GÜNCEL EGE YEREL YÖNETİMLER EKONOMİ POLİTİKA SPOR RÖPORTAJLAR YAZAR CAFE FOTO GALERİ VİDEO GALERİ
Ayda ÖZEREN
YAZARLAR
15 Ekim 2022 Cumartesi

Yassaaaak kardeşim!

Müzik Önerisi : I’am like a bird – Alessia Cara

“Yasssaaağ gardeşşiiimmm buuurdaaan geçmekh yassaaaağ!

Nedenmiş o?

Ben diyooom yassaaağ…

Evime gidicem birader, bu benim evime giden tek yol…

Gidemezsiiiin yasssaaaaağ…”

Yıllar önce Zeki Alasya Metin Akpınar’ın da içinde yer aldığı Devekuşu Kabare’sinin sahneye koyduğu “Yasaklar” oyunundan bir skeçti bu, geldi aklıma nedense…

1980’li yılların unutulmazları arasındaydı. Sıkı Yönetimin getirdiği ne kadar yasak varsa kendilerine özgü eleştiren, toplumsal ve politik taşlamanın en güzel örneklerinden biriydi. Çocuk zamanlarımızdı hayatlarımızı direkt etkileyen yasak yoktu biz çocuklara o zamanlar, gece hava kararınca sokağa zaten çıkamazdık. Kendi ailemizin koyduğu yasaklar da babanın çatık kaşlarına maruz kalma cesaretiniz varsa delinebilirdi. Duvara tırmanma, mahalle sınırlarından ayrılma vb. gibi. Maceraydı delmek, habersiz yapılırdı arada bir, gören olmadan…Oysa ebeveynler ve yetişkinler için hayat daha zordu, yasakların delinmesi demek aylarca günlerce ortadan yok olmak cezaya çarptırılmaktı o zamanlar…

Yasak demek bir işin yapılmasına karşı olan yasal düzenleme demek. Yani yasa dışı, yapılmaması istenen…Yasalarla sosyal yaşamı düzenlemek isteyen kural koyucular tarihte o kadar çok yasak getirmiş ki bazılarının neden uygulandığı zamanla unutulmuş. Aynı yukarıdaki skeçte olduğu gibi herhangi bir mana veya mantık olmayan yasakların bazılarının sorgulanması bile YASAK! Olabiliyordu.

Doğu kültüründe olduğu gibi Türkiye’nin de yasaklarla ilgili tarihi oldukça zengin ve mantık hatalarıyla dolu.

Osmanlı’daki yasakları bir kitapta derleyen ünlü tarihçi Reşad Ekrem’in kaleminden gelen bilgiye göre;

Tütün yasağı, içki yasağı, yatsı ezanı ile sabah ezanı arasında sokağa çıkma yasağı, afyon ve esrar kullanma yasağı…

Kadınların kayıklara erkeklerle beraber binmeleri yasağı, kadınların açık-saçık gezmeleri yasağı, yine kadınlara mesireye gitmeleri yasağı, bekâr erkekler için İstanbul'a girme yasağı…

Kahvehanelerde devlet sohbeti yasağı, kiliselerde çan çalma yasağı, şehirdeki konaklardan yalılara ve yalılardan da konaklara taşınma yasağı, silâh taşıma yasağı, surların üzerine ev yapma yasağı, evlerde yemek çeşidi yasağı, bekçilerin davul çalma yasağı, kahvehanelerde sazlı sözlü eğlence ve meddah yasağı, erkeklerin şımarık şekilde giyinmeleri yasağı ile ay-yıldız kullanma yasağı.

Çoğuna bugün mantıklı bir açıklama getirmek zor.

Dünya’da da benzer örnekler var.

Singapur’da sakız çiğnemek, İsviçre’de pazar günü çamaşır asmak, Danimarka’da bebeğinize devletin öngördüğü listedeki isimlerin dışında isim takmak, İngiltere’de halı silkmek, Kanada’da ağaca tırmanmak, Fransa’da tren istasyonlarında öpüşmek, İtalya’da güvercin beslemek yasak…

Bebek yürütecinden ketçaba, elektrik ampulünden(!) plastik torbaya, gece ondan sonra sifonu çekmekten sahibi olduğunuz köpeği azarlamaya kadar geniş bir yasak listesine rastlayabiliyorsunuz biraz internette gezinince…

Peki sansür?

Amacı toplumu korumak, toplumu ve düzeni bozan bazı kavramların çeşitli yollarla kontrol altına alınması, kısıtlanması, denetlenmesi.

İnsanı küçülten,

Düşünce eylemini daraltan,

Özgür iradeyi kısıtlayan,

Hoşgörünün giderek despotluğa yenik düşmesinden başka bir şey değil sansür.

İfade özgürlüğünden, algıyı yönetme arsızlığına uzanan çok tehlikeli bir yol.

Tek bir kelimeyle başlayan yasaklama değerler bütününe ve ahlaki yargılara kadar uzanabilir.

Tarihte kitaplara, yazarlara, şairlere, sinemaya, televizyona getirilen sansür ne kadar demokratik oylanırsa oylansın kendisine karşı ses yükselten her türlü farklı görüşü cezalandırma yetkisine sahip olur.

Farklı sesler farklı görüşler farklı bakış açıları görünmez olur.

Farklılıkların bastırıldığı özgürlüklerinin kısıtlandığı toplumlarda ise anlayış hoşgörü barıştan bahsetmek giderek zor olur.

Geçmişte Avrupa’yı karanlığa boğan, Katolik Kilisesi’nin kitaplara karşı tavrı oldu.

Çin’in bugün kapalı bir ülke olmasının belki de en büyük sebeplerinden biri Çin Seddi’ni yaptıran imparatorun bilimsel olan kitaplar dışında kalan tüm kitapları yaktırması oldu.

2. Abdülhamit dönemi ise sansürün en katı uygulandığı dönemlerden biri oldu. O dönemde ne kadar karşı görüş, hükümetin ideolojisine karşı ne varsa hepsi hasır altı edildi. Sanatın en çok gerilediği dönemlerden biri olarak tarihe kazındı.

Günümüze geldiğimizde ise sunulan bilginin gerçekliği en büyük sorunumuz.

Herkes her bilgiye anında ulaşabilir, buna engel olmak yerine bilginin kaynağını doğrulamak gerekmiyor mu?

Herkes her şey yazabilir, engel olmak yerine bireylere sorgulama yetisi kazandırmak gerekmiyor mu?

Neyin doğru neyin yanlış olduğunu irdeleyebilen, çağdaş eğitimin tornasından geçen, düşünen, yaratıcı, sorgulayıcı, bilinçli toplumlar oluşturmaktır asıl ihtiyaç sansür değil…

Hak ve özgürlükler ancak sanatçıların edebiyatçıların gazetecilerin düşünürlerin fikir ve düşüncelerini, eserlerini hiçbir yasak tabu veya baskı olmadığında ve özgürce paylaşabildiklerinde oluşabilir.

Farklı görüşlerin özgürce ifade edilebildiği, olgunca tartışılıp münazara edildiği ve kazan kazan mantığıyla uzlaşabilen toplumlar kalkınabilir.

Akıl özgür değilse, ruh özgürlüğünden bahsedebilir miyiz?

Ruh özgür değilse, yaşadığımızdan emin olabilir miyiz?

Anılarımız, düşlerimiz ya da hayallerimiz sansürlenebilir mi?

Yasssaaaağ kardeşim buralardan geçmeeeek yasaaaaağ…