GÜNCEL EGE YEREL YÖNETİMLER EKONOMİ POLİTİKA SPOR RÖPORTAJLAR YAZAR CAFE FOTO GALERİ VİDEO GALERİ
Ümit YALDIZ
YAZARLAR
22 Eylül 2012 Cumartesi

Adaletin kestiği parmak!

2003 Mart’ında yapıldığı/yazıldığı iddia edilen ‘darbe planının’ 2010 başında ortaya çıkarılması ve altı ay sonra başlayan dava süresinin dün karara bağlanması… Kısa Balyoz Darbe Planı davası... 300’ü aşkın emekli/muvazzaf subayın, kuvvet komutanının ‘hükümeti devirmeyi planlamaktan’ mahkûm edilmesi…
*
Söz konusu planın yani hükümeti devirme planının en can alıcı noktası ise İstanbul’daki tarihi Fatih ve Beyazıt Camilerinin bombalanacağı, Ege Denizi’nde bir Türk jetinin TSK tarafından düşürüleceği, halkı galeyana getirmek için çeşitli provakatif eylemlerin yapılacağıydı. İddiaya göre tüm bunları bu milletin bağrından çıkan, halkın yıllar yılı en güvendiği kurum olan Türk ordusu yapacaktı.
Bir taraftan dehşet verici öbür yandan şaka gibiydi.
Söz konusu dava boyunca yüzlerce askerin (ki en alt rütbeden en üst rütbeye kadar) ifadesine başvuruldu. Dahası yüzlerce askerin bu planın bir parçası olduğu iddia edildi.

İki kişinin bile bildiği bir konunun sır olmadığı bir ülkede yüzlerce askerin bildiği hatta yaptığı bir planının 7 yıl boyunca nasıl saklanabildiği benim için en büyük soru işaretiydi.
Dahası o yıllarda henüz yeni kurulmuş Taraf Gazetesi’nin bir muhabirine (Mehmet Baransu) 5 bin sayfalık belge/bilginin ‘bavulla’ gönderilmesine kadar Türkiye kamuoyu böyle bir plandan haberdar değildi. Ve 90 yıllık cumhuriyet tarihi boyunca defalarca darbe planı ve darbe yapan Türk ordusunun cami bombaladığı görülmüş/duyulmuş şey değildi.

Ama birkaç konu çok net biliniyordu.
Öncelikle Cumhuriyetin kurucu unsuru Silahlı Kuvvetlerin ülke yönetimindeki ağırlığını koruma arzusuydu en net bilinen... İkincisi ise 1980’den sonra TSK’nın devlete/siyasete en büyük müdahalesi kabul edilen ve ‘post modern darbe’ olarak tanımlanan 28 Şubat’ın ‘iddia edildiği gibi’ bin yıl değil 5 yıl sürmesinin TSK üzerinde yarattığı psikolojiydi. 

Ve üçüncüsü ‘sadece 5 yıl süren’ 28 Şubat’ın cezalandırdığı hatta ötekileştirdiği unsurların tek başına iktidara gelmesinin ordu üzerinde yarattığı gerginlikti.

O yıllarda askerin AK Parti hükümetini hazmedemediği en azından bugünkü kadar içselleştiremediği bilinen bir durumdu. Lakin ekonomik/siyasal kriziler sonrası ‘hasbelkader’ iktidara gelen AK Parti hükümetinden kurtulmanın tek yolu kesinlikle darbe yapmak hatta ‘camileri bombalayarak halkı galeyana getirmek’ olmamalıydı. Çünkü siyaset sahnesinde pek çok farklı çözüm bulunabilir, AK Parti bir sonraki seçimde sandıktan çıkardığı iktidarı yine sandıkta bırakabilirdi.
Milli irade ve siyasetteki alternatif partiler bugünkü gibi silik ya da iddiasız değildi yani...
Henüz altı aylık bile olmayan hükümet bugünkü gibi 10-15 yıl sonrasını işaret edecek siyasi güçten/iradeden yoksundu.

Bu ve benzeri onlarca kuşku Balyoz davasını en azından benim nazarımda inandırıcı olmaktan çıkarmaya yetiyordu. Öte yandan malum medyanın malum cemaatin ve bu malum yapılara yakın kesimlerin bu davaya bakışları da ‘adil yargılanma’ ortamını tamamen ortadan kaldırıyordu.
Verilen karara gelince…
Mahkeme heyetinin süreç içinde çok sayıda çelişkili kararlara imza atması, malum yapıların arzusu dışında karar veren hakimlerin/savcıların ya sürgüne ya emekliye sevk edilmesi verilen kararın habercisiydi aslında. O nedenle kararların ağırlığı karşısında şaşkınlık yaşadığımı söyleyemeyeceğim.

