GÜNCEL EGE YEREL YÖNETİMLER EKONOMİ POLİTİKA SPOR RÖPORTAJLAR YAZAR CAFE FOTO GALERİ VİDEO GALERİ
Nedim ATİLLA
YAZARLAR
27 Ekim 2023 Cuma

Cumhuriyetin mimarları ve bugün!

“Türkiye’deki modern mimarlık dönemi incelenmek istenilirse geç Osmanlı Erken Cumhuriyet döneminden başlayarak analiz yapılması gerekmektedir” der Doğan Hasol Hocamız ve devam eder: 19. yüzyıl sonu ve 20. yüzyıl başının Osmanlı-İslam sentezi dönemi olduğunu ancak 1908’de II. Meşrutiyet’in ilan edilmesinden itibaren mimaride milliyetçilik akımının gelişmeye başladığını ifade eder.

Hasol, Mimar Kemalettin ve Vedat Tek’in öncülüğünde “Neoklasik Türk Üslubu”, “Milli Mimari Rönesansı” veya I. Ulusal Mimarlık akımının ise Selçuklu–Osmanlı sentezi olduğunu belirtir. 1900’lü yıllarda başlayan döneminde “Milli Mimari Rönesans” olarak değerlendirilen daha sonra “birinci milli üslup” olarak anılan eklektik Osmanlı canlandırmacılığı (revialism) 1930’lu yıllara kadar devam etti. Kubbe, çatı konsolu, sivri kemer, çini kullanımı gibi detayların yeni teknikler olan betonarme, demir ve çelikle birleştirilerek kullanılan bu akım 1923’e kadar dönemin başkenti İstanbul’un kamu binalarında, 1923’ten sonra Ankara’nın kamu binalarında yoğun olarak kullanıldı.

1909 yılında yapımı tamamlanan Vedat Tek tarafından tasarlanan Sirkeci Merkez Postanesi modernleşme yolunda önemli örneklerden birisidir. Yapı cephe düzenindeki ve plandaki simetri ile Avrupai izler taşısa da sivri kemer, kule üstü kubbeler, çini işleriyle Osmanlı Mimarisinin de etkilerini göstermektedir. Erken modern mimarinin özelliklerinden olan geniş merkezi salonun betonarme kiriş kolon sistemiyle oluşturulması ve cam çatı ile örtülmesi Jön Türkler ile hızlı bir değişim gösteren başkent İstanbul’un döneminde modern olarak değerlendirilen örneklerindendir.

1920’li yıllarda Milli Mimari Rönesans üslubuyla hükümet konağı, idari binalar, belediye sarayları gibi pek çok kamu yapısı inşa edilmiştir. Okul yapıları yeni rejimin ideallerinin temsil edildiği bina tipleri olarak tanıtır. Hepsinin benzer plan ve cephe tipolojisine dayanması Osmanlı canlandırmacılığının prototipidir

İkinci TBMM Binası ve Aslanlı havuz, Arkada Ankara Palas, 1928

Sibel Bozdoğan’ın Metis Kitap’tan
çıkmış, sık sık başvurduğumuz, özgün adı “Modernizm and Nation Building Turkish Architectural Culture in the Early Republic” olan Modernizm ve Ulusun İnşası Erken Cumhuriyet Türkiyesi'nde Mimari Kültür” adlı kitabından bazı alıntılar yapacağım şimdi:

1927 yılında başlayan Milli Mimari Rönesans için 1931’de bitti denilebilir. Batı’ya yönelik siyasi politika nedeniyle cumhuriyet mimarları için Osmanlı mimarisine yapılan göndermeler sona erdi ve “Yeni Mimari” ismiyle modernizmin sade ve kübik yaklaşımları benimsendi.

Sibel Bozdoğan 1931 yılından sonra mimarlığın “Osmanlı geçmişinden radikal kopuş” söyleminin görünen yüzü haline geldiğini savunur. 1910 ve 1920’lerdeki Milli Mimari Rönesans’ın yerini 1930’larda Cumhuriyet modernizmi almıştır. Birbirinden zıt olarak gözüken bu üsluplar aslında devletin modernleşme ideolojisinin bir aşamasıdır. İkisi de modern kimlik ve Fars, Arap kültüründen arındırılmaya çalışılan Türk mimari kimliğinin arayış sürecinin farklı ifadeleridir.

1931 yılında yayımlanan “Mimar” dergisi sayılarında “Yeni Mimari” ile “Kemalist Reformlar” arasındaki bağları kuran bir dizi yazı yayımlandı. “İnkılap mimarisi” kavramı ile modern hareket ve yeni rejimin getirdiği devrimler tek bir ifadede birleştirilerek Türkiye’de Modern Hareketin gelişimi Avrupa’da pek çok ülkede olduğu gibi ideoloji ve siyasi düzenle özdeşleştirildi.

