnaz oluyor, içinden çıktığı toplumla mütecanis… 
Bilmem ki nasıl söylemeli; Kurnaz insan, akıllı insan değildir.