Ama bu kararın Türk yargı tarihine ve TSK tarihine geçeceğinden şüphem yok.
Malum yapıların uzantıları ‘adaletin kestiği parmak acımaz’ sözleriyle meseleye hukuki bir kılıf uydurmaya çalışsalar da… 28 Şubat’taki adaletin kestiği parmaklar nasıl acıdıysa bu davada kesilen parmakların da aynı acıyı yaşattığını görmek ve de vurgulamak tarihi bir sorumluluktur.

Evet, adaletin kestiği parmak acımaz…
Ama adalet gerçekten tecelli ettiyse acımaz.
Başbakan Adnan Menderes ve bakanların asılarak idam edildiği davanın acısını hala yüreğinde taşıyan bir milletin evlatlarıyız. Ve 1980 darbesi sonrası 17 yaşındaki çocukların yaşını büyüterek ilmiği boynuna geçirenin de aynı ‘adalet’ olduğunu biliyoruz.
Hatta İstiklal Mahkemelerinin kararlarının tartışmaya açıldığı bir süreci yaşıyoruz.
Demek ki adalet her zaman doğru parmağı kesmiyor.
Balyoz Davası’na da böyle bakmak lazım belki de…
300’ü aşkın sanık arasında gerçekten bu hükümeti devirmek isteyenler hatta buna ilişkin planlar hazırlamış olanlar vardır belki de.
Ama 300’den fazla kişinin ceza aldığı daha fazlasının bildiği/sorgulandığı bir konunun Taraf Gazetesi’nin eline geçmeden ya da o gazeteye servis edilmeden 7 yıl boyunca nasıl gizli kaldığı sorusu bu davanın en netameli konusudur.
Kabul etmek gerekir ki Türkiye’de yeni bir dönem başlıyor.
Yeni Türkiye söyleminin altında kimilerine göre daha çok demokrasi kimilerine göre daha fazla muhafazakar anlayış yatıyor. 2. hatta 3. Cumhuriyet ya da karşı devrim gibi sosyolojik parametrelerin gölgesinde rejimin olmasa da sistemin topyekûn değiştiği bir süreci yaşıyoruz.
Önceliklerin, algıların değiştiği, dün kutsal kabul edilen değerlerin çatır çatır tartışmaya açıldığı, dün ezildiği düşünülen kesimlerin zaman zaman zalimleştiği, gücün tamamını ele geçirdiği bir süreci…
Her değişim gibi bu da sancılı geçiyor. 
Ama bölücü terör gibi başbelasının ülkeyi uçurumun kenarına sürüklediği bir ortamda ordu komutanlarının ‘tartışmalı’ kararlarla mahkum edilmesi sürecin en ironik tablosunu oluşturuyor.
Ya da devlete başkaldırmış, silah sıkmış teröristlerin bile ‘affedildiği’ affedilmesinin tartışıldığı ortamda hayatını terörle mücadeleye adamış kimi komutanların pusuya düşürüldüğü kanısı/algısı yayılıyor toplumun katmanlarına…
Malum yapılara yakın isimlerin yorumları da malum.
Zafer kazanmış komutan edasında bazıları…
Bazılarıysa ‘değişim sürecinin kurbanı’ olduğunu itiraf ediyor bu insanların çoğunun. 
Ve akıllara Merhum Erbakan’ın TBMM kürsüsünden söylediği 28 Şubat sürecini tetikleyen o sözleri geliyor. “Şimdi Refah Partisi iktidara gelecek. Adil Düzen kurulacak. Sorun ne? Geçiş dönemi… Sert mi olacak yumuşak mı? Kanlı mı olacak kansız mı?”
Adil düzenin kurulduğunu söylemek zor…
Ama kabul etmek gerekir ki bu ülkede ciddi bir geçiş dönemi yaşanıyor.
Terör olaylarına bakarsak geçiş döneminin oldukça kanlı olduğunu söyleyebiliriz.
Yargı kararlarına bakarak da oldukça sert olduğunu tabi ki…
Ve son olarak hatırlatmakta yarar var.
Bu ülkede her 15 yılda bir devran dönüyor. Ve beni asıl korkutan da bu… 28 Şubat süreciyle 15 yıl sonra hesaplaşan Türkiye’nin bugünkü tabloyla da bir gün hesaplaşacağı düşüncesi korkutuyor beni..
Sürekli devri sabık yaratan sürekli geçmişiyle hesaplaşan bir milletin geleceğe yürümesi, geleceğini planlaması zordur çünkü.