Sibel Bozdoğan, “1930'larda, Cumhuriyet Ankarası, modernizmin ulus inşası ve devlet iktidarı ile kurduğu tarihsel ittifakın –ki "yüksek modernizm" terimi bu ittifaktan doğacaktı– ilk tezahürlerinden biriydi. Modernizmin Ankara'ya "geldiği" zamanlarda ülke, Balkan Savaşları ve Birinci Dünya Savaşı'ndan İstiklal Savaşı'na kadar on yıllar boyu süren bir savaş durumundan daha yeni çıkmıştı. Yeni bir ülkenin inşası, 1929 bunalımının etkisiyle daha da ağırlaşan çok kötü ekonomik koşullarda yürütülmek zorundaydı. Sonuncusu ve en önemlisi, Mustafa Kemal'in direktifi altında Cumhuriyet Halk Partisi'nin tek parti yönetiminin yerleşmesinden sonra, iktidarda, her şeyi kapsayan bir modernleşme ve medeniyet projesini gündeminin birinci maddesi haline getirmiş yeni bir devrimci rejim vardı” diyor.

Bozdoğan’ın bu söyleminden sonra Ankara’nın 80-90 yaşındaki modern yapılarını anlamak daha kolaylaştı benim için.

***

Doğan Hasol Hoca ayrıca 1930-1940 yılları arasını yabancı mimar egemenliği olarak ifade ederken 1939-1950 yılları arasının da Türk Mimarlığının etkisinin II. Ulusal Mimarlık adıyla anıldığını söyler. II. Ulusal Mimarlık akımının, 1948 yılındaki Emin Onat ve Sedad Hakkı Eldem’in kazandığı İstanbul Adliye yarışması ile başladığını, 1952 İstanbul Belediye Sarayı yarışması ile çözüldüğünü söyler. 1950 sonrasını ise Modern Mimarlık etkisi altındaki rasyonalizme yönelik üretimler olduğunu belirtir. Ancak 1950 sonrası modern mimarlık görünüm olarak Türkiye’ye gelse de teknolojik yetersizlikten tam anlamıyla yansıtılamadığını, çözümün yine Batılı kaynaklara dayanılarak bulunduğunu anlatır.

Özetle Cumhuriyet devriminin coşkusunu, atılımını, çağdaş yönünü ve belki de kendine has kültür ve ideolojisini ortaya koymak iddiasıyla faaliyet gösteren milli mimari dönemleri mimarları, kendilerini Osmanlı Mimari tarzının bir tür yeni yorumunu yapar halde bulmuşlardır. Ortaya konan duygusal ve şekilci yaklaşımlar sonucu özlenen, arzu edilen, rejimi yansıtan bir mimari tarz ve kültür ortaya konamaması” üzerine bu mimari üsluptan vazgeçilmiştir.

***


Ve bugün… Bakar mısınız bir zamanların Yeşil Bursa’sına…

Unutmayalım: Dünyanın hemen her yerinde toplumların gelişme sürecinde yaşam alanı olarak belirledikleri kentler çağdaş düşüncenin ve demokrasinin merkezi olmuş; eğitim, kültür ve sanat etkinliklerinin yoğun olarak yaşandığı yerler durumuna gelmiştir.

Ama ne yazık ki ülkemizde başta büyük şehirlerimiz olmak üzere başta mimari miras olmak üzere birçok şey kaybedilmektedir. Özellikle ülkemizde yoğun olarak yaşanan iç göç hareketleri ve hızlı nüfus artışı, plansız şehirleşmeyle birlikte, eğitim, sağlık ve altyapı başta olmak üzere önemli sorunlara yol açmaktadır.

Barınma, beslenme ve güvenlik gereksinimlerine yanıt vermenin ötesinde, sosyal yaşamdaki canlılık nedeniyle de yeğlenen kentler, toplumların gelişmişlik düzeylerinin önemli göstergesi olmuştur ama Türkiye’de sorun başkadır. Etik değerleri gözardı eden müteahhit tayfasının ticarî kazancı ön planda tutan, estetik, mimarî, evrensel değerleri gözetmeyen yaklaşımlarının olumsuz sonuçlarını Türkiye’nin her yerinde görüyor ve üzülüyoruz.

Ne yazık ki, imar afları ve yapılaşmada yasalara karşı işlenen suçların hoş görülmesi, yaşam alanımızda kapanması zor, büyük yaralar açtı, açmaya devam ediyor.

Kentlerin, sağlıklı ve çağdaş toplumsal yaşamın gereksinimlere yanıt veren nitelik kazanması, mimarî özelliklerinin korunmasının yanı sıra, altyapı eksiklerinin giderilmesi, eğitim, haberleşme ve ulaşım yönünden tüm bireylere eşit olanakların sunulabilmesine bağlıdır. Bu da ancak planlı şehirleşme çalışmalarıyla gerçekleştirilebilir.