GÜNCEL EGE YEREL YÖNETİMLER EKONOMİ POLİTİKA SPOR RÖPORTAJLAR YAZAR CAFE FOTO GALERİ VİDEO GALERİ
Tayfun MARO
YAZARLAR
5 Ocak 2017 Perşembe

Adeta yeni bir İstiklal Harbi…

Son altı ay içinde, istiklalimizi tehlikeye sokacak ölçüde ne oldu da adeta “İstiklal Harbi” veriyoruz; bunu bir türlü anlayamıyorum. 
Daha beteri, durum gerçekten bu kadar vahim ise, durumun vahametini kavrayamadığım için, benim durumum çok daha vahim olabilir… 
Kendimi kötü hissediyorum; doluya koyuyorum almıyor, boşa koyuyorum dolmuyor…

15 Temmuz’da bir darbe kalkışması olduğunu ve hızla bastırıldığını biliyoruz. Gelin görün ki, sonrasında olanlar, yeni bir kurtuluş savaşına duyulan ihtiyacı açıklamaya yetmiyor…
Güneydoğu Anadolu’da, Irak’ta, Suriye’de olan bitenler kimsenin meçhulü değil. Bununla birlikte, kimin kimi, neden öldürdüğü meselesinin zaman zaman gösterdiği değişkenlik akılları karıştırıyor. 
Yanı sıra, ABD ve Rusya ile mutabakat sağlanan bazı sorunlu bölgelere TSK’nın da müdahale ediyor olması, gelişmelerin netameli yeni boyutu olarak görülebilir. 
Ne ki, bu bilgiler, “Bildiklerimizin ötesinde ne oldu da adeta İstiklal Harbi yapıyoruz?” sorusuna yanıt vermiyor. Kritik bilgi, muhtemelen, bilmediklerimizin içinde…
Yerli ve milli unsurlar, yeni bir “Kurtuluş Savaşı” vermekten bahsediyor… Nedense sokaktaki insanın kurtuluş savaşı veriyor gibi bir hali yok… 

Sadede gelelim…
1960’tan beri, Türkiye’de darbeler ve darbe girişimleri olduğu bir vakıadır. Fakat hiçbirinde böyle bir tehdit algısı çıkmadı ortaya; İlk defa, istiklalimiz tehlikeye düşüyor. Dolayısıyla şaşkınız…
Birinci Dünya Savaşından yenik çıkan Osmanlı İmparatorluğu parçalanmış ve işgal altındaydı. Halk, kime karşı ve neden kurtuluş mücadelesi vereceğini biliyordu. Sevr Antlaşmasının getirdikleri, ülkenin nasıl bir bela ile karşı karşıya olduğunu bir aptala dahi gösterecek açıklıktaydı.
Günümüz dünyasında bağımsızlık savaşları muhtemelen çok farklılaştı ki algılamakta sorun yaşıyorum. Emperyal güçler, dışarıdan gelerek müdahale etmek, işgal etmek yerine, içerideki farklı din ve etnisite gruplarının kendi aralarında savaşarak birbirlerini öldürmelerini tercih ediyor. O kargaşada yönetimleri yönlendirmek daha kolay ve daha risksiz olmalı…

Her ne ise, bir nedenle, durumun vahamet derecesini algılamakta sorun yaşıyorum. Ancak, bu neden, ülke içini karıştırarak yönetimleri etkilemeye yönelik bir yöntem tercihinden kaynaklanıyorsa; al sana, vahimin de vahimi bir durum daha!
Örneğin, yurt çapında, Türkler ile Kürtleri, islamcılar ile laikleri, grup hakları argümanını kullanarak birbirine düşürmek suretiyle, devleti bütün kurumlarıyla çalışamaz hale getirmek…
Hâlbuki biz bunun, ileri demokrasi gereği uygulanan açılım politikası olduğunu biliyorduk…

İkibinli yıllar boyunca neler oldu da, açılımlar derin yarılmalara dönüştü ve kendimizi adeta bir İstiklal Harbi içinde bulduk?
Batılılaşmanın sosyal yaşamdaki ikiyüz yıllık derin izleri, toplumu İslamlaştırmak isteyenlerin kâbusu olmayı sürdürüyor. Aydınlanma devrimiyle hesaplaşmanın getirdikleri, İslamcılara, arzuladıkları olanakları sunmadı. Koşullar, toplumu ve devleti dönüştürmeye yetmiyor. Laik ve seküler alan, islamcılar istedi diye ortadan kalkmıyor. Yüzyıllık Cumhuriyet direniyor.

Bir yanda, Batı ile yerle bir olan kadim ilişkilerin yarattığı sıkıntılar; diğer yanda, Putin ile aranan tekinsiz geleceğin ayak sesleri… 
Ve islamcılar ile laikler arasında oluşan gerilim hattında gerilip kalan Cumhuriyet… 
Ve giderek çatallanan Kürt sorunu… 
Ve Gayya kuyusunu andıran Suriye…
Ve alarm veren ekonomi…
Ve şiddet…
Ve daralan özgürlük alanları…

Doğrudur, adeta yeni bir İstiklal Harbi veriyoruz…
Her ne kadar İstiklal Harbi’ne benzemiyorsa da…