GÜNCEL EGE YEREL YÖNETİMLER EKONOMİ POLİTİKA SPOR RÖPORTAJLAR YAZAR CAFE FOTO GALERİ VİDEO GALERİ
Tayfun MARO
YAZARLAR
7 Kasım 2016 Pazartesi

Günlerin getirdiği…

Ülkenin bütün sabahları hüzün yüklü; korkularımızdan kaçıp sığındığımız uykularımızdan gündelik hayatın çıkışsızlığına uyanıyoruz. Çıkışsızlıkla malul hayatlarımıza korku dolu gözlerle bakıyoruz.
Uzun zamandır Araf’taydık. Endişeli ve çaresiz bekleşiyorduk. Bekleyiş sona erdi. Şimdi sürükleniyoruz. Yabancısı olduğumuz bir hayatın eteklerine tutunduk, sürükleniyoruz.

Söylemekten korkuyoruz, yazmaktan korkuyoruz; düşünmekten bile korkacağımız günler geldi gelecek... Kendimizi sessizlikte ifade etmeyi öğretiyorlar bize… Suskun ve itaatkâr olmamızı istiyorlar…
Suskun olacağız; çünkü efendilerimiz bizim adımıza düşünüyor, konuşuyor…
İtaatkâr olacağız; çünkü efendilerimiz bizi yönetiyor…

Açlık ve yoksullukla terbiye ediliyorduk. Yetmedi, hayatlarımıza zar atmaya başladılar. Hayatta kaldığımız için şükredeceğimiz günlerin eşiğine geldik. Yani yoksulluğumuzu arayacağımız günlere...
Ödediğimiz bütün bedeller, sadece ve sadece, efendiler bizi gönlünce yönetsin diyedir; Bizi yönetecekler… Gecemizi, gündüzümüzü burnumuzdan getirecekler…

Toplumsallaştık. Hepimiz, toplumsal alanda, en ince ayrıntısına kadar tarif edilmiş hayatlarımızı yaşamakla yükümlü kılındık.  
Hangi anda, nerede, ne yaşayacağımızın programlanmasına, “sosyalleşmek” diyoruz. Ve sırf sosyalleşmek için, tuttuğunu sistemleştiren o buyurgan akla boyun eğiyoruz. Ve bu boyun eğiş, muktedirlere, sürgit esin kaynağı oluyor.
“Ya sen beni kendin seç, ya da ben kendimi sana seçtireyim!” diyen bir muktedir, hepimizin aklını karıştırabiliyor. Değil mi ki demokrasilerde çare tükenmiyor; ya onu seçeceğiz ya o kendini seçtirecek.

Araf’taydık. Bekleyiş bitti. Şimdi ise kimimiz cennetin, kimimiz cehennemin yollarına taş döşüyoruz. Yola koyulma vakti yaklaşıyor. Demir parmaklık ve mezar taşı ile tahkim ettikleri yolun cehenneme gittiğini biliyoruz. Bununla birlikte, o yola çıkıp mağlup ve kahraman olacağımızı da biliyoruz. 
Tarih kitapları böyle hikâyelerle doludur. Mazlumlar her zaman mağlup ve kahraman oldular.

Ufkumuz kararıyor. Umut ve iyimserlikle aramızdaki mesafeler açılıyor. Çıkışsızlık duygusu güçleniyor. 
Aslında çıkış var ve bu bir meçhul değil. Fakat o yola çıkmak için toplumsal mutabakat yok. 
Bir muktedirin peşinden gidenler, gideceği yolu ezbere biliyor. Bir efendi tarafından yolları çizildiğinden, liderin talimatı üstüne, herkes mutabık, yola koyulabiliyorlar.
Diğerlerinin ise öncelikle güçlü bir lidere değil ama demokrasiye ihtiyacı olduğundan, toplumsal mutabakatın koşullarını oluşturmak hayli zahmetli oluyor. Akıl, bilgi, emek ve bedel gerektiriyor. 
“Demokrasi mi, otokrasi mi?” sorusuyla karşı karşıya bırakılan toplumda; demokrasinin yolu bilgiyi, kurallı hayatı, ötekine saygıyı gerektirdiğinden, özellikle doğulu toplumlarda, ödenecek bedel çoğu kez caydırıcı olabiliyor. 

Günlerin getirdiği iyi bir şey yok. İyimser olmanın âlemi yok. Umut veren pek bir gelişme de yok. 
Hal böyle olmakla birlikte, kasvet yüklü günlerin içinden seslenmeye elan takatimiz var;
Şimdi, hiçbir ideolojiye sığınmadan, hiçbir mazeretin ardına gizlenmeden, sadece ve sadece, “Cumhuriyet” fikrinin takipçisi olarak bir araya gelmenin zamanıdır.