GÜNCEL EGE YEREL YÖNETİMLER EKONOMİ POLİTİKA SPOR RÖPORTAJLAR YAZAR CAFE FOTO GALERİ VİDEO GALERİ
Mehmet KARABEL
YAZARLAR
23 Haziran 2024 Pazar

Zamanı kıran kurşun!

Bugün Pazar…

Hiç bitmeyen sevgi ve saygıyla…

Atatürk’ü bu köşede anma ve hatırlama günü…

Bir kez daha…

Çok bilinen ama sonu “sır” kalan…

Yaşanmış bir öyküyü paylaşalım…

Bunu yaparken de…

O emsalsiz anıyı anlatarak bugünlere taşıyan herkesi…

Saygıyla analım…

***

Tarih; 10 Ağustos 1915

Belki o gün…

Sabaha karşı…

Ulu Önder, bu dünyadan göçüp gidecekti…

Kader işte…

Bizzat Atatürk anlatıyor bundan sonrasını…

***

O sabah Çanakkale’de manzara şu:

Conkbayırı'nı almak ve bütün boğaza hâkim olmak için İngilizler 20 bin kişilik bir kuvvetle günlerce kazdıkları siperlere yerleşmişler, hücum anını bekliyorlardı… Gecenin karanlığı tamamen kalkmış, tan ağarmak üzereydi… Sekizinci Tümen Komutanı ve diğer subaylarını çağırdım... Onlara, “Mutlaka düşmanı mağlup edeceğinize inanıyorum… Ancak siz acele etmeyin, evvela ben ileri gideyim, size kırbacımla işaret verdiğim zaman hep birlikte atılırsınız…” dedim… Hücum baskın tarzında olacaktı... Sakin adımlarla ve süzülerek düşmana 20 - 30 metre yaklaştım... Binlerce askerin bulunduğu Conkbayırı'nda çıt çıkmıyor; dudaklardan sadece dualar dökülüyordu... Kontrol ettim… Kırbacımı başımın üstünde kaldırıp çevirdim ve birden aşağı indirdim... Saat 04.30'ta kıyametler kopmuştu... İngilizler neye uğradıklarını şaşırmıştı… “Allah… Allah…” sesleri bütün cephelerde, karanlıkta gökleri yırtıyordu... Her taraf duman içinde ve heyecan her yere hâkim olmuştu... Düşmanın top gülleleri büyük çukurlar açıyor, her tarafa şarapnel ve kurşun yağıyordu... Büyük bir şarapnel parçası tam kalbimin üzerine çarptı, sarsıldım, elimi göğsüme götürdüm, kan akmıyordu... Olayı Yarbay Servet Bey'den başka kimse görmemişti... Ona parmağımla susmasını emrettim... Çünkü vurulduğumun duyulması bütün cephelerde panik yaratabilirdi… Kalbimin üzerinde cebimde bulunan saat paramparça olmuştu... O şarapnel  kalbimin üzerinde aylarca gitmeyen derin bir kan lekesi bırakmıştı... Aynı günün gecesi, yani 10 Ağustos günü, beni mutlak ölümden kurtaran ve parçalanan saatimi Ordu Komutanı Liman Von Sanders Paşa'ya hatıra olarak verdim... Çok şaşırmış, heyecanlanmıştı... Kendileri de altın cep saatini bana hediye ettiler... Bu hücumlarda İngilizler binlerce ölü bırakarak tamamen geri çekildi ve Çanakkale'nin geçilemeyeceğini iyice anlamış oldular…”

***

Sonra ne oldu?

O saat kayboldu…

Adeta...

(*) “Yerle yeksan oldu!”

Hikayesi çok garip…

Aradan yıllar geçiyor…

Çanakkale Cephesi Komutanı Alman General Liman Von Sanders…

1929 yılında hayatını kaybediyor…

Türk Hükümeti saati eşinden alıp müzeye koymak istiyor…

Ancak Sanders’in eşi, ne dese beğenirsiniz?

“Paşa öldükten sonra eve giren hırsızlar o saati çaldı!”

***

Aradan yine yıllar geçiyor…

Türkiye Ata’sını kaybettikten iki ay sonra…

“Son Posta” Gazetesi’nde bir haber yayınlanıyor…

O saati üreten “Omega” firması…

İzmir’deki mümessiline gönderdiği telgrafta…

Atatürk’ün hayatını kurtaran saati…

250 bin İsviçre Frangı’na satın alacağını…

Aslının kimde olduğunu bildirene de…

1000 İsviçre Frangı vereceğini açıklıyordu…

O sırada 1 ABD Doları sadece “80 Kuruş”tu!

***

Ne ilginçtir ki…

Bu gazete haberinden bir ay sonra…

Prof. Ludwig Bairer isimli bir rahip…

Berlin’deki Türk Büyükelçiliği’ne başvurarak şöyle diyor:

“O saatin nerede olduğunu biliyorum…”

Sonra tarif ediyor:

“Saatin zemberek kapağında Türkçe bir kelime var… Komutan Von Sanders o saati bir Alman subaya hediye etmişti…”

***

Yıldırım hızıyla Türkiye’nin Berlin Büyükelçiliği ile...

Dışişleri Bakanlığı arasında yazışmalar başlar…

Devreye Milli Eğitim Bakanlığı da girer…

Saati görünce “şıppadanak” tanıyacak isimler aranır…

Tempo giderek yavaşlar…

Bakanlıklar arasındaki yazışmalar…

Saati tanıyanların bulunması filan derken…

İkinci Dünya Savaşı patlar…

Türkiye Cumhuriyeti Devleti…

İhbarı yapan rahiple bir daha temas kuramaz…

Ata’dan miras kıymetli bir hazine…

Sır olur…

***

Bi’de “gerçekliği tartışılacak” söylenti var…

İddialara göre…

Atatürk o saati, Von Sanders’e değil…

Selanik’teki bir kafede tanıştığı Romen kızı Fani’ye hediye etmiş!

Oradan da kim bilir hangi hurdacıya?

Olabilir mi?

Allah bilir…

***

Bitiriyoruz...

Mustafa Kemal’in şarapnel isabet eden saati...

Harp okulundan beri kolundan çıkarmadığı...

Omega marka bir öğrenci saatiydi...

Kuvvetli ve kaliteli o “Omega” saat...

O’na Harp Okulu’ndaki dersleri için zamanı göstermiş...

Toplantılarına tam vaktinde katılması için yardımcı olmuş...

En sonunda da hayatını kurtarmıştı...

Gönülden sesleniyorum...

Acaba?

Devlet Baba, bi’kez daha bu konuda refleks gösteremez mi?

Kimbilir?

Belki o saat bu yaşlı dünyanın bir köşesinden çıkıverir…

Gerçek yuvasına geri dönebilir…

Neden olmasın?

Nokta!

(*) Yerle yeksan oldu: “Yerle bir oldu...”

Sonsöz: “Kolumuzu ısırarak saatler yapardık küçükken, sanki zamanın canımızı acıtacağını anlarmış gibi… / Anonim…”